Rüya YELSALI
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 29, 2009 00:00
Psikiyatri ile sanatı buluşturan Psikeart Dergisi, kendi alanında bir ilk olma özelliğini taşıyor. Psikiyatrlar, edebiyatçılar, akademisyenler, yazarlar derginin ilk üç sayısında, "Tutku ve Kıskançlık", "Stigma" ve "Unutmak" konularında yazdılar. Yayın kurulu "Ankaralı" olan derginin yeni sayısının teması ise "Aşk".
PSİKİYATR ve edebiyatçılardan oluşan yayın kurulunun çıkardığı Psikeart Dergisi, kendi alanında bir ilki gerçekleştirdi.
Psikiyatri ile sanatı buluşturan dergi ilk üç sayısında, psikiyatrları, edebiyatçıları, akademisyenleri, yazarları "Tutku ve Kıskançlık", "Stigma" ve "Unutmak" temalarında bir araya getirdi. Derginin yeni sayısının teması ise "Aşk".
Sadece psikiyatrlara değil, psikiyatri ve sanata ilgisi olan herkese hitap etmeyi amaçlayan derginin öyküsünü, Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Mazhar Koçak ile konuştuk.
Derginin çıkış kaynağı nedir?
Derginin çıkış çalışmaları 2003 yılına dayanıyor. Biz 2003 yılında genel psikiyatrlara dağıtılacak bir dergi hazırladık ve böyle bir çalışmanın sürekli olmasına karar verdik. Tematik bir dergi bildiğiniz gibi. Psikiyatri ile sanatın ortak temaları üzerine Türkiye’de bir derginin iyi ve farklı olacağını düşündük.
Ortak temayı siz mi yaratıyorsunuz, yoksa var olan benzerlikler üzerinden mi gidiyorsunuz?
Bizim yarattığımız söylenemez çünkü sanatla psikiyatri, antik dönemden günümüze kadar sürekli birbirini yoklamış iki alandır. Hem o işi yaratan sanatçılar açısından, hem de sanatçının ortaya koyduğu ürünler açısından sanat psikiyatrinin, tıp adamlarının, felsefecilerin, hep ilgi odağı olmuş bir alan. Bu yüzden giderek ortak temalarda karşılıklı ürünler önermişler. Biz de bunların içinden hem toplumsal beğeniyi sağlayacak, insanları bilgilendirecek, hem de sanatsal zevklerini doyuracak entelektüel bir çaba iyi olur dedik. Sonucunda bu dergi çıktı.
Konuları belirlerken öncelikli olarak sanat üzerinden mi, psikiyatri üzerinden mi gidiyorsunuz?
Aslında bunu yanıtlamak zor. Çünkü yazı bazında bazen saant öne çıkıyor, bazen psikiyatri. Ama genel yayın yönetmenimiz bir psikiyatr. Zaten proje de O’nun projesi. Bu nedenle zaman zaman psikiyatriye ağırlık verdiğimiz anlamına gelebilir, ama temel olarak önce şuna ağırlık verelim gibi sistematik bir davranış bir biçimimiz yok. Örneğin ilk sayımızın başlığı ’Tutku ve Kıskançlık’ oldu. Dedik ki tutku ve kıskançlığa psikiyatri nasıl bakıyor, patolojik yanları nedir, sanat bunu nasıl işlemiş. Bu konuda psikiyatri alanında Türkiye’de söz sahibi ve sanat alanında profesyonel kişilerden yazılarını istedik.
Psikiyatri ile bağlantınız nereden geliyor?
Emin Önder Hoca’nın daha önce 15 yıl yayınladığı ’3P’ dergisinin 10 yılında varım. Emin Hoca ile tanışmamız bu vesileyle oldu. Daha sonra yayın işine atılmaya karar verdik. Hocamız da bunun önderliğine yaptı. Başka yerlere para harcanacağına yayıncılık yapalım dedik. Yaklaşık 3-5 yıldır düşündüğümüz şeydi bu dergi. Biraz da bu dergiyi çıkarmak, geçen yıl kaybettiğimiz iki dostumuz Ulus Baker ve Reha Mağden adına benim için bir görev gibi oldu. Mümkün olduğunca onların yazılarına yer veriyoruz zaten. Bu da dergimizin önemli bir yanı diye düşünüyorum. Dergiye dört elle sarılmamızın nedenlerinden biri budur. Ama tabi esas neden, Türkiye’de bir örneği daha olmayan böyle bir derginin çıktığı zaman ilgi göreceği ve okunacağı varsayımından ileri geliyor.Şimdilik de iyi gidiyor. Bir de derginin yayın kuruluna da baktığınızda Ankaralı bir dergi olduğunu da görürsünüz.
Ankaralı olmanın ne gibi bir farkı var?
Ben her zaman şuna inandım; burada insanlar işlerin ticari yönüyle çok fazla ilgilenmediği için, araştırmaya ve okumaya çok daha fazla vakitleri oluyor. Ankara’da bu entelektüel ve yaratıcı kısım daha fazlaymış gibi geliyor bana. Belki de Ankaralı olmanın verdiği bir duygu bu.
Konulara göre satışlarda farklılaşmalar oluyor mu?
Bir ve ikinci sayımızda satış rakamları arasında büyük farklar olmadı. Bu aslında çok sevindirici bizim açımızdan. Bu şunu gösteriyor; genelde ilk sayılarda insanlar merak eder ve alır. Fakat ikinci sayılarda bir düşüş olur. Bizde böyle bir düşüş şimdilik söz konusu değil. Demek ki alanlar, ikinci kez almayı yeğlediler. Çünkü abone olarak kendimize 1500 hedef koymuştuk, bunun 600’ünü gerçekleştirdik. Dergi kitapçılarda, marketlerde, gazete bayilerinde de satışa sunuluyor.
Daha anlaşılır bir dil
Konu seçiminde okuyucuların dikkatini çekme meselesi ne kadar ağırlıklı?
Çok bilimsel, felsefi ya da tamamen teorik bir dergi değiliz. Bayilerde satılıyorsanız, 5 bin tane basılıp bir kitleye kendinizi okutmayı hedefliyorsanız, mutlaka işin ’popüler’ yanına hem biçimsel hem içerik açıdan bakmak zorundasınız. Biz en başında kapak çalışmalarında buna bakıyoruz. Kitlemizin hoşuna gidecek kapak yaratmaya çalışıyoruz.
Okuyucu istatikleriyle ilgili bilgi geldi mi?
Evet, istatistikler elimize ulaştı. Okuyucularımızın yüzde 98’i üniversite mezunu. Bunun yüzde 15’i de psikiyatr ve psikolog. Bu istatistikler, okumuş etmiş, en azından bir üniversite bitirmiş insanların psikiyatriye gösterdikleri ilgi açısından çok önemli. Günümüzdeki bu bilgi kirlenmesini düşünürsek, insanların psikiyatrik bir konuyla kavramsal olarak bilgilenmek istemesi çok umut verici.
Peki okuyucuların sadece yüzde 15’inin psikiyatr ve psikolog olması neyin göstergesi sizce?
Aslına bakarsanız yüzde 15 hiç de fena bir rakam değil. Ama daha henüz biz de psikiyatr camiasına abone anlamında tam girebilmiş değiliz. O konuda çalışmalarımız sürüyor. Yani ilgililer ya da ilgisizler diyebileceğimiz bir noktada değiliz dergi olarak.
Genelde yayınlarda kullanılan akademik dilin dışında kalmaya özen göstermişsiniz. Yanılıyor muyum?
Hayır, yanılmıyorsunuz. Biz o ağır akademik dilin dışında kalmaya çalışıyoruz. Arkadaşlarımız kendi tarzlarında yazıyorlar. Bilimsel konuda yazabilecek arkadaşlarımız ise halkın anlayabileceği bir dilde yazmaya özen gösteriyor. Biz bu konuyu çok önemsiyoruz ve özellikle üstünde duruyoruz.