İbrahim KARAOĞLU
Oluşturulma Tarihi: Şubat 16, 2011 00:00
Ankara’nın en seçkin galerilerindendir.Siyah Beyaz. Yalnızca galeri değil, aynı zamanda sanat dostluklarının yaşandığı, sanatçılarla sanatseverlerin buluşma istasyonudur.
Ya da “Mimar Faruk Sade’nin düşkuyusu “demek daha doğru betimler sanırım bu sıcak mekanı. Kuruluşundan bu yana, ilkeli ve tutarlı bir galericilik geleneği oluşturarak, ülkemizdeki plastik sanatların gelişimine katkılarda bulundu. Faruk Sade, bir yaşam biçimi olarak seçtiği uğraşını, içtenlikle sürdürüyor ve yirmi beş yıldır sanat izleyicilerine sunduğu dört yüzü aşkın seçkin sergiyle, sanatseverlerle paylaşıyor heyecanını.
Bugünlerde heykeltıraş Osman Dinç’in sergisi sürüyor Siyah Beyaz Galeri’de. 1977’den bu yana Paris’te yaşayan ve halen Ecole National De Beaux-Art Bourges’da öğretim görevlisi olarak çalışan sanatçı, bugüne kadar Türkiye’de açtığı sergilerin çoğunu Siyah Beyaz Galeri’de gerçekleştirdi.
Göktaşlarının masum duruşu
Osman Dinç, içinde köklenip gelişen yaratıcı duyarlılığı, doğadaki buluntuların yalınlığındaki sırrı arayan bulucuların titizliğiyle, kendi yalın imgelerini oluşturarak dışsallaştırıyor. Yansıtmak istediği imgelemi, doğal buluntuların sır dolu formuyla çoğaltıyor. En çok demiri kullanıyor Dinç. Yontularındaki sessizlik ve yalınlık, yeryüzüne düşen demirli göktaşlarının doğadaki masum duruşunu örtünmüş sanki. Bilmediğimiz, belki de unuttuğumuz bir dille konuşuyor yontular. Doğaya sessiz bir dille katılan, salınımını, titreşimini yitirmiş yalın nesnelerin sırrına ortak olmak, onların gizil duruşlarındaki dili çözümlemek, onlarla aramızdaki uzaklığı gidermek, makineleşmiş toplumsal aygıtların dişlilerinin arasına sıkışan yabancılığımızdan kaçışı yaşatmak istiyor bize.
“Hala demir çağını yaşıyoruz diye düşünüyorum. Çelik trenlere binmiş, bu barbarlık çağını aşmaya çalışıyoruz. Hepimiz henüz barbarız. İnsan olmaya çalışıyoruz. Demiri bulduktan sonra onunla neler yapmadık. Su kenarında kendi yağlarıyla kavrulan masum kavimlere son verdik. Üzerine kıtaları kapsayan imparatorluklar kurduk. Toprağı bir daha düzelmeyecek şekilde bozduk. Geçtiğimiz yerlerde ot bitmez oldu. Tanklar yaptık. Denizin dibinde deniz kızlarının ödünü patlatan araçlar yapmaya devam ediyoruz. Demirle neden bu kadar uğraşıyoruz? Milletlerin asil kanlarındaki alyuvar, demir mi böylesine çekiyor, demiri?” Yıllar önce bir sergi katoluğunda böyle yazmıştı Dinç. Son yapıtlarında da, demir yığıntısı uygarlığın barbarlığına yine demiri malzeme olarak kullanarak karşı duruyor. Bilgisayarların yarattığı korkunç hayaletler dünyasına, toplum düzeneğinin makineleşmiş, duygudan yoksun nesnelerine, yalın formlarla oluşturduğu yapıtlarıyla karşı çıkıyor.
Yalına bakabilmek
Taşlar, demir, cam ve buğday, Osman Dinç’in en çok kullandığı elemanlar.Tunç çağında kırmızı demir cevheri üzerinde yaktığımız ateşin küllerinden bulduğumuz demir, alevleri en ilkel körüklerle üfleyerek erittiğimiz günden bu yana bizimle. Uygarlığımızın doğaya etkin olduğu dönemde katılmış yaşantımıza. Buğday, dünyanın en eski besin maddesi. Bu elemanları kullanarak, önyargılarından arınmış en çocuksu, en başlangıçtaki yaşam serüvenlerinin yalın, duyarlı ruhunu yansıtıyor yerleştirmelerinde.Düşlerimizi yalınlaştırarak, yalına, az olana yeniden bakabilmeyi bir seçenek olarak sunuyor.