Güncelleme Tarihi:
Son zamanlarda yayınlarında Ankapark’ı diline dolayan ve ‘ti’ye alan Sırdar’a ilk olarak Başkent’in ‘dinozor’ ve ‘robot’larını sordum. Başkent’e zaman zaman “Bütün Kazlar Toplandık” adlı gösterisi için zaman zaman da yayın için gelen Sırdar, “Ankapark akın akın turist çekeceği için (tıpkı Ankara kapılarında olduğu gibi) ben utanır ve konuşamam sanıyorum. Neticede Ankara’nın asıl ihtiyaçları yerine oluk oluk para harcanan bu projelerden halk memnun. Olmasa ısrar etmezler aynı başkanda” diyor.
Yayınlarınızda Ankara’yı es geçmiyor, hatta ulusal medyanın odak noktası her zaman İstanbul olmasına karşın siz çoğu zaman Başkent’e daha çok değiniyorsunuz, çok mu seviyorsunuz Ankara’yı, yoksa Ankara’da malzeme mi çok?
Hem Ankara’yı seviyorum, hem malzeme çok. Siyasetin merkezinin Ankara olması, bu kadar çok devlet adamının konuşması ve yaptıkları yetmiyormuş gibi bir de belediye başkanının epey konuşkan olması cazip kılıyor.
Size göre Ankara, herkesin nitelendirdiği gibi ‘gri’ bir kent mi, yoksa eğlenceli tarafları da var mı?
Ben 1998 yılından beri düzenli olarak gelip gidiyorum Ankara’ya. O yıla kadar sürekli haberlerde duyduklarım sebebiyle saygıyla karışık bir ağır durumu vardı Ankara’nın gözümde. Sonra sürekli gidip gelip hafta sonlarını burada geçirmeye başlayınca soğuk ve ağır olmayan tarafını gördüm Ankara’nın. İklim ve devlet etkisi sebebiyle bir gri imajı var Ankara’nın bu bir gerçek. Ama eğlenceli ve sıcak tarafı çok.
Kentleri, tek kelimeyle kategorilendirseniz, Başkent’e bir yakıştırmanız olur mu?
Ankara için yakıştırma absürd olurdu herhalde.
Ankara dışından sizi dinleyenler, bir süre sonra “Ankara’nın neyi meşhur?” diye sorulduğunda, “Tavşanı, kedisi” demek yerine “Robotu ve dinozoru” yanıtını verecek. Ankapark açılana kadar robot ve dinozor olayına pek ara vermeyeceksiniz gibi gözüküyor. Ankapark açıldıktan sonra, takılmaya devam mı?
Ankapark akın akın turist çekeceği için (tıpkı Ankara kapılarında olduğu gibi) ben utanır ve konuşamam sanıyorum. Neticede Ankara’nın asıl ihtiyaçları yerine oluk oluk para harcanan bu projelerden halk memnun. Olmasa ısrar etmezler aynı başkanda.
Her gün bahsetmeseniz de, sanırım hemen her gün, bitmeyen Keçiören metrosuyla ilgili şikayetler geliyor, doğru mu? Bunun dışında sizin Başkentli dinleyicileriniz, kente dair en çok nelerden şikayetçi oluyor?
Keçiören Metrosu ve Ankara’nın diğer metro sistemlerinin bir türlü bitmemesi adına açılmış twitter hesapları bile var. Bir de bu metroların bir süre sonra Ulaştırma Bakanlığı’na itelenmesi durumu var. O da ayrı başarı. Doğal olarak insanlar en çok bunlardan şikayet ediyorlar. Bunun yanı sıra EGO uygulamaları ve toplu ulaşımın çok erken saatte bitmesi de şikayetler arasında.
BAŞKENT’İN SOFRA SOHBETLERİ GÜZEL
Yeme, içme konusuna düşkün olduğunuzu biliyoruz. Başkent’in restoranları iyi midir? En çok nerelere takılırsınız?
Ankara’da benim vazgeçilmezim Özçelik Aspava’dır. Her gelişimde mutlaka bir uğrarım. Düveroğlu, Kalbur, Rumeli İşkembe sevdiğim yerlerden. Son favorim Yıldız’daki Medyhane. Ankara’nın sofra sohbetleri güzel oluyor. Henüz İstanbul gibi yemek sırasında çılgınlar gibi bağırma durumuna gelinmemiş. İnsan ne konuştuğunu duyabiliyor.
Türk insanı olarak özellikle son yıllarda gülmeye ve mizaha eskisinden çok daha fazla ihtiyacımız var ama yaşanan acılara her gün yenilerinin eklendiği bir ülkede de mizah yapmak kolay olmasa gerek. Gün geliyor, hiç espri yapmadan, hiç kahkaha efektine basmadan bitirmek zorunda olduğunuz yayınlara çıkıyorsunuz, ama diğer yandan da insanlara moral vermeye çalışıyorsunuz. Kısacası, Türkiye’de son yıllarda mizah sanatınızı sergilerken, gündeme göre bunun dozajını ayarlamakta zorlanıyor musunuz?
TAHAMMÜL SINIRI YERLERDE
Bu sizin neyle güldürmek istediğinizle alakalı bur durum aslında. Gündeme bulaşmadan mizah yapanlar yayın yaptıkları kanallar yayını ağırlaştırma kararı almazsa mis gibi güldürmeye devam ediyorlar. Ben böyle yapamıyorum. Yapamam zaten. En son Ankara patlaması sırasında yayındaydık. Anında kestik ve olanı biteni anlattık. Ertesi günlerde sabah haber verdim, akşam yayın yapmadım. Benim gibi gündem içinden mizah çıkaran biri için hem alan kısıtlanıyor, hem mizah yapacak zaman kısalıyor gitgide. Bir kere siyasetçiler ve onları destekleyenlerin tahammül sınırı yerlerde. Bundan 10 sene önce siyaset yapanlar için yaptığım esprileri bugün yapmam imkansız. Dozajı ayarlama meselesi daha vahim. Çünkü o dozaj dediğimiz şey otosansür işte. Bence medyanın bu hale gelmesinin en büyük sebebi otosansür yapmak zorunda bırakılmak.
RTÜK’ten bugüne kadar çok sayıda uyarı aldınız, hakkınızda açılan davalar var, oysa yayınlarınızda kimseye hakaret etmiyorsunuz, sadece mizah yapıyorsunuz ve buna karşın, birtakım yollarla baskı altına alınmak isteniyorsunuz. Mizahtan neden bu kadar korkuyoruz sizce?
Yapılanın mizah olduğunu bilmiyor ki baskı kuranlar. Onlara göre oy verdiği adamla ilgili olumsuz her konuşma küfür. Eleştiri, mizah, alay nedir bilmiyor. Tek korkusu iktidarı kaybetmek. Çünkü kaybederse nemalandığı imkanları kaybedecek.
SELÇUK AYDEMİR’İN İŞLERİNİ SEVİYORUM
Son dönemde yayınlanan komedi filmlerinde biraz seviye düşüyor gibi. Son yıllarda başarılı bulduğunuz bir komedi filmi ya da dizisi var mı?
Memlekette seviyesi düşmeyen bir şey kalmadı. Haliyle mizahta da seviye bu durumda. Yine iktidar baskısıyla yayından kaldırılmadan önce Behzat Ç, Leyla ile Mecnun izliyorduk biz televizyonda. Şu anda yayınlanan diziler yanlarından geçemez bu işlerin. Çünkü istenen bu. Vasat olsun, bizim kitle için olsun durumu. En son Kardeş Payı’nı izliyordum. Selçuk Aydemir’in işlerini seviyorum. Türk mizahı için çok önemli bir adamdır kendisi.
Bir yandan da sahneye çıkıyorsunuz. “Bütün Kazlar Toplandık” diye insanları çağırıyorsunuz, koca koca salonları dolduruyorsunuz. İnsanlar gösterinin adını bile bile geldiğinden bir nevi ‘kaz’ olduğunu dolaylı yoldan kabul etmiş oluyor. Siz de bu insanlara nasıl ‘kaz’a dönüştüğünü mizah yoluyla anlatarak, güldürüp güldürüp gönderiyorsunuz. Aslında gülüyoruz, ağlanacak halimize değil mi? Geldiğimiz nokta bu mudur?
SAHNEDE EĞLENİYORUM
Benim dinleyici ve izleyici kitlem çok kıymetli benim gözümde. Hâlâ bir şeylerin farkında olan insanlar. Kaz olduğunu da biliyor, bir gün bütün bunların son bulacağını da. Gösteri işi tam bir kafa boşaltma durumu aslında. Eğlence maksatlı bir iş. Ben sahnede eğleniyorum. Radyoda odada tek başıma bir adamım. Gösteride 800 kişi aynı anda gülünce yüzüne esen rüzgar ve o kahkahaların şiddeti inanılmaz bir tatmin yaşatıyor insana. Tabi bütün bunlara gülerken malzemenin “biz” olması işin dramatik noktası.
Zannedersem ‘canikosu’nu dinletirken ve eşlik ederken çok eğleniyorsunuz. Henüz ‘caniko’ya dava açan olmadı mı?
Kim açacak? Diyelim biri açtı. “Caniko” hakaret değil bildiğim kadarıyla.
Gösterinizde anlattığınız gibi, gerçekten RTÜK’te size ait ayrı bir dolap var mı?
Bir zamanlar vardı. Artık bir elektronik arşiv sistemine geçmişlerdir diye umuyorum.
SİVRİSİNEK KEYFİNE ÇOK DÜŞKÜN
Sivrisinek kimdir? diye sorsam, elbette söylemeyeceksiniz ama, ‘sivrisinek’ nasıl bir insandır, hayata bakış açısı nasıldır? Ne yer, ne içer, nerelere takılır?
Kim olduğunun bilinmemesi radyo kültürü için iyi bence. Hayal ettirir çünkü radyo. Sivrisinek son derece keyfine düşkün, gece hayatı hızlı, kaliteli mekanlarda yiyip içen bir hayvandır. Hayatın tadını çıkarmayı sever.
Şu anda 30 yaşın altında Türkiye’de bilindik tanıdık başarılı bir radyocu yok. Gençler ilgi mi duymuyor bu mesleğe, yoksa başarılı mı olamıyor?
Artık gençler bir an önce çok para kazanacakları bir iş yapmanın derdinde. Radyoda öyle bir durum yok. Ayrıca radyolar birer müzik kutusu olmaya devam ettiği ve söz programlarına tahammül artmadığı sürece yeni insanlar gelmez.
Bir röportajınızda, ‘yasak listenizde olan bazı şarkıcıların şarkılarını çalmadığınızı’ söylemiştiniz. Elbette ki size göre birtakım sebepleri olabilir ama siyasi ve ideolojik tutumlar nedeniyle insanların her geçen gün biraz daha ayrıştığı ve birbirine yabancılaştığı Türkiye’de, sizin ortaya koyduğunuz bu tutum, söz konusu ayrışmaya katkı sağlamaz mı? Yani sizin savunduğunuz değerlere biraz ters düşmüyor mu?
Şarkılarını çalmadığım insanların yaptıkları şarkılarını çalmam halinde toplumu bütünleştireceğini düşünmüyorum. Bir eksiklik değil yani. Kaldı ki amacım ayrımcılık, görmezden gelme değil. Bu bir tüketim işi. Tüketmiyorum sadece.