Suskunun içindeki şiddet

Güncelleme Tarihi:

Suskunun içindeki şiddet
Oluşturulma Tarihi: Nisan 22, 2013 00:00

Ankaralı öykülerde, bu kez yazar Tekgül Arı’nın “Bedenim Tetikte” kitabı var. “Ses ölümdü. Ses yitiklikti. Ses, mazgallı kapının arkasıydı. Ses, ancak şefin çubuğundaki notalarla yükselebilirdi. Birbirine karışmıştı sesler: “Ağlama baba, ağlama!” diye mırıldanıyordu çocuk. Sesler kesildi bir anda.”

Haberin Devamı

Ankaralı yazar Tekgül Arı, birçok edebiyat ve sanat dergisinde yayımlanan öykülerinden sonra, Postiga Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı “Bedenim Tetikte” ile okurlarının karşısına çıktı. Yazar, duru bir anlatımla kaleme aldığı öykülerinde şiddetin her türlüsünü, ruh ve beden ilişkisini, toplumun ikiyüzlü ahlak kurallarını ve ötekileştirdiklerimizi “kadınca” irdelerken, okurunu duru’p düşünmeye zorluyor. Kurgusuyla şaşırtırken, yüzleşmek istemediklerimizi açığa vuruyor; bunu yaparken de örtülü ama cesur bir anlatımı seçiyor. Her şeyi açıkça yazmak yerine çağrışımlardan yararlanarak, okurun hayal gücünü harekete geçiriyor ve boşlukları tamamlaması için onu katkıya zorluyor. Tekgül Arı, kitabına ilişkin sorularımızı yanıtlarken; eğitmen-yazar olarak görüş ve düşüncelerini, Ankara Hürriyet okur(yazar)larıyla paylaşıyor…

Haberin Devamı

“Bedene yapılan saldırı, ruhu derinden yaralıyor”

-Sizi tanıyalım; mali analist olarak bankacılık sektöründe görev yapıyor, Ankara’da yaşıyor ve yazıyorsunuz… Edebiyatın derinliklerinde ilerlerken, öyküyle yolunuz nasıl kesişti?
Aslında kendime yazan biriydim. Sorunlarımın üstesinden gelme yoluydu yazmak. Çok okuyor, çok yazıyordum. Ama edebiyatın içinde miydim? Bilmiyordum, yazabiliyor olmak önemliydi benim için. Her şey sevgili Aziz Nesin’in ölümünden iki hafta sonra, onu gördüğüm bir rüya ile başladı. Bu rüya üzerine çok düşündüm ve Edebiyatçılar Derneği Yaratıcı Yazarlık Atölye’sine katıldım. Atölye sayesinde yazdıklarımın öykü olduğunu görebildim. Öykü üzerine çok çalıştım.

-İlk öykü kitabınız “Bedenim Tetikte”nin, doğumundan başlayıp kitapçı raflarına uzanan yolculuğu hakkında neler paylaşmak istersiniz, nasıl bir süreç yaşadınız?
“Metin Yorgunluğu” dersleri veren biri olarak, ilk öykü kitabımı, uzun yıllar boyunca, yayınlatmaktan çekindiğimi itiraf etmek istiyorum. Hata yapmaktan korkuyordum. Çünkü insan, başkalarının yazdığı metinlerdeki hataları çok rahat görebiliyor da, kendi yazdığı metinde bu hataları gözden kaçırabiliyor. Ama değerli yazar Tahsin Yücel “Gökdelen” romanının imza gününde Ankara’ya geldiğinde, uzunca bir süre sohbet etme imkânım olmuştu. Sıkıntımı ona aktardığımda romanında karşılaştığı hataları anlatarak, beni yüreklendirdi. Kitabımı İstanbul’a Postiga Yayınevi’ne gönderdim, bir hafta sonra arayarak öykü dosyamı yayınlamak istediklerini söylediler. İki ay içerisinde “Bedenim Tetikte” öykü kitabım kitapçı raflarında yerini aldı.

Haberin Devamı

-Öykülerinizde ruh ve beden ilişkisini irdelemişsiniz. Bu bilinçli bir tercih miydi, yoksa kadın yazar duyarlılığının bir sonucu mu?
Öykülerimde ruh ve beden ilişkisini bilinçli kurmuyorum, ama bilinçaltımın tetiklediğini düşünüyorum. Yaşadığım toplumda zaten adı olmayan kadını iyice sindirmek için bedeniyle uğraşıyor insanlar. Kuşkusuz bedene yapılan her türlü saldırı, ruhu derinden yaralıyor.

SANCILAR YAZINCA GEÇİYOR

-Sarsıcı öyküler yazıyor, “suskunun içindeki her türlü şiddeti anlatıyorum” diyorsunuz. Kitabınız yayınlandıktan sonra nasıl tepkiler aldınız, ‘rahatsızlık’ duyanlar oldu mu?
Kritik bir soru, bu ülkede kadınsanız ya yazacak, ya da susacaksınız. Ben en zor olanı, yazmayı seçtim. Beni rahatsız eden bir şeyi yazmadan içimi saran sancılardan kurtulamıyorum. Yazdıktan bir süre sonra çığlığımı, paylaşma duygusu ağır basıyor. Asıl sorun da o zaman başlıyor. Anne, baba, kardeşler, yakın akrabalar, iş arkadaşlarım… “ne diyecekler” diye kaygılanıyorum. “Matiz, Yaşasın Tüylerim Özgür ve Peter Pan” öykülerimi edebiyat dergilerinde yayınlattığımda biraz sansür uygulamıştım. Öykü kitabımı, her şeyi göze alarak sansürsüz yayınlattım. Abim, kızlarının benimle görüşmesini yasakladı; kendisi de benimle görüşmeyi kesti. Annem, düştüğüm yolun iyi yol olmadığını ima etti sık sık. Kitap akrabalardan gizlendi. İşyerinde, yazdıklarımdan rahatsız olanların ağır eleştirilerine de cevap vermek zorunda kaldım. Öyle sanıyorum ki, yazar, edebiyatın tekin olmayan sokaklarında dolaşırken, yaşamın tekin olmayan sokaklarında bedeni her daim tetikte dolaşıyor.

Haberin Devamı

- Kitabınızdaki öykülerin temasını da oluşturan ülkemizde artan şiddet olayları ve toplumsal yozlaşma hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Şiddet evrensel bir sorun olmakla birlikte, toplumların gelişmişlik ve gelişememişlik düzeyine göre artış göstermekte. Düşünün, 12 Eylül darbesi sizin kitaplarınızı yakıyor, düşünceleriniz için sizi hapse atıyor. Öldürüyor! Korku salıyor tüm hücrelerinize. Sonra dayattığı hap gibi bilgilerle “yetinin” diyor. Korkuyla suskunlaşan bir toplum, kitaplarını kendi elleriyle yakan bir toplum okur mu? Okumayınca sorgular mı? Hele bir de bireyler arasında oluşan ekonomik uçurumlarla, kendine çekilen, ötekileştirilen, birbirine yabancılaştırılan toplumda yozlaşma elbette kaçınılmaz olur.

Haberin Devamı

-Bugünkü tabloya baktığımızda kadının adı ‘çocuk gelinler’, ‘şiddet’, ‘zulüm’, ‘ölüm’, ‘tecavüz’, ‘kürtaj’, ‘vajina’, ‘küfür’ ve çeşitli aşağılamalarla yan yana anılırken, 8 Mart’ın kutlanmaya değer bir gün olduğunu düşünüyor musunuz?
8 Mart’ın çıkış noktası bence, göz ardı ediliyor. Kapitalizmin tüketimi artırmak için kutlamaya dönüştürdüğü bu güne kadınlarımızın birçoğunun da katıldığını görmek düşündürücü geliyor bana. İçi boşaltılmaya çalışılsa da 8 Mart’ı kitlesel eylemli bir kadın hareketi olması adına oldukça önemsiyorum. Artan şiddete rağmen bu yıl Uluslararası “V-Day Hareketi’nin Kadına Yönelik Şiddete karşı başlattığı 1 Milyar Kadın Dans ediyor” kampanyasının ses getirdiğini düşünüyorum. Özellikle Haymana’da Nuri Bektaş Anadolu Lisesi’nin bu kampanya kapsamında yaptığı etkinlikle lise öğrencilerini harekete geçirmesi de oldukça anlamlı geliyor bana.

Haberin Devamı

ŞİDDET UYGULAYAN REHABİLİTE EDİLMELİ

-Şiddete hayır kampanyalarında hedef kitlenin yanlış seçildiği gibi bir izlenime kapıldığınız oluyor mu?
Evet, bu durum beni oldukça rahatsız ediyor. Çünkü bu etkinliklere katılanların çoğu, gerçekten şiddete uğrayan kadınlar değil. Onlar evlerinde dayaklarını yemeye devam ediyorlar, sokakta-işte taciz görüyor, tecavüze uğruyorlar. Asıl bu kadınlara ulaşmak gerekiyor. Şiddete karşı yeni yasalar çıktı, ancak hapsetmenin caydırıcı olacağını sanmıyorum. Hapsetmeden önce şiddet uygulayanları rehabilite etmek gerekmez mi?

-Yeni bir öykü dosyası hazırlığında olduğunuzu biliyorum, temasını Ankaralı okurlarınızla paylaşır mısınız?
Şu sıralar çok heyecanlıyım. Gülsüm diye bir karakterle yatıp kalkıyorum. Bu karakteri, Devlet Hastanesine tedavi için gittiğim bir dönemde buldum. Öykülerin tümünde Gülsüm’ün sakladığı yüz lira var. Aslında neler olacağını ben de tam olarak bilemiyorum, nasıl biteceğini de. Ama çok heyecanlı bir yolculuk olduğunu söylemeliyim.

-Yaratıcı yazarlık atölyelerinde, yazmanın ipuçlarını veren bir çalışmanızla katılımcılara yol gösteriyorsunuz. “Metin Yorgunluğu”ndan kısaca bahseder misiniz?
Kısaca “Metin Yorgunluğu”, sadece dil ve anlatım hatalarını değil, bir metinin ilk giriş cümlesinden başlayarak son cümlesine kadar geniş anlamda metni değerlendirerek metnin kurgu bütünlüğünü inceliyor.

-Son olarak, Ankaralı yazar adaylarına neler söylemek, önermek istersiniz?
Yeni yazar adaylarının çok okumalarını ve sıkça yazmalarını, yazdıklarını özellikle sesli okuyarak çapaklı cümleleri görmelerini, en az bir edebiyat dergisine abone olmalarını öneririm.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!