Güncelleme Tarihi:
Kitabın yazarı Meral Akbaş’la bir ders ödevinden yüksek lisans tezine, sonunda da kitaba dönüşen bu ağır yolculuğu konuştuk.
Biz böyle rahatız komutanım!
Neden 12 Eylül ve Mamak Askeri Cezaevi? Sizi bu araştırmaya iten ne oldu?
- Bu soruya ilk cevabım: Güzel tesadüfler... Sevgi Soysal’ın ‘Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’, Mukaddes Erdoğdu Çelik’in ‘Demir Parmaklıklar, Ortak Düşler’i, bu kitaba ilişkin Ayşegül Devecioğlu’nun yazdığı bir yazı, Pamuk Yıldız’ın ‘O Hep Aklımda’sı, ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ı Feride Çiçekoğlu’nun, Pınar Selek’in kendi cezaevi deneyimini bir yazısında paylaşmış olması, arkadaşlarımın hapishane deneyimleri... Okuduklarımı, aklıma gelen soruları nasıl yazabileceğimi düşünürken elimi tutan Delal’in beni Mamak Askeri Cezaevi’nde tutulan Sema’yla tanıştırması... Sevgi Soysal’ın hapishane günlerine dair bir anısı şöyledir: Kadınlardan ‘hazır ol’ ve ‘rahat’ komutlarına uymaları istenir. Komutanın karşısına gelen ve ‘hazır ol’da duran kadınlardan ‘rahat’a geçmeleri istendiğinde, onlar ‘hazır ol’da durmaya devam ederler. Çıldıran ve ‘rahat’a geçmelerini isteyen komutana sözleridir: “Biz böyle rahatız komutanım!” İşte bu anıyı okumak bile, kadınların iktidarı nasıl ve hangi bilinmedik yollarla şaşırttığını, durdurduğunu, sözsüz ve fiilsiz bıraktığını göstermiyor mu? Ben bu anılarda okuduklarıyla çok meraklanan biriydim sadece; kadınlarla konuşmak istedim. Onlar anlattıkça, ben onlardan öğrendikçe, istedim ki bu hepimizin bildiği olsun…
Bu kitap neyin, kimlerin belleği oldu?
- Bu kitap 1980’li yılları başka türlü deneyimleyenlerin de olduğunu hatırlatıyor bize. İnsanların ayakta durma öyküleri var. Şiddete, zora karşı durulabileceğinin öyküleri… Bu anlamda hepimizin belleği. Diğer taraftan, çoğu zaman erkek kahramanların hikayeleriyle, örgütlenme içi ve arası çatışmalarla, ‘mükemmel’ yenilgiyle, 12 Eylül sonrası ‘yolunu bulanlar’la işaretlenen Türkiye Solu’nun başka bir tarihi olduğundan bahseden bir çalışma Mamak Kitabı.
Bu sebeple, geçmişi, ülkenin 70’li, 80’li yıllarını tüm o baskın, hakim anlatıların dışında ve ötesinde yaşayanların ve hatta bu yaşadıklarını henüz anlatmayanların belleği... Aynı zamanda, Türkiye’deki kadın hareketinin tarihinin yazımında da önemli bir yerde duruyor gibi Mamak deneyimi; bu deneyim, biz feminist kadınları solun tarihini yeniden yazmak ve oradaki kadın deneyimini görünürleştirmek konusunda epeyce cesaretlendiriyor.
Kitap sırları ortaya çıkarır
Bu kitap kimlere ulaşacak, nerelere dokunacak?
- Büyük tarih hikayeleri, kahramanlık anlatıları içinde kendine yer bulamayanlara ya da, daha doğru bir ifadeyle, böyle büyük anlatılara yaşam deneyimleri dahil edilmeyenlere, kadınlara, işçilere, kendini dayatan kültürün, etnik veya dinsel aidiyetin, cinsel kimliğin ötesinde duranların sesini kayıt altına alan sözlü tarih yöntemini anlatan ve tartışan çalışmalarda önemli bir vurgu göze çarpar. Sesi duyulmayanlar ya da sesini duyuramayanlar konuştuğunda ve bu konuşulanlar yazıldığında, farklı bir tarih de yazılmış olur. Bu farklı tarih, sadece ötelenenleri görünürleştirmez aslında; bununla beraber, bize farklı bir geçmiş de sunar. Farklı yaşam deneyimlerinin konuştuğu bu geçmiş, bugün ve gelecek için de konuşur aslında. Fethiye Çetin Anneannem kitabında anneannesinin Ermeni olduğunu öğrendiğinde hayatının nasıl altüst olduğunu anlatır mesela; fakat bu altüst oluş, kendi geçmişinin peşinden koşmasını engellemez ve hatta bunu teşvik eder. Gider ve anneannesinin işaret ettiği akrabalarını bulur. Ama bununla kalmaz; deneyimini bir kitap yazarak bir dolu başka insanla paylaşır. Kitaptaki deneyim, başka insanlara kendi ailelerinin sırlarına dair soru sordurur. Ve onlar da konuşmaya, küçük ayrıntıları hatırlamaya başlar... Hatırlarsanız Anneannem’i takip eden Torunlar kitabında başkaları da konuşur ve ailelerindeki Ermenileri anlatırlar. Anlatılanlar, hem başka bir geçmişten haberdar eder bizi ve hem de bugüne dair konuşmaya zorlar. Mamak Kitabı da, öncelikle geçmişe dair bazı yazılı çizili belgelerin sorgulanmasına yol açıyor. Yazılanlarda kendine yer bulamayanlar konuştukça, başka bir tarih görünürleşiveriyor. Ve sırlarını saklayan başkaları da konuşacak belki; bu ‘başka’ tarih yazımı sayesinde kendi deneyimlerinin ne kadar değerli olduğunu fark edecekler çünkü. Onlar konuştukça da biz öğreneceğiz... Umarım...
Çıkanlar ve ‘yeni’ hayat
Asıl zor olanın cezaevinden çıktıktan sonraki zamanlar olduğunu söylüyorsunuz. Kadınlar neyle karşılaştılar, neydi onları böylesine hayal kırıklığına, hatta yıkıma uğratan?
- 1980’li yılları cezaevinde geçirenler, sokağa çıktıklarında başka bir dünyaya adım attıklarını hissediyorlar hemen. Gündelik hayat çok değişmiş bir kere; otobüslere biletle biniliyor; ankesörlü telefonla konuşuluyor; giyilenler, dinlenen müzikler değişmiş; televizyon evlerin baş köşesine kurulmuş; video kaseti diye bir şey var. Ev sohbetlerinin, sokaklardaki karşılaşmaların konuları değişmiş. Önce bu yeni hayata alışmak lazım gelmiş. Bu ‘yeni’ hayatta, cezaevinde kendilerine ne yapılması gerektiğini söyleyenlerin yerini, onları unutmuş gibi yapan başka insanların aldığını görmüşler. Ve bu da onları çok incitmiş. Biraz önce de dediğim gibi, konuşmak istediklerinde dinleyenler hep çok azmış. Bir de tabii ki hayatlarını devam ettirmek zorundalar; en başta iş bulmaları lazım. Onları üzen iş bulmak, çalışmak değil; ama çalıştıkları yerlerde de kendilerini anlatmaları hiç mümkün ya da kolay olmamış. Ama bu sıkıntıların onları durdurmadığını söylemek isterim. Sadece gündelik hayatlarını düzenlemeye çalışmamışlar; siyasetin içinde de kalmaya devam etmişler. Özellikle hapishanelerde yaşananları görünürleştirmek için çok uğraşmışlar; farklı politik örgütlenmelerin kurulmasında, darbeye karşı eylemlerin düzenlenmesinde çalışmışlar.
Bir an önce anlatmalıydım
Kitapta “kaldıkları cezaevinin ve koğuşların krokilerini bile çizdiler” diyorsunuz. Böylesi ayrıntılarla dolu ve iz bırakmış anıları dinlemek, bunlara tanık olmak sizi nasıl etkiledi?
- Kitaptaki krokileri çizen Hayat’tı; saatlerce uğraştı çizmek için... Sadece çizmedi, anlattı da... Bazen o, krokilerin üzerine bu mekanların anılarını yazdı; bazen de ben dinlediklerimi... Görüşmelerin bir kısmını tamamladıktan sonra, benim de zihnimde bir Mamak Askeri Cezaevi oluştu. Kadınlar anlatırken bazen ‘Orası A blok, değil mi; koridoru geçtikten sonra merdivenlerden iniyorsunuz, değil mi?’ gibi cümleler kurduğumu fark ettim. Kafes’in, tabutlukların nasıl yerler olduğuna dair zihnimde bazı resimler belirmeye başladı. Sonra o mekanlar, yataklar, tuvaletin yanında üstte duran pencere kadın hikayeleriyle dolmaya başladı. Çok şey öğrendim ve öğrenmeye devam ediyorum. Dinlediğim hikayeler, en çok umut verdi bana. Evet, üzüldüm, ağladım. Ama kadınların hikayesini dinledikçe, hep benden başkaları da onları tanımalı diye düşündüm. Dinlediklerimi anlatma sorumluluğu, yaptığım her görüşmeden sonra daha da ağırlaşmaya başladı. Bir an önce anlatmalıydım! Bu bir an önce anlatma hissiyle, pek çok arkadaşıma gittim; başkaları öğrendikçe, bu hikaye çoğaldıkça ne kadar mutlu olduğumu anlatamam size.