Türk tiyatrosu kirlilik yaşıyor

Güncelleme Tarihi:

Türk tiyatrosu kirlilik yaşıyor
Oluşturulma Tarihi: Ocak 14, 2009 00:00

1971 yılında girdiği Ankara Sanat Tiyatrosu’na bugün Genel Sanat Yönetmenliği görevini sürdüren Rutkay Aziz ile Ankara Hürriyet okurları için AST’ın 46 yılını ve Türk tiyatrosunu konuştuk.

ANKARA Sanat Tiyatrosu (AST), Türk tiyatrosu için bir mihenk taşı. 46 yıl önce 1963’de, ünlü tiyatro oyuncusu Asaf Çiyiltepe tarafından kulan AST, bünyesinden pek çok ünlü oyuncu çıkardı. Ama bu isimlerden en önemlisi, hiç kuşkusuz, AST’a tam 38 yılını vermiş olan Rutkay Aziz.

Ayakta tutmaya çalışıyoruz

Æ Nasıl başladı AST maceranız?

1971 Eylül ayında, hiç tanımadığım Ankara’ya ve AST’a, rahmetli Erkan Yücel ve diğer arkadaşlarımla geldim. 1973 yılında da yönetici oldum. O günden beridir de, bu AST kalesini ayakta tutmaya çalışıyoruz.

Æ Sizin için en zor dönem hangisiydi?

Politikti, ekonomikti... Bu gün de öyle zaten.

Æ Değişen bir şey yok mu?

Var diyemem.

12 Mart döneminde sıkıyönetim tarafından kapatılma yaşadınız. O dönemler zor değil miydi?

Önce 1972 yılında Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti adlı oyun, bir cumartesi günü, beşinci kez oynanırken yasaklandı. Yine 1975’de, Brecht’in Ana oyunu yasaklandı. Bir sürü davalar açıldı; beraat edildi. Ama sonuçta, 8 yaşındaki çocuk oyuncu dahil olmak üzere, 141-142’den yargılandık. O dönemde, Türkiye’de yaşayan herkes bir biçimde bedel ödedi. Bu açıdan bakarsak, AST’ın da, kapanma dışında çok büyük bir bedel ödediğini söyleyemem. Biz, var olan kurulu düzene karşı bir muhalefetin tiyatrosuysak, bunun bedelini ödememiz gerekiyordu.

Bu muhalefetlik nereden geliyor?

İster istemez sanat politikası belirliyor. AST, 1963’de ilk oyunu Godot’yu Beklerken’le perdelerini açtığı zaman, geniş kitlelerin, halkın bir tiyatrosu olmak anlamında başlamıştır. Dolayısıyla halkın çıkarları, giderek bu ideolojik olarak toplumcu gerçekçi bir çizgide bir tiyatro yapmak; yani ilerici, demokrat, devrimci bir tiyatro anlayışının egemen olduğu koşullarda, AST da, dünya görüşü olarak da, sanatsal olarak da seçimini bu doğrultuda yaptı. Muhalefetlik adına muhalefet yapmadı. Anarşistlik hiç değil.

Çok ciddi bir gerileme var

Æ Son dönemde pek çok kişi oyunculuk dersi alıp, tiyatroya adım atmak istiyor. Bu sizce Türk tiyatrosunun gelişmesini mi gösteriyor?

Türk tiyatrosunun ilerlemesini bırakın, çok ciddi bir gerileme var. O ders alanlar, acaba popüler olmak için mi alıyorlar? Onlara da saygıyla yaklaşıyorum, ama işin özü o değil. Sıradan, eğlencelik bir sahne olamaz. Tabii seyirciler hiç bir zaman, kendimizi ne güzel eğittik diye çıkmaz, beğeni duygusuyla çıkar oyundan. Ama o beğenide de bir sözünüz olmalı. Sahnede bir sorumluluk taşımak zorundasınız. Ülke her anlamda bir kirlilik yaşıyor.

Æ Tiyatroda da var mı bu kirlilik?

Var. Seyircide de var. Ankara’nın seyircisi, 10 sene öncesinin seyircisi değil. Kimse kimseyi aldatmasın. Hem televizyon programlarının reytingi, hem de bazı filmlerin topladığı seyirci sayısı bunu gösteriyor. Bir sinemanın genel müdür, benim için iyi film, iyi iş yapan filmdir diyebiliyorsa, çok ciddi bir kirlilik var demektir.

Æ Siz de dahil olmak üzere, artık pek çok tiyatro oyuncusu televizyon dizilerinde görünüyor. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?

Tiyatrodan kopmamaya çalışıyoruz. Ama bir de yaşamak denen bir olay var. İnsanlar bir biçimde oradan beslenmek zorunda. Bu şekilde tiyatrolarını yaşatmaya çalışıyorlar.

Æ Kısa bir süre içinde, sevenleriniz sizi tiyatro sahnesinde görecek mi tekrar?

Var öyle düşünceler, ama hayata geçince söylerim.

8 ay maaş almadık ama fire de vermedik

Æ AST’ın artık daha popüler işler yaptığı eleştirileri kulağınıza da geliyor mu?

Olabilir. Saygıyla dinlerim. Bu eleştirilerinin ne kadar gerçek olduğunu, yeni oyunumuz "Ölüm ve Kız"da görecekler. Oyunda, Türkiye’nin ve dünyanın gündeminde olan işkenceyi sorguluyoruz.

Æ AST’ın en büyük sorunu nedir?
/images/100/0x0/55ea32e8f018fbb8f870eb14


Ekonomik. Bir diğeri medya ilgisizliği. İstanbul ve Ankara arasında bir kıyaslama yaptığımız zaman, kendi sesimizi duyurmakta çok zorlanıyoruz. Mesela bu son oyunun prömiyerini İstanbul’da yapsak çok farklı olurdu. Biz eskiden bu sahneye 42 kişi çıkardığımız biliriz. Şimdi organizatör, 3-4 kişiyi geçmesin diyor. Bu da peşinden bir kısırlaştırmayı getiriyor. Geçmişte daha az paramız vardı, ama daha büyük işler yapıyorduk.

Æ Tiyatrocular daha mı özveriliydi?

Bizim arkadaşlarımız hep özverili oldu zaten. 12 Eylül döneminde 8 ay maaş alamadık, ama bir kişi bile fire vermedik. Çünkü inancımız vardı. Hala var.

Sahne miting kürsüsü, vaaz yeri değildir

Æ Sizin için zaman zaman, sanata siyaseti bulaştırıyorlar eleştirisi de yapıldı ama?

Siyasetin bulaşmadığı yer mi var? Sabah günaydın dediğiniz anda, ekonomi ve politikanın içine uyanıyorsunuz. Sanat, siyasetsiz olabilir mi? En büyük yalan bu. Tiyatro, yaşama sanatına büyük bir katkı sağlarken, hayatın içinde olan siyasetin, sanatın içinde olmaması mümkün mü?

Yükümlülükler düşüyor

Æ Geçmişle günümüzü nasıl kıyaslıyorsunuz?

Türkiye’de bir değişim ve yenilenme var. Türkiye’nin yarınları açısından baktığımız zaman, bu değişim ve yenilenmenin çok da aydınlık olduğunu görmüyorum. Ama umutsuz hiç değil. Hiç de kolay günlerden geçmiyoruz. Olayı küresel krize de bağlamıyorum sadece. Mustafa Kemal’in büyük bir dehasının yarattığı demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin bu değerlerini korumak ve yarınlara taşımak konusunda, birey olarak bizlere büyük yükümlülükler düşüyor.

Æ AST’ın devrimci tiyatro çizgisini benimsediğini söylediniz. Gerçekten de bir dönem slogan atan bir tiyatroyu benimsemişti AST. Neden bitti bu slogan dönemi?

Bu eleştiriyi biz kendimize de yaptık. Çok içtenlikle yanıt veriyorum. 1975-76 yıllarında, Türkiye’nin sokağı o kadar sıcak çatışmalar içindeydi ki? Ne yazık ki günde ortalama 10-15 insanımız yaşamını yitiriyordu. Faşizme karşı bileşik cepheler kurulmuştu. Biz de bu ortamda, Dimitrof’u, Ana’yı oynuyorduk. İster istemez, o sokaktaki sıcaklığın sloganist anlamda bizim sanatımıza yansıdığı anlar oldu. Sokak onu istiyordu, biz de o toplumsal morali vermek zorundaydık. Ama bu, bizim inandığımız tiyatro anlayışı değildi. Evet, gişe kaygımız oldu, ama sahne kaygımız daha çok oldu. Yaptığımız şeyde, tiyatronun estetiğine, dekoruna, müziğine, aksesuarına, ışığına, rejisine gereken önemi gösterelim dedik hep. Sonuçta seyirci, tiyatro seyretmek adına bir bedel ödüyor. Sahne bir miting kürsüsü, bir vaaz yeri değildir.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!