Güncelleme Tarihi:
SHAKESPEARE oyunlarından sonra Kenneth Branagh’ı bir çizgi roman uyarlamasında görmek bile Thor’a gitmek için yeterli gerekçe sayılabilir.
Ama yine de siz bu hafta Thor kadar büyük paralarla büyük hikayeler anlatmayan Pina ve Zefir’e öncelik tanıyın.
Yaz tatilini anneannesiyle dedesinin Doğu Karadeniz Dağları’ndaki yayla evinde geçiren Zefir’in günleri annesinin bir gün gelip onu alıp götürmesini beklemekle geçmektedir.
Görkemli doğanın içinde küçücük kalan Zefir, zamanın durağanlığında kendi zamanını da yitirecek, düşleriyle gerçeğini karıştırmaya başlayacaktır.
Neyse ki beklentisi annesinin dönmesiyle son bulur.
Ama Zefir’i almaya değil, hatta daha uzun bir yolculuğa çıkmadan önce ona veda etmeye gelmiştir anne.
Bunu öğrendiğinde Zefir’in öfkesi kontrol edilemez hale gelir.
Gerçek ne, düş ne?
Adını batıdan esen hafif ve ılık rüzgardan alan Zefir, Belma Baş’ın yine bir rüzgar adını verdiği kısa filmi Poyraz’la başladığı “Kadın Kahramanın Rüzgârlar Aşırı Yolculuğu” üçlemesinin ikinci halkası.
Baş’ın gördüğü bir rüyadan yola çıkarak çektiği film, sessizliğin hüküm sürdüğü doğanın içinde bir kız çocuğun yaşam kadar ölümle de tanışmasını anlatıyor ve çocukluğun hiç de masum bir çağ olmadığını gösteriyor.
Doğayı bir aktöre dönüştüren Baş, rüyasına çocukluk anılarını da ekleyip oyuncularını ailesinden seçerek seyircinin gerçeklik algısıyla oynuyor.
Zefir’le birlikte neyin gerçek neyin düş olduğunu karıştırmaya başladığınız filmin finali de seyircinin yorumuna bırakılıyor.
Pina: Sarsıcı bir başyapıt
Bu haftanın en iyisi, yılın da en iyilerinden Pina ise çağımızın en önemli koreograflarından Pina Bausch’a yazılmış bir ağıt.
Kameranın arkasında da bizlere Paris, Texas, Arzunun Kanatları, Sırlar Oteli gibi pek çok modern klasik bağışlamış efsanevi yönetmen Wim Wenders var.
Çekimlerine Bausch’un ölümünden önce başlanan filmin 2009 yazında gelen kötü haberle birlikte tamamlanmayacağı söylentileri çıkmıştı.
Neyse ki korkulan olmadı ve Wenders bu görkemli yapıttan bizi mahrum bırakmadı.
Sözün bittiği yerde dansla
Film, Bausch’un modern dansın klasiklerine dönüşen Café Müler, Sacre Du Printemps, Vollmond ve Kontakthof adlı işlerinden yola çıkıyor ve efsanevi Tanztheater Wuppertal Pina Bausch topluluğundaki öğrencilerin kendi Pina’larını anlatışlarını izliyor.
Öğretmen, dost, sevgili, sırdaş, yaslanılacak omuz olan Pina’yı sözün bittiği yerde dansla, dans ederek anlatıyor öğrencileri.
Onların Pina’ya olan sevgilerine tanıklık ettiğimiz bu danslar bir yandan var oluş mücadelesini ya da insan bedeninin kendinden öteye geçme çabasını gösterirken bir yandan da bazı ölümlerin dünyayı ne kadar da eksik bıraktığını hatırlatıyor.
Filmin sık sık kedere düşürmesi de bundan kaynaklanıyor.
Pina sinemada ne zamandır yaşamadığım en sarsıcı deneyimdi. Sakın kaçırmayın.