SAÇMALAMA" dedi Babam. "Yazsan ne olur? Çocuklar ne anlar Küresel Isınmadan?. Amerikan Devlet Başkanlığı’na aday olan Al Gore da yapmıştı bu filmi, Ankara’da bazı sinemalarda oynadı, kaç kişi izledi ki?"
"İyi de Baba" dedim, "O bir kere, çocuklara yönelik bir
film değildi. İçinde bir sürü şemalar, çizelgeler falan. Bir de, fazla uzundu, iki saate yakın. Hangi çocuk izler ki, baştan sona sıkılmadan?"
Güldü, "Boşver" dedi. "Derslerinle ilgilen, hayatını kurtar."
Aslında konuyla ilk tanışmam, bundan yaklaşık bir yıl önce olmuştu. İlk kez, "Kutuplar Eriyor" başlıklı bir haberdi gözüme çarpan. Bir anne ayı, yanında iki yavrusuyla, küçük bir buzul parçası üzerinde ürkek ve çaresiz, etraflarına bakınıyorlardı. Dört tarafları buz denizi. İçim acıdı, üzüldüm. Ama sadece o kadar. Anlamamıştım konunun önemini. Sanki başka bir yerde olup biten herhangi bir şeymiş gibi algılamış "Sadece o bölgeye, kutuplara özgü bir tehlike olmalı" diye düşünmüştüm. Ta ki, "Nasreddin Hoca’nın gölü kurudu" haberine kadar.
YA OLURSA?Televizyonda izlediğimde, tüylerim ürperdi. Şenliğe gitmiştik bir kez, hayal meyal hatırlıyorum. Koskoca bir göldü Akşehir. Belki de çok küçüktüm o zamanlar. Bana öyle gelmişti. Sarığıyla, cübbesiyle, önde Nasreddin Hoca, arkasında bir yığın insan, göl kenarında toplanmışlardı. Tiyatro sanatçısıymış meğer, ben gerçekten kendisi sanmıştım. Elinde bir yoğurt kasesi, kocaman da bir kaşık, bildiğimiz o fıkrayı canlandırmıştı. Yanındakilerin, "Hoca Hoca ne yapıyorsun?" sorusuna, "Göle maya çalıyorum" yanıtını vermiş, yapma be Hoca, koca göl, maya tutar mı hiç?" biçimindeki alaylarını ise, gülerek yanıtlamıştı:"Ya tutarsa?"
Çok gülmüştük..
Akşehir Gölü kurumuştu ha?. Koruyamamışlardı. İşte o an, düşünmüştüm, Peki, Nasreddin Hoca bugün yaşasaydı, bu durumu görseydi ne yapardı? Yerden, içi su dolu bir testi alır, kurak toprakların üzerine dökerdi kuşkusuz. Ve sonra, devam ederdi, kızgın; "Şimdi sorun bana, Hoca, ’Ne yapıyorsun?’ diye. Gölümü istiyorum yeniden. Su çalıyorum maya niyetine. Sakın ha, ’Bir testi suyla, kurak toprak olur mu hiç?’ demeyin. Bilmez miyim? Olmaz tabii. Ama, ya olursa?"
"İşte bu" dedim kendi kendime. "Bir film yapılsa, içinde de böyle bir sahne olsa."
CAMLARI KAPALI BİR ARABAYDI DÜNYASonra, birbiri ardına, gazetelerde de, televizyon kanallarında da konuyla ilgili onlarca haberi, daha dikkatli izledim. İklim değişikliği, kuraklık, göçe zorlanan, nesilleri tükenen hayvanlar. Yazıları okudum, internet ortamında bu konudaki tartışmalara katıldım. Tehlike, burnumuzun dibine kadar gelmişti. Herkes, "Geç kalınmadan adım atılması gerektiğinden" söz etmekteydi. Madde madde sıralanıyordu yapılması gerekenler. Odamdaki ampulü değiştirdim. Evdekileri uyardım. Babam, traş olurken suyu açık bırakmasın, arabasını yıkamasın, annem bulaşık, çamaşır makinasını tamamını doldurmadan çalıştırmasın. Hatta, sifona bile, birkaç tane pet şişe yerleştirdim gizlice, bir seferde daha az su aksın diye. Okuldaki çalışmalara da katıldım, gönüllü oldum.
Bir işe yaramamış olmalı ki, ardı arkası kesilmedi haberlerin. Güneşin altına bırakılmış, camları kapalı bir araba gibiydi sanki dünya. Üstelik, üzerine de kalın battaniyeler örtülüydü. Isındıkça önce buzullar, karlar eriyor, karalar ortaya çıkıyordu. Karalar, kapkaraydı, daha fazla emiyordu güneş ışınlarını ve giderek daha fazla ısınıyordu dünya.
DÖNÜŞÜ OLMAYAN NOKTAZaman giderek azalıyordu ve geri dönüşü olmayan o noktaya hızla yaklaşıyorduk.
Babam, "Boşver, derslerinle ilgilen, hayatını kurtar2 demişti ya, o bile anlamış değildi konunun önemini. Ben, babamın yaşına geldiğimde, hayatımı kurtarmış olacaktım belki ama, üzerinde yaşanacak bir dünya kalmadığında, bunun ne önemi olacaktı? İçinde bulunduğumuz duruma bakılırsa, diğer babaların da çok farklı düşünmedikleri kesindi. Bunun suçu kendilerinde değildi belki de. Onlar bizim yaşımızdayken ne öğrendilerse, şimdi bizlere de onu öğretmekteydiler.
Doğa ve çevre bilinci çok erken yaşlarda, özellikle öğrencilik yıllarında oluşturulmalıydı ve en büyük eksiklik buydu.
Geç kalmadan daha fazla insan, daha fazla şeyler yapmalıydı, tabii ki ben de. Örneğin, ilk gün düşündüğüm gibi, bir film ile anlatabilirdim öğrendiklerimi. Öyle bir film olmalıydı ki, önce kendi arkadaşlarım, benim yaşımdakiler izlemeli, küresel ısınmanın nedenlerini, etkilerini ve sonuçlarını görebilmeliydiler.
Ve film, bir ders saati süresini geçmemeliydi.
FİLMİM ÇOK ŞEYİ DEĞİŞTİRECEK Heyecanlandım. Böyle bir film, belki de dünyada ilk kez yapılmış olacaktı. Başarabilirsem, sadece bizim okulumuzda değil, Ankara’daki tüm ilköğretim okullarında gösterilecek, hatta belki de ülkemizin diğer okullarına da gönderilebilecekti.
Konu mu? Hazırdı.
"Küresel ısınma ve iklim değişikliği" hakkında yakın çevrelerini bilgilendirme çabası içerisindeki beş çocuk karşılaştıkları tüm engellere rağmen, bu sorunun etkileri ile ülkemizde ve dünyanın dört yanında iç içe yaşamakta olan çocuklarla iletişim kurarak elde ettikleri kısa görüntülerle de renklendirdikleri filmlerinin ilk gösterimini, kendi okullarında gerçekleştireceklerdi."
Evet, küresel ısınmaya karşı, bir "çocuk filmi senaryosu" yazdım. Tam 52 sayfa.
Bitti mi? Tabii ki hayır. Şimdi, bu senaryoyu "film" haline getirmek için sponsor arıyorum. Bulduğumda, "Ben küresel ısınmaya karşı bu filmi yaptım" diyebileceğim.
Ve eminim ki benim filmim, çok şeyi değiştirecek.