Haşim KILIÇ
Oluşturulma Tarihi: Ocak 10, 2012 00:00
Türk tiyatrosunun usta isimlerinden Semih Sergen, oyunculuğun yanı sıra yönetmen ve şair kimliğiyle de anılıyor. Hayata tekrar gelse yine tiyatroyu tercih edeceğini anlatan oyuncu için Türk insanının batı sanatıyla tanışması mucizevi bir olay.
Konservatuar yıllarında Alman hocalardan batı tiyatrosu eğitimi aldıklarını ve temsiller sergilediklerini anlatan Semih Sergen, eğitim için geldiği Ankara’da seyirciyi çok sevdiğini ve İstanbul’a dönmeyi hiçbir zaman düşünmediğini belirtti. Sergen, tiyatro geçmişini ve anılarını Hürriyet’e anlattı.
“Uzun yıllardan beri, hatta tiyatrodan önce şiire başladığım ve tiyatronun ana öğelerinden biri olduğu için doğrusunu söylemek gerekirse şair diye anılmayı tercih ederim. Ancak mesleğim oyunculuk. Bir akademisyen de olabilirdim. Tiyatro, insanlara ulaşılabilmenin bir yolu. Hayata ikinci kez gelsem yine tiyatro yapardım. Çünkü, kendi ülkesinin insanına eksiklerini göstermeyi, doğruların ya da onun doğrularının ne olduğunu söylemek hoş bir şey. Şiir de böyle. Asosyal olduğun zaman şiir olmuyor.
11 yaşında başladım
Sarıyer Tiyatrosu çocuk oyuncu arıyordu. Ben de kapıdan dinliyordum. O kadar kulağımı dayamışım ki, kapı aniden açılınca içeri düştüm. İçerideki yönetmen beni çağırdı ve en öne oturttu. Sahnede çocuklar oturmuş, “Elif Lam” okuyorlar sallanarak. Hoca sakallı dede, ‘Olmuyor olmuyor’ diye bağırıyordu. İçimden “Bana bir söylese bunu nasıl yapabilirdim” diyordum. Sonra beni çağırdı ve ben çok iyi yaptım. Tiyatroculuk hayatım böyle 11 yaşındayken başladı. Ondan önce Fatih’te yılsonu müsameresi vardı. Herkes babasının mesleğini anlatıyordu. Benim babamda işçiydi. Annem babamın tulumunun benzerini dikti, Elimde anahtarla ben de bir işçiyim diye seslenmiştim.
Tiyatroyu seçtim
Babam ısrar ediyordu, büyük dedelerimin bir kısmı da amirallik yapmış. Evdekiler de bana bahriyeli elbisenin yakışacağını düşünüyordu. Askeri okul sınavına girdim, yedek olarak kazandım. Ama ben tiyatroyu seçtim. O zamana kadar yaşımız ilerledikçe oynadığımız rollerde değişti. İstanbul Erkek Lisesi’nde yönetmenlik ve oyunculuk yapıyorduk. Bizden önce onun geleneği vardı. Münir Özkul’lar başlatmış. Sonra halk eviyle İstanbul’da turneler yapıyorduk. Cahide Sonku o dönem ortalığı yıkıyordu. Onun gibisi zor gelir. Çok müthiş oyunlar seyrettim.
Ankaralı çok çabuk alıştı
Konservatuar için Ankara’ya geldim. O zaman Cebeci Konservatuarı diye anılıyordu. Konservatuardan sonra Ankara’da kaldım. İstanbul’a gitmeyi hiç düşünmedim. Başkent seyircisini çok sevdim. Çünkü biz Alman hocalardan eğitim aldık, batı tiyatrosunu öğrenmeye ve eserler sergilemeye başladık. O dönem ‘Acaba Ankaralılar bu oyunlara gelir mi’ diye düşünüyordum. Bizim konservatuar oyunlarımızı Ankaralı gelip, seyrediyordu. Bu kadar kısa sürede batı sanatıyla tanışması ve izlemesi akıl almaz bir şey. İnsan iyi bir şeyi bulduktan sonra bunun dönüşü yok. O bakımdan Ankara’nın seyircisi iyi oyunları, biz batılı anlamda akademik tiyatroda eğitim alırken seyretti. Bale ve operada da böyle oldu. Bizim dönemimizde çok çalışkan öğrenciler vardı. Müşfikler, Yıldırım Önallar, Kerim Avşarlar, Haluklar? Çok ciddi bir yarışma vardı aramızda ama yakın dostlardık.
Ben Batı sanatına geçişi biraz mucizevi buluyorum. Çok kolay bir mesele değil. Dame Ninette de Valois’in Türk balesini kurduktan sonra gitmeden önce bir sohbeti var. Bir Türk sanatçısı olarak çok onurlandım. Çünkü Valois ‘Kuzey Afrika’daki baleleri ben kurdum. Londra ve Paris’te büyük hizmetlerim vardı. Türkiye’ye gelene kadar milletlerin birbirinden yetenekli olacağını düşünmemiştim’ dedi. ‘Burada çalıştıktan sonra anladım ki milletlerinde yeteneklileri var’ dedi. Bizim çocuklarımız birden bire Amerikalara, Avrupalara gittiler ve baş dansçı oldular. Sanat konusunda Türk insanını çok yetenekli buluyorum.
Sanat yasası
Dünyanın her tarafında sanata ilgi düşüktür. Amerika’da Broadway turistlerin dikkatini çekiyor. Teknik açıdan çok ilerideler. Biz bezlerle, tenekelerle uğraşırken, onlar dekorları lazerlerle kuruyor. Sanatın oyuncu, yönetmen ve metin olduğunu düşünürsek dünyada iyi bir yerdeyiz. Bizim oynamadığımız hiçbir yazarın oyunu yok. Dünyanın bütün ünlü yazarlarının oyunlarını oynuyoruz. Çünkü yasamız böyle. Türk tiyatro yazarları ve dünyanın ünlü yazarlarının oyunlarıyla Türk tiyatrosunu geliştirmek yasamızda var. Onun için meddah ve orta oyunundan sonra batılı anlamdaki tiyatroyu Türk tiyatrocular çok güzel düzenledi.
Sefaletin şiirini yaşadık
Ben galiba tiyatronun şımarık yada şanslı ve çalışkan çocuklarından biriyim. Çok severek yapıyorum bu işi. Geceleri sahnede çalıştığım günleri hatırlıyorum. Çok fakir bir ailenin çocuğuyduk. Kavun alabilmek için para biriktirirdik. Kavun alırdık ve komutla keser yerdik. Böyle bir sefaletin şiirini de yaşadık. Tiyatroyu çok sevdik, tiyatronun bir mucize olduğuna inananlardanım. Ülkeni tanıyorsun.
Çok fazla işsiz oyuncu var
Eskiden biz geliyorduk ama bizim işimiz hazırdı. Devlet Tiyatroları bizi bekliyordu. Şimdi öyle değil. Üniversiteye teslim ettiğimiz andan itibaren işler değişti. Herhangi bir fakülte gibi düşünüldü. Bu yetenek işi ve yeteneğin üst düzeyde irdelendiğini göremiyoruz. 25 konservatuar var. Her yıl 500 öğrenci mezun oluyor ve bunlar için kadro yok. Bu işin üniversiteler tarafından yapılması konusunda en baştan hata yapıldı. Ama bir taraftan da avantajlı yanları var. Mezun sayısı arttıkça rekabet artıyor ve bu öğrenciler daha yırtıcı olmaya başlıyor, farklı projeler üretiyor.”