Güncelleme Tarihi:
Esme ARAS
OYUNCAKLAR Görmesin (2007), Ekmek Balığı (2011), Bir Gece Kediniz Eve Sarhoş Gelirse (2012)’den sonra İletişim Yayınları’ndan çıkan “Alkoliçe” Ankaralı yazar Tarhan Gürhan’ın dördüncü kitabı. “Kendini Kundaklama Dersleri” alt başlığı ile okuyucusuyla buluşan kitap, ilk bakışta bilinen edebi türlerden birine kolay dâhil edilemese de, günce, deneme ve mektuptan oluşuyor. Alkolle “gerçek” ilişkisini anlattığı kitabının adı kadar konusu da algımızda fark(lılık) yaratıyor. “Yaralarım görece banttandır, görece canlı! Okuyana banttan, tanık olana canlı” sözleriyle kendini ve hayatını paylaşıyor. Ağır ve acı geçmişiyle hesaplaştığı kitabında samimiyet var her şeyden önce; satır aralarında romantizm de, mizah da, şiirsellik de… “Hayallerimiz sızarken, içinde kaldığımız ruhlar bizi bahçeye çıkarsalar, her şey daha kolay olacaktı.” diyor mesela. Başarısı da burada yatıyor, anlatımını edebi dille harmanlayabilmesinde. Evet, gerçekleştirdiği mucizesinin ardından yangın(ın)dan kurtardığı ve özenle işlediği sözcüklerini, bugün Ankara Hürriyet okurları için çıkarıyor sırt çantasından…
“Alkolik en çok kendine zarar verir. Belki de bu yüzden kitabın alt başlığı, “Kendini Kundaklama Dersleri.”
-Alkoliçe’de ve diğer kitaplarınızda yer alan özgün biyografinin dışında kimdir Tarhan Gürhan?
Hiçbir şeyin atılmadığı, ziyan edilmediği bir ailede, babaannemin yanında büyüdüm. Her artanı bir başka şeye dönüştürürdü. Ben de bunu öğrendim. Kitaplar da, hayatın ve diğer kitapların dönüştürülmesinden yapılır. İnsanın kendisi hakkında “şuyum, buyum” demesi komik geliyor bana. Kitaplarım çıkana kadar bu soru yoktu hayatımda. İlle de bir şey demek gerekirse, 36 yaşına kadar yazma dürtüsünü alkolle bastırmış bir yazarım, diyeyim. Gerisini siz hayal edin.
-“Alkolün gerçeği kırışını, bazen yok edişini seviyorum” demişsiniz. Alkoliçe gibi bir kitap adı ya da kapak fotoğrafı, gerçeğin ne kadarını yansıtıyor?
Elbette az bir kısmını yansıtıyor. Alkolizm çok geniş yansımaları olan bir hastalık, hiçbir gerçeklik ve tanım, dolayısıyla hiçbir fotoğraf ya da isim onun gerçeğinin tamamını yansıtamaz bence. Kitabı her okuyan, fili bir ucundan tutup da tarif etmeye çalışanlar gibi olacaktır. Alkolik en çok kendine zarar verir. Belki de bu yüzden kitabın alt başlığı, “Kendini Kundaklama Dersleri”.
-Güncelerin yer aldığı bölümde boşlukların fazla olduğunu düşünüyorum. Epey kısaltılarak yayımlanmış izlenimi veriyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Günlüklerin tamamını yayımlayamadık doğru, yayınevi böyle uygun gördü. Dolayısıyla size kitap olarak ulaşan son hâli, ne izlenim verdiyse odur. Bazı okurlar “Tadı damağımızda kaldı, keşke daha uzun olsaydı.” dedi. Az bir kısmı da okuduklarından rahatsız oldu ve “Dahasını kaldıramazdık.” dedi. Her algı başka bir kapıdan giriyor kitaba, çıkarken de kendi
seçtikleri üzerinden yorumluyor okuduklarını. Çok doğal. Bana göre de çok kısa, yaşadığım atmosferi tam olarak yansıtamıyor. Üç şey var Alkoliçe’de, biri dil. Kitabı ne kadar kısaltırsanız kısaltın dili değiştiremezsiniz. İki alıntılar, sadece sayılarını azaltabilirsiniz. Üçüncüsü atmosfer. Kısalınca atmosfer ister istemez değişti. Kafamdaki Alkoliçe bu değil, ama yayınevleri de benim kafamdaki kitapları basmak için kurulmadı. Bu da böyle bir kitap oldu. Eğer ikinci baskı yaparsa, belki “genişletilmiş ikinci baskı” olabilir.
“Alkolik karanlıkta göz kırpar.”
-Nasıl bir kitap yaratmak üzere yola çıktınız? Ya da siz yoldayken zaten kitap yanı başınızda mıydı?
Kitap çıkarmak, kozlu oyunlarda kâğıt açmak gibi. Kimi erken açar, kimi geç. Kimi kâğıdını bekler, kimi heyecanına yenilir. Önemli olan oyundan düşmemek, bütün oyunu görebilmektir. Çünkü onu gördüğümüzde ne kadar “fazla” yazdığımızı da fark edeceğiz. Alkoliçe’deki metinler on bir yıldır benimle birlikteydi. Yanı başımda değil, hem kağıtlarda hem başımdaydı. Uzunca bir süre bir bavul gibi gittiğim her yere sürükledim onu. Atamadım, satamadım, vazgeçemedim. Her güne bir cümle yazmak istedim, sonunda Alkoliçe meydana geldi. Aslında bu kadar zaman geçmesinin bir iyi tarafı, dosyaların süzülmüş olmasıdır. Batıda “Travma Edebiyatı” diye bir tür var, Alkoliçe o türe giriyor. Yazarlar gerçek travmalar üzerinden yazarak, hem kendilerini sağaltıyorlar hem de edebiyat yapıyorlar. Günlüğe ilk başladığımda bunu bilmiyordum, şimdi kitabın kapağını kapatınca bu bir “Travma Edebiyatı” diyorum.
-“Bugün aşk verilecek semtler ve fertler şöyle: …” Alkol tesiri altında yazılmış günceleri okuduğumuzda hem edebi hem mizahi bir dil karşılıyor bizi. Peki, bir alkoliğin kafası nasıl çalışır?
Bu dünya beni dilsiz bırakıyor. Dilsizleştikçe alkole yaklaşma ihtimaliniz artar. İçtikçe de aşk verilecek semtler ve fertlerden uzaklaşırsınız. Alkoliğin kafası hızlı çalışır, bu hızdan bazen karşınızdakilerle anlaşamazsınız. Anlaşılmadıkça daha hırçın ve öfkeli olursunuz. Alkolik kendini saçacak yer arar. İroniktir ama hem insandan kaçar hem de anlaşılmak ister. Annemin güzel bir deyimi var, “Alkolik karanlıkta göz kırpar.”, diyor. Siz bir şey anlamadığınızda da kızar. Öte yandan müthiş yaratıcıdırlar. Hele manik dönemlerinde inanılmaz bir hızla üretirler. Diğer alkolikleri bilmem ama, benim aklım sıralı çalışmıyor. Atlaya, zıplaya, sıçraya akan bir hâli var. Karşımdakiler için çok yorucu.
“Bence herkesin bir tahtası eksik zaten. Önemli olan hangi tahtanın eksik olduğu. Çünkü aynı tahtası eksik olanlar, farklı eksik tahtalıları yine bir şekilde ötekileştiriyor.”
-“Kendi isteklerime kiracı gibi yaşıyordum, kendimden çekinik” diyerek alkol bağımlılığının hayatınızda yarattığı bozgunu, yalnızlığı ve bir bakıma her yeni gelen “ay(dınl)ık” günü nasıl ıskaladığınızı anlatıyorsunuz. Kitabın özü elbette bundan fazlası ama siz yazmaya devam edebilmek için mi alkolü durdurma kararı aldınız?
Hayır, ben içerken de yazıyordum. Aslında edebiyata çok büyük nankörlük etmişim. Onu hep hayatla aldatmışım. Yalnızlık da alkolik gibi küfeliktir bir bakıma. İkisi de esriktir. Alkolizm ilerleyen ölümcül bir hastalıktır. Hastalık olduğu pek bilinmez. Genelde keyiften içildiği sanılır. Oysa kıyıya vuruyordum. Tercih yapmalıydım. Böyle bir durumda, “yazmak için alkolü durdurayım”, diyemezsiniz. Aklıma bile gelmedi.
-“Bu dünyaya inanmadığım için yalnızım” derken; birer tahtası eksik, fazla geçirimli yürekleriyle, düşünen, hisseden ama karşılığında kırılıp dökülen insanların bu dünyaya uyum sağlayarak yaşamaya çalışmasını ve her alandaki “fast food” kuşatılmışlığı nasıl değerlendiriyorsunuz? Alkol bazen bu yüzden mi?
Her sebepten içersin, içmek için bahane sonsuzdur. Hayal kırıklığı içirtir mesela. Pis içirtir. Alkole götüren güçlü nedenlerden biri. Bağımlıysan alkole kafa tutmak zordur. Yeni algı kapıları lâzım. Bence herkesin bir tahtası eksik zaten. Önemli olan hangi tahtanın eksik olduğu. Çünkü aynı tahtası eksik olanlar, farklı eksik tahtalıları yine bir şekilde ötekileştiriyor. Yargılıyor. Bu hep tekerrür ediyor, tıpkı bağımlılık gibi. Söz dönüp dolaşıp yalnızlığa geliyor. Çivi gibi kafatasında durur yalnızlığın. Neyse ki şimdilik ‘know-how’ı yok! Kimse bizden yalnızız diye para istemiyor.
“Asfaltın üstüne bir kuru yaprak düşmüş ve araba lastikleri onun üstünden gide gele gide gele nakış gibi işlemişler, siyah üstüne bal rengi yaprak var sokakta. Tutup bunu yazmayacaksın da ne yapacaksın.”
-“Tutkulu tutukluluğunuzdan” kurtulma ve “kendi geçmişinizden kendi mucizenizi gerçekleştirme” süreciniz nasıl başladı? Güçsüzlüğünüzden güç alarak aklınızın üstesinden gelebildiniz; peki, hayatınızın altından kalkarak yaralarınızı sağaltabildiniz mi?
Burada Adsız Alkolikler’den bahsetmeliyim. Kendi başıma bir türlü durdurmayı başaramamıştım, birçok hastane deneyimime rağmen. Yoksunluk çekiyordum bıraktığımda. Teyzem benim için araştırıp bulmuş A.A.’yı. Öyle bir tabloyla gittim ki kendime ben bile inanmıyordum. Zor oldu ama önce hastalığımı kabullendim. Alkole karşı güçsüz olduğumu da... “Bugün içmeyeceğim”, diye başladım her güne. O günler birike birike beni bugüne taşıdı. Şimdi 7,5 yıldır ayığım. Mucize! “Ben yaptıysam herkes yapar”, diyorum. Sağaltma meselesi uzun zaman alan bir mesele. Yazmak iyi geliyor şimdilik. Ben yine bunları anlatabiliyorum, bir de anlatamayan binlerce alkolik var. Geçmişi yaza yaza güzelleştiremeyeceğimi biliyorum. Öyle bir derdim de yok. Bir kere alkolik olursunuz ve durdursanız bile ölene kadar alkoliksinizdir.
-Umudu, rakı kadehleri ve şişelerdeki esaretinden kurtardığınıza göre, sizin için umut şimdi hangi yöne düşüyor?
Kendimi ve hayatı eskiye göre daha çok seviyorum. Hâlâ karamsarım ama umutsuz değilim.
Umutsuzluk benim ipimi çeker. Umutsuz kaldığımda ilk çekeceğim silah şişedir. Daha küçük şeylerden mutlu olmayı öğreniyorum artık. Örneğin, asfaltın üstüne bir kuru yaprak düşmüş ve araba lastikleri onun üstünden gide gele gide gele nakış gibi işlemişler, siyah üstüne bal rengi yaprak var sokakta. Tutup bunu yazmayacaksın da ne yapacaksın. İçerken hep büyük meselelerim vardı, şimdi küçük küçük keşifler beni sevindiriyor. Dilim de acımış yaşadıklarımdan. Belki onun acısını almaktır umut benim için, kim bilir.
“Edebiyat insanın kuytusudur. Bir ömür bu kuytuda nasıl geçer?”
-Okurlarınızdan aldığınız geri bildirimler ne yönde? “Adama bak, neler anlatıyor!” diyenler ya da kendini bulanlar oldu mu?
En çok ismini sevdiklerini söylüyorlar. “Nasıl olmuş da onların aklına gelmemiş!”. İlginç buluyorlar. Bir kitabın içindeki bütün tüneller, eninde sonunda o kitabın adına açılır bence. Alkoliçe, içindeki tünellerle beni okura bağlıyor diye düşünüyorum. Okur bu tip “otobiyografik” ürünlerde her şeyi sonuna kadar öğrenmek istiyor. İnsanların kendilerine bile itiraf edemedikleri bir konuda kitap yapmama hayranlık duydular. Çok cesur, sahici, doğal, samimi, içten buldular. Kendinden çok şey bulduğunu da söyleyen az değil. Ülkemizde alkol sorunu yaşayan aileler, göründüğünden çok fazla. A.A.’da eşlerine ve alkolik çocuklarına okuttuğunu söyleyen eşler, anneler var. Olumlu bir hava yarattı doğrusu. “Devamını yaz.”, diyenler var. Tabii bunlar bana ulaşanlar. Olumsuz şeyler pek gelmedi, belki de kimse olumsuzluklardan bahsetmek istemiyor olabilir.
-Üzerinde çalıştığınız yeni yapıtlarınız var mı? Gelecekte sizden neler okuyacağız?
Kalem ölümüm gerçekleşmeden yazmak istediğim bir şeyler var. “Bir Gün Kediniz Sinemacı Olursa” adlı bir mizah kitabı yazıyorum şimdilerde. “Bir Gece Kediniz Eve Sarhoş
Gelirse”nin devamı. Sekiz aylık bir yeğenim var; Ada. Beni çok yumuşattı, değiştirdi. Klasik olacak ama onunla her şeye yeniden başladım sanki, yeni bir gözle. Biraz büyüdüğünde, ona okumak için masallar yazacağım gibi görünüyor. “Yazmadan olmaz” dediğim bir roman var. Kendini yazdırma zamanını bekliyor. Ben de merak ediyorum.
-Son olarak, “Bir insan ömrünü neye vermeli?” Aşk, ülkü, edebiyat…
İnsan ömrünü neye verirse o oluyor, çürük elmalar hariç. Edebiyat insanın kuytusudur. Bir ömür bu kuytuda nasıl geçer? Aşk ve umuttan başka ne var şu hayatta, sen söyle bana? Aşk içinde bir ömrü umut ediyorum.
Fotoğraf: Selen GÜNDÜZ