Maskemizi düşürmek cesaret gerektirir

Güncelleme Tarihi:

Maskemizi düşürmek cesaret gerektirir
Oluşturulma Tarihi: Haziran 26, 2017 14:44

“Yalnızlığını şiirle çoğaltıyordur ‘güzel ayaklı’ kadın. Gordon Bay kumsalında geçirdiği çocukluk günlerini çoğaltıyordur; sorunlarını, aşklarını, acılarını, arzularını çoğaltıyordur; ölümü çoğaltıyordur; en yakınlarının ölümünü, kendi ölümünü...”

Haberin Devamı

Öğrencilği Ankara’da, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde geçen şair İlyas Tunç, Kış Bir Alkış mıydı, Kül ve Kopuş, Fetüs Günlüğü, Savrulmalar, Karnaval, Sesler İncelikler adlı şiir kitapları ile Durgun Yaşamın Şarkısı (Seçilmiş Şiirler, Cai Tianxin), Çağdaş Güney Afrika Şiiri Antolojisi ve Şairin Paltosu’nu (Seçilmiş Şiirler, Martin Espada) okurlarına sundu. Tunç, bu defa da MedaKitap’ın yayımladığı Hiçliğin Tanecikleri’ni (Seçilmiş Şiirler, Ingrid Jonker) Türkçe’ye ilk kez kazandırdı. Jonker’ın şiirleriyle birlikte sıra dışı aşklarının mektuplarını, günlüklerini, hakkında yazılanları ve fotoğraflarını da içeren kitaba dair merak edilenleri Tunç’a sorduk. Jonker’ın kızı Simone’ye yönelttiğimiz soru ve yanıtları ise yine Tunç’un çevirisi ile okurlarımızla buluşturuyoruz.

Haberin Devamı

- İlk kitabınız “Kış Bir Alkış mıydı” geçmiş zamandan bugüne düşmüş dizeler gibi. Gaz lambaları, danteller, iğne oyalı örtüler, ahşap evler, kapı tokmakları, konsollar, sabun kokusu, ütülü kumaş mendiller… Eski şeylere olan düşkünlüğünüzden söz edelim; nasıl bir çocukluk geçirdiniz?

- Evet, haklısınız! Kış Bir Alkış mıydı’da yazmıştım. Nesnelere tutunmak hayata tutunmaya mı dönüşüyor zamanla, bilmiyorum. Belki de, bilincimizin alaca karanlığında yaşadığımız gibi, hâlâ bir ruhu vardır nesnelerin. Daracık taş merdivenden sokağa karışınca beni bekleyen şeyler: deniz ve futbol... Kayalar arasında yakalanan yengeçler, tenekeler üzerinde pişirilen midyeler, daldı mı nereden çıkacağı kestirilmeyen golibicekler; yani karabataklar, içi şambrelli toplar, yazlık sinemalar, kırk beşlik plaklar… Çocukluğum Ordu’da geçti; ahşap bir Rum evinde... O zamanlar evler birbirine saygılıydı; güneşin denizden sıçrayışını seyrettiğimiz pencerelerimizin önüne artık kocaman, soğuk, beton bloklar dikilmiş. Neyse! Harika bir çocukluk geçirdim, diyebilirim.

-Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdikten sonra yurdun çeşitli yerlerinde İngilizce öğretmenliği yaptınız. “Bir tas sudur gurbet” derken kentler arası yolculuklar dizelerinize sızmış. Deniz ve toprak kentlerini de görmek mümkün. Peki, Ankara’nın sizdeki, şairliğinizdeki yeri nedir?

Haberin Devamı

- Doğduğum kent Ordu’dan başka beni etkiyen iki kent daha var; Sagalassos ve Sinop... Sagalassos, yani Burdur’un ilçesi Ağlasun, ilk görev yerim; Hasan Hüseyin’in Ay Şafağı’nı yazdığı topraklar; benim de aşkı ve darbeyi ve sürgünü bulduğum… Sonra Gölhisar, Çarşamba, Gümüşhane ve Sinop; denizi koklayan uzun ve ince burun... En kuzeydeki unutulmuşluk… Ankara’ya gelince; 1970’li yıllar… Boykotlar, yürüyüşler, suikastlar, çatışmalar, kavgalar, baskınlar, işkenceler… En çok bunları hatırlıyorum; biraz da Gençlik Parkı’nda Zeki Müren’in şortla sahneye çıkışını, Kızılay-Ulus arası yürüyüşleri, koldan vitesli Chavrolet dolmuşları, Sıhhiye’de yoğunlaşan kirli havayı, Akün Sineması’nı… Doğrusu, Ankara’dan ziyade sözünü ettiğim üç kent etkilemiştir beni şair olarak. Ankara ise sadece eğitim mekânı olarak kalmıştır belleğimde.

Haberin Devamı

Maskemizi düşürmek cesaret gerektirir

ÇEVİRİ KÜLTÜRLERARASI BİR İLETİŞİMDİR

- Çağdaş Güney Afrika Şiiri Antolojisi’nden sonra ‘Hiçliğin Tanecikleri’ni dilimize kazandırdınız ve Ingrid Jonker, Türk okurlarıyla ilk kez buluştu. Bir uzmanlık alanına dönüşen Güney Afrika şiirine olan merakınız nasıl ortaya çıktı, bu şairle yolunuz nerede kesişti?

- Türkiye’de Afrika şiirinin yeterince tanındığını sanmıyorum. Güney Afrika Cumhuriyeti, kıtanın en karakteristik özelliklerini taşıyan ülkesi; özellikle yıllarca yaşanan ‘apartheid’ politikaları nedeniyle... Sömürgecilik, açlık, hastalık, kabile savaşları, şiddet, tecavüz, insan hakları ihlalleri ise zaten kıtada hüküm sürüyor. Bütün bunların Afrika şiirine nasıl yansıdığı bilinsin istedim. Cevat Çapan’ın Şiir Atlası sayfasında yayımlanan çevirileri bir antolojide topladım. Jonker, ‘giz dökümcü’ bir şair. Yaşamıyla şiirleri örtüşüyor; aşklarıyla, acılarıyla, ruhsal çalkantılarıyla, intiharıyla… Çeviri sürecinde öz kızı Simone’yle ve de sevgilisi Jack Cope’ın oğlu Micheal Cope ile iletişim içinde oldum. MedaKitap editörlerinden Ali Hikmet Eren, bir gün aradı ve öneride bulundu. Sonuçta, baskı, dizgi ve tasarımıyla güzel bir kitap ortaya çıktı. İçindekilerini değerlendirmek ise okurlara kalmış.

Haberin Devamı

-Düz yazı özelinde, çevirmen Hasan Fehmi Nemli’nin “Çeviri bir dilden bir dile değil, bir kültürden bir kültüre yapılır” sözüne katılır mısınız? Şiirde ise “yeniden söylemek” üzerine ne düşünüyorsunuz? Bu noktada dildeki ritm duygusunu verebilmek için çeviriyi yapanın şair olması ne derece anlamlıdır?

- Çeviri konusunda, metne sadık kalınıp anlamın göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Fazla müdahale ve gereksiz yorum, yazarın üslubunu bozabilir. Çevirmenin buna hakkı yoktur. Elbette ki çevirmen hedef dilin kültürünü, metnin yazıldığı dilin sosyal ve toplumsal atmosferini bilmelidir. Bu noktada, çeviri kültürlerarası bir iletişimdir. Şiir çevirisinde de durumun çok farklı olabileceğini sanmıyorum. Şairin teknik çeviri yapan bir çevirmenle empati kurması yerine, şair bir çevirmenle empati kurması kuşkusuz daha uygundur.

Haberin Devamı

- Yazarların ve şairlerin –hele ki ilk- eserleri öz yaşamlarından esintiler taşır. Peki, bir şair hayatını şiire ne kadar dâhil etmelidir? İtiraflarını şiire döken Ingrid Jonker’ın gizdökümcü üslubu neden bir cesaret örneği olarak okunmalıdır?

- Şairler, toplum dışı varlıklar değildir. Yazdıkları şeyler, toplumla etkileşimlerinin sonucunu yansıtır. Buradan bakınca şairin hayatını şiirine zaten dâhil etmesi kaçınılmazdır. Şiirin yarattığı evren, bize hayatı duyumsatmalıdır. Şairin hayatı bizim de hayatımızın bir parçasına dönüştüğü sürece o şiiri gerçekçi ve samimi buluruz. Ancak, ‘hayatı şiire dâhil’ etmekle ‘itirafları şiire dâhil’ etmek arasında fark vardır. İtirafları şiire dâhil etmek, bir sırrı açığa vurmaktır; günah çıkarmak gibi bir şey... Bu, en çok da cinsellik, aldatma, intihar, öfke, tabu gibi kavramlarda yoğunlaşır. Kendi maskemizi düşürmek cesaret gerektirir. Giz dökümcü şairler, bu nedenle, hem cesur hem de cüretkârdır.

Maskemizi düşürmek cesaret gerektirir

- Ona Güney Afrika’nın Sylvia Plath’ı deniyor. Yaşamları mı, şiirleri mi… Hangi yönlerden benzerlik gösteriyorlar?

- Jonker’la Plath hem yaşamları hem de şiirleri bakımından benzerlik gösteriyor; cinsellik, eşlerinin yazar olması, alkolizm, intihar teşebbüsü, karamsarlık, baba baskısı, şiddet, bohemlik, vefasızlık, ruhsal çözülme… Aslında bunlar, bütün giz dökümcü şairlerin de ortak özellikleri. İkisi de otuzlu yaşlarının başında intihar ediyor. İkisi de anne olarak dünyaya aynı çerçeveden bakıyor. Plath, Yahudi düşmanlığının karşısında yer alıyor; Jonker, Apartheid rejiminin...

- Hiçliğin Tanecikleri, bir şiir kitabından fazlası. Bir şairin yaşamına dair okurların bilmek istediği ne varsa bu kitapta mevcut. Bir belgesel niteliğindeki kitabı yayına hazırlarken kızı Simone ile temas kurmak, kişisel bilgi ve belgelere ulaşmak ne derece zor, ne derece kolaydı?

Mademki ‘şairin hayatı şiire dâhildi’, ben de Jonker’ın hayatından yola çıkarak şiirlerini daha anlaşılır ve daha anlamlı kılmalıydım. Şiirleriyle birlikte kitaba yaşam öyküsünü, mektuplarını, hakkında yazılanları, fotoğraflarını da ekledim. Yaşlı sevgilisi Jack Cope’n oğlu Mike ile sanal ortamda da olsa, yıllardır arkadaştım. Babası Jack ile Jonker’ın birbirine yazdıkları mektupları rica ettim. Jonker’ın öz kızı Simone’yle Mike vasıtasıyla tanıştım.

ANNEMDEN KALAN TEK MİRAS ŞİİRLERİ

- Anneniz Ingrid Jonker’ın şiirlerinin, ölümünün üzerinden yıllar geçtikten sonra dünyaca tanınmasının sebebi nedir? Onun kaleminin hakkının teslim edilebilmesi için neden bu sürenin geçmesi gerekti?

- Simone Jonker: Annem Ingrid’ın trajik sonu, maalesef, şiirlerini gölgede bıraktı. Hep aşklarından, acılarından, ruhsal çalkantılarından, ölümünden söz edildi. İlk kitabı Kaçış’tan sonra Düşler ve Kırmızı Toprak’la Afrikaans Pers-Boekhandel ödülüne layık görülecekti. Ülke çapında bu kitabıyla ünlendi. Uluslararası üne kavuşması ise Mandela’nın 1994’te parlamentoyu ‘Nyanga’da Askerlerin Vurduğu Çocuk’ şiirini okuyarak açmasıyla gerçekleşti. Siyah Kelebekler filmi de, gerçekliği tam anlamıyla yansıtmasa da, üne kavuşmasının bir diğer nedeni oldu. Güçlü bir şairdi annem; yaşarken yeterince değerlendirilmedi. Şiirleri, intiharının ipuçlarını taşımasına rağmen engel olunamadı. Her iki sevgilisi tarafından da terk edildi.

Maskemizi düşürmek cesaret gerektirir

- Ingrid Jonker, şiirlerinde geçmişini yazdığı kadar dönemin koşullarına ve anlayışına da kafa tuttu. Şiirini daha iyi anlayabilmek için onun yaşadığı dönemin/ülkenin özel koşullarından kısaca söz eder misiniz? Ve o yazarak, şiiri üzerinden mi varoluş mücadelesini tamamladı, yoksa gidişiyle mi?

- Simone Jonker: Annemin şiirleri, bazı eleştirmenlere göre, Apartheid rejimine ve şiddete karşı bir protesto olarak okunabilir; bazı eleştirmenlere göre de ‘çocuksu’ bir şiirdir; yaşlı sevgilisi Jack Cope’ye göre ise ‘olgunlaşmamış’… Bence yaşadığı dönemden çok kendini yazmıştır annem. Ülkesinin koşulları gibi kendi özel koşulları da berbattı; baba baskısı, kürtajlar, vefasızlık, yaşlı sevgililer, ruhsal bunalım, alkol, Sestigers ve diğer edebiyat grubuna kendini kabul ettirme çabaları, sansür yasaları... Dedem Abraham Ulusal Parti’den milletvekiliydi ve Sansür Kurulu’nun başındaydı. Dedemle bu yüzden çok ters düştü; evlatlıktan bile reddedilecekti. Annemden bana tek miras kalan şey şiirleridir. Öldüğü gün arkadaşları, Afrika şiirinden Türkçe’ye çeviriler yapan İlyas Tunç, annemin şiirlerini de çevirmek istediğini söyleyince şaşırdım ve sevindim. Çeviri sürecinde yaptığımız işbirliği, bu röportajla da anlıyorum ki iyi sonuçlanmış. Tunç’a çok teşekkür ediyorum; size de...

BAKMADAN GEÇME!