Güncelleme Tarihi:
Taştan, savcılık mesleğinin yanı sıra ‘şair kimliği’ ile de tanınıyor; akademik çevrelerde ve edebiyat dergilerinde bu sıfatla adından söz ettiriyor. Kısa bir süre önce, ‘Bu Kapıdan’ adlı üçüncü şiir kitabı çıktı. Taştan’a bir savcıyla aynı bedende yaşayan şairi sorduk. Sanıldığının aksine “Savcılar da duygusaldır” diyen Taştan’la şiiri konuştuk:
* Savcılar genelde sert mizaçlı, ısrarla “kanun” diyen insanlar olarak bilinir; şairler ise duygusal... Bu iki sıfatı birlikte nasıl taşıyorsunuz?
Aslına bakarsanız her ikisinin de bir takım şekli kuralları vardır. Bu birinde mevzuattır, diğerinde sanatsal unsurlar... Eğer kurallar tek başına bu iki işi yapmaya yetseydi, bütün bilgiler, gelişmiş bilgisayarlara yüklenir, mükemmel sonuçlar vermesi beklenirdi. Ama bu yapılmıyor? Niye? Çünkü her ikisinde de insan gerçeğine inmek gerekiyor. Onun için rahatlıkla denebilir ki, savcılar da duygusaldır ve de öyle olmalıdır. Eğer duygu boyutunu yok sayarak bu işi yaparsanız, günün birinde o meşhur piyesteki “reis bey” gibi, haksız yere mahkum ettirdiğiniz kişiye, ‘dünyada suçu bağışlanmadık insan kalmaması için beni affedin’ demek zorunda kalabilirsiniz. Böyle bir yanılgıya düşmemek için, empati yoluyla olayın taraflarını anlamaya çalışırsınız. Bunu yaparsınız ama duygusallığa teslim olmaya hakkınız yoktur.
EMPATİYİ BİR YERDE BLOKE EDİYORSUNUZ
Çünkü teslim olmaya kalktığınızda da en ağır suçu işleyen kişinin arkasında da masum bir eş, masum bir çocuk, masum bir anne olduğunu görürsünüz. Onu gördüğünüz de belki işinizi doğru yapma noktasında bir tereddüte düşebilirsiniz. Dolasıyla işinizi yaparken zaafiyete düşmeme adına o empatiyi belirli bir yerde durdurmak, bloke etmek zorundasınız. Ama doğru sonuca varmak için, dile dökülmeyen o sessizliği mutlaka okumak gerekir.
* Savcı ve şairliğin sizin hayatınızdaki yeri nedir?
Onlar iki yanımdan akan iki nehir gibidir. İkisi de insana akar. İkisinin de dayanılmaz bir cazibesi vardır. Biri dış dünyaya yansıyanın, diğeri görünmeyenin peşinden gider. Birinde kamu vicdanını tatmin edecek sonuca varmak için çırpınırsınız; diğerinde okuyucunun gönlünde yer tutacak bir şiiri yazmak için... Ben o iki nehri de çok seviyorum. Biri dersimse, diğeri benim teneffüs vaktimdir ya da kendimi gerçekleştirme alanım... Şunu da söylemeliyim ki, öldükten sonra bu dünyada var olmaya devam edeceksem, bu savcı kimliğimle değil de, şair kimliğimle olacağını umuyorum.
* Biri diğerini etkiliyor mu?
Kesinlikle... Şiir, iyi bir kültürel arkaplan, dil hakimiyeti ve gramer vukufiyeti gerektiriyor. Şiir için edindiğim bu birikimi, mesleki faaliyetimde kullanıyorum. Savcılık, önyargılardan uzaklaşmayı, insana insan olarak bakmayı gerektiriyor; şiirimi de bu evrensel bakış açısıyla şekillendirmeye çalışıyorum.
YENİ BİR KİTAP OKUMANIN HEYECANINI VERİYOR
Şair kimliğinizle ile hukukçu kimliğinizin buluştuğu zamanlar olur mu ?
Bazen olur. Bundan on yıl önce, Adana Cezaevi’nde, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle program planlanmıştı. Şairlik yönümü bilen personelim benden, o gece için bir şiir istemişti. “Hangi yasak meyveye uzandı ki ellerin / Gözlerin pınar gibi birden boşaldı kadın” mısralarıyla başlayan mahkum kadın temalı şiir böylece doğdu. Epeyce de olumlu yankı buldu.
Hakim-savcıların genel anlamda şiire edebiyata ilgisi nasıldır?
Çok yoğun bir tempoda çalıştıkları için başka alanlara, bu bağlamda şiire ve edebiyata düzenli şekilde zaman ayıranların sayısının çok fazla olduğunu söyleyemem. Ama çoğunun yanında şiir bahsi açıldığında, yüz kaslarının gevşediğini, o duyguyla hemhal olduklarını görüyorsunuz.
Yeni kitabınızı birkaç cümleyle anlatmanızı istesek?
Otuz yıllık bir şiir serüvenin hülasası.. Gelenekten izler taşıyor ama başkasının izinden gidenlerin kendi ayak izlerini bırakamayacağının da farkında... Okuyucusuna ‘bir gün bir kitap okudum hayatım değişti’ dedirtecek çapta değil, ama yeni bir kitap okumanın heyecanını verecek türde...
Şiir okuyucusunun az olması şair olarak sizde karamsarlığa yol açıyor mu?
Pazar yeri kalabalık olur ama herkes aldığını bir iki gün içinde, hadi bilemedin bir hafta içinde tüketir. Antika dükkanları sakin olur; çoğu insan yerini bile bilmez. Oradan bir şey alanlar da, tüketmek için değil, hayatlarına katmak için götürürler evlerine.. Şiir de böyle bir şeydir işte... Müşterisi az ama özeldir...