n Diyorsunuz ki ölüm insanlara verilmiş en büyük hediye. Siz bu hediyeyi aldığınızda nasıl bir hayat bırakmak istiyorsunuz geride? Nasıl bir Şevval Sam bırakmış olmayı istersiniz?
n Vallahi geride bir şey bırakmış olmayı istemiyorum aslında. Ben ruha inanıyorum. Varoluşun bittiğini düşünmüyorum. Bilinç varsa, hafıza varsa, değerler varsa, bir takım sorular, cevaplar, bir sürü deneyimlediğimiz şeyler varken ölümden sonra yok oluş var gibi gelmiyor. Ama bu bir iddia olamaz çünkü kimse bir iddiada bulunamaz. Ölmeden bilemeyeceğiz. Geçici olarak bu beden içinde, deneyimlememiz gereken şeyleri deneyimlemek için beden ve irade, beyin ve ruh kombinasyonu içinde olduğumuzu düşünüyorum. İki ayrı şey. Çünkü bedenin de ayrı bir mekanizma olarak ayrı bir beyni var. Ayrı bir karar mekanizması var bedenin. İhtiyaçlarını bildiren, şikayetlerini, hastalıklarını bildiren, beklentilerini sunan. Sizin onunla uyum içinde yaşamanız, işbirliği yapmanız lazım. Yaşarken benim için sağlıklı olmak önemli. Gerçekten tek değer verdiğim şey bu. Çünkü sağlıklı olduktan sonra bana karada ölüm yok. Ben her halükarda hayatta kalırım. Bir sürü yapabileceğim iş var. Benim şöhretle parayla çok fazla derdim yok. Yani, kaybedersem diye bir endişe taşımıyorum. Benim iç tekamülüm çok daha önemli. Bu arada, yaşarken ’Ne yapabilirim, kime ne kadar faydam olabilir?’ diye de düşünüyorum. Acılarla deneyimliyoruz. Acı insanı büyütür diyoruz ya, acı olgunlaştırır diyoruz. Böyle cümleler varken niye yok oluş olsun? Büyütür diyoruz, çünkü demek ki büyümek gerek. Niye büyüyoruz, yoksa ölümden sonrası? Ama o söylediğim cümle de şundan dolayı. Yaşarken, bazen o kadar dayanılmaz bir acı çekebiliyor ki insan, işte o zaman ölüm en büyük hediye olabiliyor.
n Çok karamsar bir cümle değil mi bu?n Yooo. Nasıl olsa öleceğiz. Hiç ölüm yok ve ben ölümden konuşuyor olsaydım karamsar olurdu. Ama bence ölümü karamsarlık olarak almamamız lazım. Ben öldüğüm zaman çok mutlu olacağımı hissediyorum mesela. Yaşam benim için biraz bitirilmesi gereken bir iş gibi geliyor bazen. Ve ölümden sonra rahatlayacakmışım gibi geliyor. Sıkışıyor gibi. Nefes alacaksam ciğerim kadar nefes alabiliyorum. Hayatta öğrenmemiz gereken bir sürü şeyler var. Bunları öğrenip gittikten sonra özgürleşecekmişim gibi geliyor.
Mesela ben ölürsem benim arkamdan kimse ağlamasın istiyorum. Gülsünler, aman oh istediği gibi bir hayat yaşadı da gitti. Çünkü ben ölenden çok, geride kalana acıyorum. Çünkü öldükten sonrasını bilmiyoruz. Muhtemelen bedenden bir rahatlama vardır, açığa çıkma. Ama geride kalan için çok zor, ayrılık acısı. Oğlumu annesiz bırakmasın, annemi de evlatsız bırakmasın diye yaşam bana biraz daha yaşanılası geliyor. Ama annem olmasa, çocuğum olmasa ölsem çok gam yemem diye düşünüyorum. İnsan ölümden sonrasını bilmediği için, ölüm korkusu da verilen en büyük ceza olduğu için insanlar bugün bu kadar kolay yönetilebiliyorlar. Eğer insanlar ölümden sonrasını bilebilselerdi bu kadar kolay yönetilebileceklerini zannetmiyorum.
n Çok asiydim diyordunuz bir röportajınızda. Hala öyle misiniz?n Eskiden çok inatçıydım. Şimdi öyle değilim. Asilik, fevri davranış anlamında olmasa da hayata karşı ters köşe duruşlarım ve yaptığım işlerdeki ters köşe hareketler olarak addedilebilir. Popülist işler yapmadığımı düşünüyorum özellikle müzikle ilgili. Koyun psikolojisinde, sürü halinde gitmediğimi düşünüyorum.
n Çok kavgacıymışsınız çocukken...
n Kuru gürültüydüm. Çok fazla girişmezdim kimseye. Çünkü özümde kavgacı bir insan değilim. Ama mesela bir güç gösterisi, o zaman güçlü görünme ihtiyacı falan... Hala görüştüğüm 20 yıllık bir arkadaşım vardır, Zeynep, o mesela çok sertti. Böyle sinirlendiği zaman damarı çıkardı. O döverdi. Ben kavgacıymışım gibi görünürdü ama kavgaya o girerdi. Ben ona güvenirdim. Ama özümde kavgacı değilim kesinlikle. Kesinlikle uzlaşmacıyım. Önce karşımdakini çok net anlamaya çalışıyorum. Tartışmanın selameti bakımından önce karşımdakinin ne dediğini anlamam lazım. Çünkü seviyorum tartışmayı. Oradan ben bir yere varacaksam seviyorum.
BU ÜLKEDE SİYASET BANA GÖRE DEĞİL
n Siyaset hiç size göre değil yani?n Siyaset burada bana göre değil şu anda. Bu memlekette bana göre değil. Gerçekten etik değerlerin yüksek olduğu, insanların tepki gösterdiği, siyasetçilerin daha şahsiyetli ve onurlu olduğu bir yerde zevkle yapabilirim; siyaseti seviyorum. İnandığım bir şeyi dile getirmeyi seviyorum. Toplum için çalışmayı seviyorum.
n Ama siyaset yapma zemini bu kirli zemin olmamalı.n O kadar güçlü değilim ben. Buradaki siyasete dayanabilecek kadar değilim. Burası çok kirli çünkü. Yurt sathında bir kirlilik olduğu için hiçbir şeye inanmıyorum. Buradaki siyasetin de kirletildiğini, çok daha büyük bir sistem ve organizasyon, hatta büyük bir proje için buranın, özellikle kirletildiğini düşünüyorum. Burada yapacak hiçbir şey yok. Sadece kapımın önünü süpürmeye çalışıyorum varlığımla birey olarak. Bunu da herkese salık veriyorum. Toplum içinde birey olarak, üniversitelere söyleşilere gitmem, kadınlar için çalışmam, kültürel farklılıklarla ilgili, çevreyle ilgili sürekli bir şeyler yapmaya çalışmam hep, tek başıma bile olsa bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüğüm için... Ben kapımın önünü süpürüyorum, herkes süpürürse sokak temiz olur. Ataol Behramoğlu’nun çok güzel bir şiiri var. O kadar güzel bir şiir ki. Herkes kapısının önünü süpürse yeter diyor.
n Bu arada, kadınlar için çalışıyorum dediniz, son dönemde DMC’den çıkan "Güldünya Şarkıları" adlı albümde siz de Kibritçi kız adlı şarkıyla, Aile içi şiddete son kampanyası içerisinde yer aldınız.n Evet. Toplumsal olarak herkesin elinden geleni yapması gereken bir konu. Şiddet ailede başladı mı, gelecekteki, toplumu yönetenler, eğitenler, yönlendirenlere kadar tekabül eden bir sonuç yaratıyor. Medyaya da çok iş düşüyor bu anlamda. TV’lerde, gazetelerde şiddet o kadar sıradanlaştırılıyor ki, bir zaman sonra bu, bir dil haline dönüşüyor. Yani insanlar şiddeti bir iletişim biçimine de dönüştürüyorlar. Polis, devlet, asker, patron, koca, baba, ağabey vs hepsi bunun onların hakkı olduğunu düşünmeye başlıyor, bunu uyguluyor; ve daha da kötüsü kadınların da bir kısmı bunun böyle olması gerektiğine inanıyor. Yani mesela kocamdır döver de sever de diyen, kadın; çocuğunu yetiştiren kadın; ama gördüğü, şiddetten başka bir şey olmayan kadın da çocuğuna şiddet öğretmiş oluyor. İnsanın, dediğim o tekamül sürecinde, empati kurmayı öğrenmesi, kendini, karşısındakinin yerine koymayı öğrenmesi gerekiyor, belki böylece
seçilen dilin şiddet olması yavaş yavaş önlenebilir. Bir farkındalık yaratmak bakımından bu albümün önemli bir misyonu var bence. Ben, sözü ve müziği bana ait olan "Kibritçi Kız" adlı şarkıyla dahil oldum bu projeye. Kadına dair şarkıların bir arada olduğu ve önde gelen kadın şarkıcıların olduğu "Güldünya Şarkıları" albümünden elde edilecek gelir, "Aile içi şiddete son" hattına aktarılacak. Bu hattın numarası 0 212 656 96 96.
n Ankara size ne ifade ediyor?n Ankara ya da İstanbul diye ayırmak istemiyorum ama bu topraklar benim için çok şey ifade ediyor. Yaşadığım toprakların hikayesini çok seviyorum ama ne kadar çok seviyorsam o kadar çok üzülüyorum. Çünkü öyle enteresan bir toprakta yaşıyoruz ki, kimseye ait değil. Bize ait değil. Çünkü tarihe baktığmızı zaman, Romalıların, Hititlerin, Likyalıların, Bizansların, Osmanlıların, Süryanilerin, Kürtlerin, Lazların, bir sürü başka etnik grubun da yaşadığı, bir sürü imparatorluklardan bir çok etnik gruba kadar çok farklı kimlikleri beslemiş bir toprak burası. Güzelliği ve zenginliği buradan kaynaklanıyor ve bu farklılıklardan oluşan zenginliğimizi, biz büyük bir cahillikle, düşmanlık vesilesi ediyoruz.
n Burada yine aidiyet duygusuna geliyoruz.n İnsanın sadece anadiline ait olduğunu düşünüyorum. Aidiyeti bir tek burada hissediyorum, kullandığım dile ait hissediyorum kendimi. Bir şeyi anlatırken kullandığım ana dilime. Ne olursa olsun. Onu kullanma biçimim, kendimi anlatabilme, ifade edebilme biçimim. O yüzden insanların kendi dilini kullanması gerektiğini düşünüyorum. İnsan bir tek diline ait hissedebilir kendini. O bir reflekstir. Bireyselliğini açığa çıkarabileceği, içindekini ortaya çıkarabileceği, insan olduğunu farkına varabildiği ve bunu dile getirebildiği tek şey.
İstanbul’s Secret’s ip atladığım albüm
n Sek albümünde güftesini en sevdiğiniz şarkı hangisi?n Güftesi ve bestesiyle birlikte çok sevdiğim, ’Hastayım yalnızım seni yanımda sanıp da bahtiyar olmak isterim.’ O özellikle bestesi inanılmaz güzel bir şarkıdır. ’Güzel bir göz beni attı bu deli sevdaya...’ Bir şarkıcıyı söylerken hazzın doruklarına ulaştırabilecek bir şarkı.
Ben müziği refleks halinde algılıyorum. Ana dil gibi. Düşünmeden nasıl konuşur insan, bir yabancı dil konuşur gibi değilim yani. Yoksa müzikle ilgili derin veya akademik bilgim yok. Müzikte benim kendime has notalarım var. Gülüyor orkestradaki arkadaşlarım bana. Kalp atışı diyor biri, öbürü diyor ki rezistans teli. Bir algılama biçimim var.Fakat onlara tarif ettiğimde anlıyorlar nerede ne yaptığımı. Müziğin bende bir takım karşılıkları var. Orada kural yok. Kural olmadığı için daha özgürüm belki de. Müzik bilgisi bazen insanı kısıtlıyor. İstanbul’s Secrets’ta bunun tadını çok iyi çıkardığımı düşünüyorum.
Ama bir yerde klasikte mesela, uygulanması gereken prensipler var. Sek benim o prensiplere uymam gereken yerdi. İstanbul’s Secrets benim ip atladığım deneysel bir albüm.
n Tek bir albüm yapma imkanınız olsaydı hangisini yapardınız?
n Çok acımasızca oldu. Düşünmediğim bir yerden geldi. Yok yok! Kesinlikle Sek. Çünkü o müziği söylerken benim için başka bir boyut başlıyor sanki. Hiçbirinde o kadar keyif almıyorum.
Ölüm sadeleşme kurtulma hali
n Hayattaki en sek duygu ne?n En sek duygu henüz çok az kişinin ulaşabildiği, herhalde nirvana gibi bir şey olsa gerek. Sek olabilmek için her şeyden arınabilmek gerek. Her şeyden arınabilmek o kadar zor ki. Buna aşk diyemeyeceğim, evlat, annelik falan da diyemeyeceğim. Bütün bunlardan sıyrılıp varoluşla bütünleşme hali. Orada bedenin, düşüncenin, mülkiyetlerin, aidiyetlerin olmadığı bir arınma hali. Belki ölüm çok sek bir şey olabilir. Ölümü hep karamsar gibi algılıyorsunuz ama asla karamsar bir yerden söylemiyorum. Böyle bir açığa çıkma, kurtulma, sadeleşme hali.
n Hiç yazar mısınız?
n Yazıyorum ama tamamıyla kendim için yazıyorum. Bazen çok dağınık yazıyorum. Bazen bazı paragraflarım oluyor. Geçen gün oturdum mesela, niye insanlar bağırarak şarkı söylüyorlar diye bir şey yazdım. Çok gürültü var, çok kalabalık. Her yer çok dolu. Bu kadar herkesin herşeyi yapmaya çalıştığı, yaptığı ve bu kadar çok kalabalık olan bir yerde insanlar seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Aradan sıyrılmak istiyorlar. Aslında çok bağırmaya gerek yok. Tam tersi daha çok bağıran o gürültüye karışıyor. Belki de Sek’in bu kadar etkili olması insanların üzerinde, hiç bağırmadığım için olabilir. Ama yazar olmak gibi bir emelim yok. Herkes zaten benim kadar yazıyor. Bazen yazmak, bir fikri bir düşünceyi sağlamlaştırmak açısından çok faydalı oluyor. Buna ihtiyaç duyuyorum.
Yazılanı yaşayayım dedim bıraktım kendimi hayata
n Çocukken nasıl bir hayat düşlüyordunuz?n Hiç idealist olmadım sanırım. Hep böyle, ne oluyor diye seyrettim hayatı. Küçükken de çok hayal aleminde yaşardım. Kendimi daha yalnızlaştırıp kendi dünyasında çözümler üreten, orada yaşayan, o hayaller içinde yüzen bir çocuktum. O yüzden benim için hep
rüya gibi hayaller vardı. Şöyle yapacağım, böyle yapacağım gibi hedeflerim hiç olamadı. Hatta kendime hedef koyamadığım için çok hayıflanıyordum ilk gençlik yıllarımda. kendime sanal hedefler koyup koyup hiçbirine de ulaşamadım. Tabii doğru hedefler koyabilmem için kendimi iyi tanımam gerekiyormuş aslında; tanımıyordum. Kendimi tanıma sürecinde koyduğum hedeflerden daha büyüklerine ulaştım ama sonra da anladım ki, yazılan bir hikaye var ben de onu yaşayayım bari dedim. Bıraktım kendimi hayata.
Tek BaşınalıkŞEVVAL Sam’ın sözünü ettiği Ataol Behramoğlu’nun Tek Başınalık isimli şiiri söyle:
Ben tek başıma ne yapabilirim
Diye düşündü biri
Ve hiç bir şey yapmamaya karar verdi
Ben tek başıma ne yapabilirim
Diye düşündü bir öteki
Ve yalnızlığının kuytuluğuna çekildi
Ben tek başıma ne yapabilirim
Diye düşündü bir üçüncü
Ve tek başına düşünmeyi sürdürdü
Ben tek başıma ne yapabilirim
Diye düşündü yüz binler
Tek başınalıklarını
Sürdürdüler.
Ben tek başıma ne yapabilirim
Diye düşündü milyonlar
Milyonlarcaydılar
Ve tek başınaydılar.
Bu arada
Birileri
Onlar adına
Kararlar
vermekteydi.
Tek başına olduklarını sananlar
Topluca ortadan
Kaldırıldılar."