Parola Norgunk

Güncelleme Tarihi:

Parola Norgunk
Oluşturulma Tarihi: Mart 16, 2011 00:00

HER bir resminde sezgilerinin en yeni kayıtlarını sunan, düşlerinin ıstampasıyla benini tuvallerine mühürleyen ressamın atölyesindeydik bir kış gecesi. Yazar Hasan Ali Toptaş ve şair Ahmet Telli’yle birlikte, yılbaşından bir gece önce konuktuk Habip Aydoğdu’nun atölyesinde.

Boya kokularının tuvallerin tenine dokunduğu bir yerde, geceyi bekledik resimlerin içinde. Onun düşlerine dokunduk gece boyunca. Sonra da ilerleyen saatlerde son sergisinin adını koyduk; “Norgunk”. Aslında Toptaş ve Telli koydu bu adı. Oğuz Atay’ı andık saatlerce. Otuz dört yıl önce, kırk üç yaşında yitirdiğimiz Atay’ın vakitsiz ölümünü, çerçevesinden taşan yaratıcılığını ve zamanı yenen yapıtlarını andık. Uzun yolculuklara çıktık hayatın hüzne boyun eğdiği yollardan. Allak bullak yolculuklara...

Yarı silik aforizmalar

Son sergisinin en son resimlerini bitirmişti Habip. Düşlerle, çağrışımlarla yüklüydü resimleri. İç seslerle boyanmış tuvallerin gramerlerini sökmeye çalıştık. Düşü ve gerçeği eşleyen, çağrışımlarla yüklü imge zincirleriyle kurulmuş resimlerin içindeki iç monologları okumaya, söze dökülmeyen düşüncelerini boyadığı yüzeylere dokunmaya başladık. Çoğu resimlerinde yarı silik aforizmalar vardı. Renklerinin arasına sıkıştırdığı fısıltıyı, iç seslerini duymaya çalıştık. Sezgilerini, iç dünyasının atlasını, zihninden akıp giden düşünceleri; rengin, dokunun yarattığı çağrışımsal görüngülerin içinde okuyup durduk saatlerce. Geçmişe ve yarına açılmış pencereler gibiydi her bir tuval. Anlık duyguların ve algı yığınlarının ördüğü yüzeylerde; çağrışımları yoğunlaştırmış, ruhsal arınmasını tuvale yansıtmış bir sanatçının düş izlerini sürdük.

Hiç bilmediğiniz dünyalar

Resmin dışındaki her sanat alanının olanaklarından yararlanan, dile dökemediği sözcükleri rengin diline dönüştüren, yaşamın izdüşümlerini kendi düşsel prizmasından süzerek tuvallerine yansıtan dostumuzun tuvalleriyle söyleştik. Rüyalarını resminin içinde uyutan; taş, demir, cam, tahta gibi objelerle yarattığı görsel efektlerle sanatını varsıllaştıran bir sanatçının; bakışımızı ve görsel algımızı çeşitlendiren resimleriyle daha uzak yolculuklara çıktık. Sanki Guillaume Apollinaire’in bir dizesi çınladı kulaklarımızda; “Hiç bilmediğiniz dünyalar istemez misiniz?”.

Kırılgan bir duyarlılıkla, gerçeğin suretini sezgilerindeki suretle değiştiren ressamın yaratı beninin derinliklerine indik. Zamanın, mekanın parçalandığı bir gerçekliğin karşısında, kendine özgü bir duruşla yaşamı yeniden biçimlendiren bir sanatçının; öncesiz ve sonrasız metaforlarına tanıklık ettik.Geçmişe ve geleceğe özlemi dindiren imgelerin örgüsünde saklanmış şifreleri ele veren anımsayışlara ortak olduk. Onun, yaşamın ucuna doğru sürdürdüğü düşsel yolculuğuna eşlik ettik.

Renklerin çığlığı

Yıllar önce, onun bir sergisi için; “Geçmişe dalgın bir bakış, bir iç çekiş değil bu resimler; tüm yapıtlarının içine sinen, sanatının sürekliliğini oluşturan değerlerin dünden bugüne sorgulanışı” diye yazmıştım; aslında hem resminin, hem de yaşam serüveninin kesişen çizgilerinin sarmal bir dışavurumu, dünün en uzaklarında kalanlardan anımsayabildiklerinin ve unuttuklarının yarattığı bir med-cezirdi son yapıtları. Bu med-cezirle şekilleniyor son resimleri. Geçmişi bugüne bağlayan köprünün üzerinde duruyor. Her bir resminde, kendini yeniden biriktiriyor hayatla. Oğuz Atay’ın “Korkuyu Beklerken” deki “Norgunk” nidasını son yapıtlarının her birine yüklemiş Habip. Renklerin çığlığı “Norgunk”a dönüşmüş.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!