Rüya YELSALI
Oluşturulma Tarihi: Eylül 01, 2009 00:00
İbrahim Demirel, İstanbul’u gençliğinde ardında bırakmış, 40 yıllık Ankaralı bir fotoğrafçı. Mezar taşına dahi fotoğraf sevdasını kazımayı planlayan üstadın en büyük aşklarından biri ise, bin bir emekle biriktirdiği resimleri. 30 yıla yakın süredir kullandığı 80-200 mm’lik tele-objektif nedeniyle “80-200 İbrahim Demirel” lakabıyla tanınan sanatçıyla fotoğrafı, fotoğrafçı olmayı ve çalışmalarını konuştuk.
Dernek ve topluluk bünyesindeki fotoğraf eğitimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?- Bütün sanatlarda, temel sanat eğitimi vardır. Kişi, önce bu kurallar içinde eğitilir. Fakat maalesef fotoğraf eğitimi verilirken, temel sanat eğitimine önem verilmiyor. Bu yüzden günümüzdeki fotoğraf eğitimlerini yeterli bulmuyorum. Derneklerdeki eğitimler çok yetersiz. Makina tanıtılıyor, biraz temel fotoğraf bilgisi veriliyor; ama biçim, içerik ve görsel iletişim dersleri verilmiyor. İnsanlar derneklere hobi olarak gidiyor, ancak fotoğrafın temelinde sanat olduğunu kavrayamayanlar fotoğrafı öğrenemiyor. Jüri üyesi olarak birçok yere gidiyorum. Her gidişimde moralim bozuluyor. Fotoğraf eğitimine katıldığı halde makinanın nasıl tutulacağını bilmeyenler var.
Okullardaki eğitim de çok parlak değil...- Elbette. Nasıl olabilir ki? Üniversitede yıllarca fotoğraf dersi vermiş bir hoca olarak, 60 kişilik sınıflarda, öğrenciye verilecek ekipmanın olmadığı koşullarda, gençlere hiçbir şey veremeyeceğimizi düşünerek kahroluyordum. Ancak içlerinden çok ilgili ve meraklı öğrenciler de çıktı. Fotoğrafın temelinde sanatın olduğunu kavrayan, beni okul dışında sanat etkinliklerinde de takip eden, sorgulayan ve kendisini geliştiren gençler zamanla bu alanda başarılı oldu.
Fotoğrafta üslup oluşturamadık
Gruplarda da kendi içlerinde aynılaşma da söz konusu değil mi? - Başlangıçta grupların kendi içinde birbirinden ya da öğrencilerin hocalarından etkilenmesi her sanat dalında sık rastlanan bir süreçtir. Ancak zamanla kişi kendi üslubunu belirleyip diğerlerinden ayrılamıyorsa, yaptığı iş sanat olamaz. Sanat bir yaşam biçimidir, yaratıcılıktır. Bütün sanat dallarında bir üslup ve kişilik aranır. Dünya resmine, müziğine, hatta fotoğrafına baktığımızda imzayı görmesek de eserin kime ait olduğunu söyleyebiliriz. Ama henüz Türkiye’de fotoğraf alanında bu oluşmadı. Hangi konuda çekim yaparsak yapalım belli bir üslup geliştirdiysek, çektiğimiz kareler önem kazanır. Bir karede Ara Güler gibi, bir başka karede İzzet Kehribar gibi, bir başka karede ise Henri Cartier Bresson gibi çekmeye çalışmak, ustalara öykünmek kişiye bir şey kazandırmaz. Çektiğimiz fotoğraf, bir anlamda bizim imzamızdır; kişiliğimizi, dünya görüşümüzü, yaşam biçimimizi yansıtır ve böylelikle değer kazanır.
Teknoloji sayesinde ‘fotoğrafçı olmak’ da kolaylaştı. Bir makine ve photoshop’a bakıyor artık.- Şimdi bilgisayarda yapılan uygulamaları, biz karanlık odada agrandizörle yapardık. Orada usta-çırak ilişkisi içinde bir şeyler öğrenilirdi.
Film banyosunu hazırlama, o kimyasalları zamanla kokusundan tanıma, kağıt numaraları, baskı teknikleri derken her şeyi kendimiz yaparak, zamanla kazanırdık. Teknoloji, işin sadece teknik yanını kolaylaştırıyor. Başarılı olmak isteyenler çok çalışmak, çok okumak, çok sergi, dia gösterisi izlemek ve kendini geliştirmek zorundadır. Teknoloji bu konulardaki eksiğinizi tamamlayamaz.
En son yaptığınız çalışmaya gelirsek?- Son sergim ‘Beyaz’. Anadolu Ajansı Sergi Salonu’nda açıldı. Çok özel ve önemli bir çalışma bence. O serginin bütün Türkiye’yi ve dünyayı dolaşması gerekiyor diye düşünüyorum.
Çalışmalarınızın temelinde kişisel tatmin mi, yoksa toplumsal duyarlılık mı daha ağır basıyor?- Elbette biz 68 kuşağı, toplumsal duyarlılığımızla biliniyoruz. Saptadığım konuyu her yönüyle çalışıyorum. Bu uzun soluklu çalışmanın içinde hepsi var; Toplumsal duyarlılık, sanat, kişisel tatmin, toplumu eğitme görevi.. Sanat benim için bir tutku. Beni mutlu ediyor, bunu kişisel tatmin olarak yorumlayabilirsiniz. Aynı zamanda hem eğitimci, hem sanat eğitimi almış bir kişi olarak işimi yaparken toplumu eğitmek de görevim. Fotoğraf çekerken seçtiğim konularda, estetik kaygısının yanı sıra toplumsal duyarlılık da önem kazanır. Kişiliğim itibariyle bunları birbirinden ayrı düşünemem.
Her fotoğrafçı da eğitmen olamaz, değil mi?İyi bir fotoğrafçı olabilirsiniz, ama iyi bir eğitimci olmak, bilgi ve deneyimini başkalarına aktarmak ayrıca bir eğitimci formasyonu gerektiriyor. Bakın, bir firma kataloğuna yazmış; ‘Çıraklığını yapmadığın işin ustalığını yapamazsın.’ Sanat, bir usta-çırak işidir. Günümüzde maalesef bu yok. YÖK kurulmadan, Türkiye’de pek çok sanat eseri üretilmekteydi. Peki ya şimdi? Şimdi daha çok olmalıydı. Artan genç nüfus, yüzlerce mezun veren güzel sanatlar fakülteleri.. Ama göremiyorsunuz. Neden? Çünkü YÖK ile güzel sanatlar, fakülte olarak kurumsallaştı; sanatçılara da akademik ünvan verildi. Akademik ünvanları yükseltmek için uğraşılırken sanat çalışmaları ikinci plana atıldı.
Ünvan ile sanat bir arada olamaz mı?- Bence akademik ünvan sanatla bağdaşmıyor. Picasso profesör değildi, ama çağdaş sanatta üstünlüğü tartışılmaz. Profesör olsaydı daha mı önemli sanat eserleri üretecekti, daha mı yaratıcı olacaktı?
Peki ya sanatçının halkın seviyesine inmesi düşüncesi?- Hayır, yok öyle bir şey. Sanatçı eserini yapar, eserinin önünde halkın biraz durup düşünmesini, sorgulamasını ister. Yani insanları kendi seviyesine çekmeye çalışır. Eğer sanatçı, halkın beğenisine inerse işte o ‘kitsch’ olur, popüler sanat olur.
Hangi makinayı kullanıyorsunuz?- Dijital de, analog da kullanıyorum. Dijital makinam Nikon D200, analog makinam da Nikon F4’tür. 1980’lerde ilk çıktığından bu yana hep kullandığım lens de 80-200 mm tele-objektiftir. Bu yüzden lakabım ‘80-200 İbrahim Demirel’dir. Öldüğüm zaman mezar taşıma da bunu yazacaklar.