Sohbetimize, çocukluğunuzun geçtiği Ulus’u hatırlatarak başlamak istiyorum. Nasıldı o zamanlar Ulus’ta ve Ankara’da yaşam?
Çocukluğumun Ulus’u çok renkli idi. Aslında şimdiki hayat tarzımıza baktığınızda, o zamanlar yavaş çekim gibiydi. Şimdi hayat çok hızlı akıyor. İki oğlum var. Sabah evden bir çıkışımız var ki ailece, ben kalkıyorum, hanım kalkıyor, çocuklar kalkıyor. Kimse birbirini görmeksizin yüzler yıkanıyor, tıraşlar olunuyor, hazırlıklar yapılıyor. Ortada kahvaltı sofrası falan da yok. Káğıt destesini hızlıca karıp dağıtır gibi, evden uçuluyor gidiliyor. Oysa yıllar önce Ulus’ta hayat yavaş çekim gibiydi. Babam akşam gelirdi, annem evde olurdu. Anafartalar Karakolu’nun karşısında otururduk. Oturduğumuz yer de çok ilginç bir yer. Anafartalar Karakolu şimdi var olan yaşayan bir bina. Hemen köşesindeki evde otururduk. O ev şimdi Hacı Bayram Cami civarındaki korumaya alınmış evlerden birisidir.
Çocukluğunuzun anıları o sokaklardan yani..
Çocukluğumuzda koşturduğumuz, saklambaç oynadığımız yerler Hacı Bayram Cami ve yanındaki tapınak ve Roma kalıntıları idi. O bölgeler bizim mekánımızdı. O yıllardan hatırladığım, karşıda İstanbul Bankası vardı, bir uçak düşmüştü, pek çok ölenler olmuştu. Bir de bugün düşününce beni şaşırtan bir durum var. Şimdiki çocuklarımız bakımından hiç düşünemeyeceğimiz bir şey, şöyle anlatayım. Benim okuduğum
Atatürk İlkokulu, çok ileride Anafartalar Caddesi’ndeydi. Bugün çocuklarımızı o kadar mesafeye yürüyerek hangimiz okula gönderiyoruz? O zamanlar yaşamın düzeni böyle değildi.
Atatürk İlkokulu’nun ardından hangi okullar geldi?
Sonra Abidinpaşa’ya taşındık ve ilkokulda kalan iki yılımı orada tamamladım. Babam beni koleje vermeyi çok istiyordu. PTT’de teknisyen idi, ailemin beni okutmak için bir sürü özverisini hatırlıyorum. Annemin açtığı ve yürüttüğü bir kırtasiye vardı. Özveri ve ek gelirler ile TED Koleji’nde okudum. Bu defa da, ortaokul ve lise öğrencisi Kadri olarak Abidinpaşa’dan da Kolej’e taşınmaya başladım. Okula bazen otobüsle, bazen yürüyerek gidip geliyordum. Tabi TED Koleji benim ilk çocukluğumu yaşadığım ortamlardan farklı bir ortam, oturduğumuz yer farklı bir yaşam. Ama Ankara Koleji ortamı bambaşka idi. Sonra üniversite başladı, orası da Ankara Tıp Fakültesi oldu.
Ve o günlerden bugünlere, Gazi Üniversitesi’nin rektörlük koltuğunda oturuyorsunuz. Üniversitenizin nüfusu, Türkiye’de birçok ilden daha fazla. Rektör gibi mi hissediyorsunuz, yoksa bir vali gibi mi?
Benim için, cevabı hiç düşünmeden verilebilecek bir soru bu. Rektör gibi hissediyorum. Geçen yıl mevcudumuz 89 bin öğrenci idi. Bizim bünyemizden üç üniversite doğru ve bizden ayrıldı. O ayrılmalarla şu an 59 bin öğrencimiz var. Akademik ve İdari personeli saymıyorum. Onlar da sayıldığın da nüfusumuz toplam 70 bin civarındadır. Vali değil, rektör gibi hissediyorum, çünkü siz buranın yayınlarda ön planda olmasını sağlamak zorundasınız. Derslerin iyi gitmesini, yeni programlar açılmasını, müfredatın yenilenmesini, Avrupa Birliği ilişkilerini, projelerin yönlendirilmesini sağlamak zorundasınız.
Oturduğunuz koltukta sizi bugüne kadar en çok bunaltan idari sorun ne idi?
Doğrusu rektörlük zor, özveri isteyen bir görev. Çalışma saatlerinizin sınırı falan yok. Bu göreve başlarken, zaten koşulları biliyorsunuz. Öyle bunalmış hissettiğim bir an olmadı. Ama yorulduğum, sıkıldığım anlar elbette oldu, olmaması mümkün değil. Dev gibi bir kurum, her gün yüzlerce, binlerce yaşanan bir sürü şey. Ama bunların hiçbirisi beni boğulma ve bunalma noktasına getirmedi. Bu görevi çok severek ve motivasyonum çok güçlü olarak götürüyorum. Biraz dinamik, aktif hareketli yapım da var. Rektörlük döneminde en çok üzerinde durduğum konu, Gazi Üniversitesi’ni akademik yönden ileri çizgiye çıkarmak oldu. Sağ olsunlar tüm yönetici arkadaşlarım, tüm üniversite çok büyük destek verdi. Belki de, (Bu kadar kalabalık bir üniversitede bir rektör kendisini bu kadar iyi hissedebilir mi?) diyeceksiniz ama, evet kendimi çok iyi hissediyorum.
İlk göreve geldiğinizde, üniversiteniz için gündeme getirilen bir ’imaj sorunu’ vardı. Bugün için, sizin değerlendirmeniz nedir?
Sadece belleklerdedir artık. Sizin sorduğunuz gibi bir şey, sadece soru olarak yaşıyor. Bu tür soruları duyduğum zaman son derece saygı ile karşılıyorum. Ama bu soruları soran arkadaşlarıma hep şunu söylüyorum, (Buyurun bahçede gezin.) Belleklerde kalanın dışında bir şey yoktur. Gazi Üniversitesi gerçekten çok değişti ve bunu kanıtlamanın yolu benim ne diyeceğim değildir. Buyurun bu görüşmeden sonra çıkın yarım saat, bir saat dolaşın. Havayı koklayacaksınız. Hava kendi işaretini verir. Aşılmıştır bu konu.
Bir de Ankara’nın sorunları var. Bugünlerde ve uzunca bir süre de konuşulan, konuşulacak gibi görünen sorunumuz var, susuzluk.. Sizin pencerenizden nasıl görünüyor?
Su kesintisi uzadığı takdirde, çok önemli sorunları yaratmaya aday olabilir. Tek başına belediyeye yüklenmek doğru değil diye düşünüyorum, ama bir gerçek var ki yeterince hazırlıkla gelinmedi bu döneme. Bizim için şu anda en önemli konu Gazi Üniversitesi Hastanesi’nin suyunun temin edilebilmesi. O konuda önemli tedbirler alındı, belediye ile görüşüldü. Şu anda sorun yok. Ama okul açıldığında 59 bin öğrenci gelecek. Çok büyük bir rakamdır bu. Anadolu’nun her tarafından gelecekler. Bir öğrenci günde ne kadar su tüketir hesabını yaptırmadık, ama günde sadece 2 litre su tüketse bu yüz bin litre su demektir. İlköğretim okulları açısından, öğrencileri susuzluğun olumsuz etkilerinden korumak için okulların geç açılması gündeme geldi ağırlıkla, ama Gazi Üniversitesi gibi devasa kurumların da bu konuda katkılara olabilir.
Nasıl katkılar olabilir bunlar?
Susuzluk konusunda herkesin yapması gereken bir şeyler var. Ankara üniversitelerinin eğitim ve öğretime gecikmeli başlamasını öneriyorum. Ankara’da için sayıları 200 bine yaklaşan üniversite öğrencilerimizin gecikmeli ders başı yapması, belki de su konusunda en kritik eşikte olacağımız sonbahar aylarında, tüm kentin cankurtaranı olacaktır. İlköğretim okullarının gecikmeli açılması, hijyen ve sağlık açısından küçüklerimizi, çocuklarımızı korumak açısından düşünüldü. Üniversitelilerimizin eğitimlerine gecikmeli başlaması ise Türkiye’nin Başkentini korumak adına gösterecekleri bir refleks olarak düşünülmelidir.
Böyle bir tablo içinde Gazi, bir kent içi üniversitesi.. Üniversitenizi kent dışına taşıma gibi bir düşünceniz var mı?
Evet, Gazi üniversitesi bir kent içi üniversitesi. Bu gazi üniversitesinin karakteri. Yerleşke üniversiteleri, daha çok özenilen üniversiteler fakat Avrupa’daki üniversitelere dikkat ederseniz, çoğu aslında kent içi üniversiteleridir. Avantajlyarı var, dezavantajları var. Yerleşke üniversitelerinin avantajı, tek bir mekanda olmalaı, derli toplu hizmetlerin götürülmesinin kolay olmasıdır. Öğretim üyelerinin ve öğrencilerin, hangi disiplinden olursa olsun kaynaştıkları bir yerdir. Ama bir dezavantajı vardır. Kentten izoledir. Çocuk çıkışta yakınlardaki yurda gider, kent kültüründen uzak kalır. Kent içi üniversitelerinin sıkıntısı ise, birimlerinin birbirinden kopuk oluşudur. Ama bu tür üniversitelerin öğrencileri, akşam okuldan çıktığında kent ve kent kültürü ile iç içedir. Örneği bizim ünversitemiz, öğrenciler Beşevlere gider orada kitapevleri vardır, kafeler vardır. Metroya biner üç dakika sonra Kızılay’dadır. Kent kültürü ile iç içedir. Bu yabana atılacak bir şey değil. Sinemalarla çok yakındır. Bu önemli bir avantaj. O nedenle yakın vadede Gazi Üniversitesi’nin bu kimliğini değiştirme düşüncemiz yok.
Kent içi bir üniversite olmanızın getirdiği bir sıkıntı yok mu?
Sadece bir sıkıntımız var. Ben Gazi Üniversitesi’nin daha fazla büyümesini hiç düşünmüyorum, istemiyorum da. Tabi benim dışımda kararlar oluşursa, ben bir rektör olarak uygulamak zorunda olduğum kararları uygularım başka konu ama, Gazi Üniversitesi’nin daha dinamik olabilmesi için küçülmesi lazım. Öğrenci anlamında da, okullar anlamında da. Örneğin Kastamonu, Kırşehir ve Çorum bizden ayrıldı, çok rahatladık. Çünkü büyüdükçe hantallaşıyorsunuz. Küçükseniz daha dinamiksiniz. 86 bin öğrenciden 59 bine indik. Daha kolay karar verebiliyorum, yönetici olarak daha çok yere gidebiliyorum. Görmedeğiniz, gidemediğiniz yeri yönettiğinizi zannedersiniz. Bu, benim anladığım dinamik yöneticiliğe de uymuyor.
Gazi Üniversitesi’nde akademik etkinlikler açısından son bir yıl nasıl geçti?
Başarılarla dolu bir yıldı. İdari yargı hakim adayları sınavında Türkiye birincisi olduk. Tıpta uzmanlık sınavında Türkiye birincisiyiz. Öğrenci seçme sınavında Türkiye dördüncüsüyüz. Geçtiğimiz üniversitelere giriş sınavında sözel alanda Türkiye’nin ilk 500’üne giren öğrencilerden 53 tanesi Gazi Üniversitesi’ni birinci tercih olarak yazdı. Avrupa Birliği Leonardo projelerinde Türkiye birincisiyiz, en çok proje veren üniversite durumundayız.
Kenti dümdüz ettikAnkara’da gördüğünüz en belirgin kent sorununun ne olduğunu da öğrenebilir miyiz?
Kenti dümdüz ettiğimizi düşünüyorum. Çocukluğumdan hatırlıyorum, Bahçelievler’de oturan akrabalarım vardı. İkişer katlı, bahçesi olan evlerdi. O güzelim evleri öldürdük, katlettik. Yan yana, yapışık binalar haline getirdik. Şu anda gidin Bahçelievler’e bakın, yazıklar olmuştur. Daha önce Beştepe’de oturuyordum. Beştepe de çok şirin, çok güzel, Ankara’nın cennet mekanlarından idi. Biz dip dibe, yapışık yapışık oturup, betonla çevirmeyi çok seviyoruz. Bu da kültürel bir hastalıktır. Var olanı yok ediyoruz. Burada da kesinlikle kültürel bir zevk azlığı ve kültüre saygı azlığımız da var Bunun sonucunda tabi daha önce hiç olmayan bir sorun kendini göstermeye başladı,
trafik. Eskiden böyle sıkışıklık yoktu. Alt geçitler, üst geçitler, şehri yarış pistine çevirdi. Kent araba için mi, kent insan için mi? Burada bir karışıklık var. Araçlarımızla istediğimiz yere hızlı gidiyoruz diye hoşumuza gidiyor da, acaba kent kimin için? Oturup bunu Ankara olarak ciddi düşünmek lazım. Ben de buradan 15 dakikada Gölbaşı’na gidiyorum ma, kazaları ve ölümleri de düşünmek lazım.