Ateş YALAZAN
Oluşturulma Tarihi: Şubat 04, 2008 00:00
Anadolu Ajansı’ndan Ferhat Demircan’ın dün Ankara Hürriyet’te yayınlanan haberi Başkent’teki tarihi değerlerin listesini önümüze koydu.
Denilebilir ki; bunların hepsi bilinen eserler, yeni bir bilgi yok.
Evet ama alt alta yazıldığında neleri gözardı ettiğimizin, yok olmaya terk ettiğimizin de bir hesabı çıkıyor ortaya.
Ankara’da, Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler, Makendonyalılar, Romalılar, Selçuklular ve Osmanlılar’ın izleri bulunuyor.
Haberde bahsedilen tarihi eserlerden bazıları, Augustus Tapınağı, Julianus Sütunu, Suluhan, Kurşunluhan, Mahmut Paşa Bedesteni, Hacı Bayram Camisi, Şengül Hamamı, Harap Hamam, Zafran Hanı, Pilavoğlu Hanı, Yenihan, Kıbrıs Hanı, Çukurhan, Karacabey Hamamı, Zincirli Camisi, Ağaçayak Camisi, Ahi Elvan Camisi, Alaaddin Camisi, Eskicioğlu Cami, Hacı İlyas Camisi, Kurşunlu Cami.
A.A.’nın haberi bu çevrede bulunan tarihi hanları da anlatıyor.
Rahmi
Koç, Çengelhan’ı restore ettirdi. Çengelhan, üç yıl önce sanayi müzesi olarak Ankaralılarla buluştu. Gezilmesi, görülmesi gereken, hayata dair bir mekan.
Ama bu Ankara’daki hanlardan sadece bir tanesi. Daha onlarcası var ilgi bekleyen.
İKİ BİN YILLIK TARİH Haber, Ankara Kalesi’nin tarihini anlatıyor. Millattan Önce’ye dayanıyor kalenin ilk yapılışı.
Yani iki bin yıldan fazla bir geçmişi var.
Fakat bizler bu iki bin yıllık tarihi eseri bırakın yeniden düzenlemeyi, ziyaret edilebilir bir hale getirmeyi, korumayı bile beceremiyoruz.
Bir misafirimle birlikte kaleye gittiğimde orada yaşayan iki çocuk yanımıza gelip, kaleyi gezdirebileceklerini söylemişti.
Üstelik dil seçenekleri arasında İngilizce, Fransızca ve Japonca bulunuyordu.
Belli ki, kaleye gelen turist rehberlerinden dinleyerek, anlamlarını bilmeden kelimeleri ezberlemişler.
Kalenin tarihini onlardan öğreniyoruz.
Sizi ne bir uzman karşılıyor kalede, ne de Kültür Bakanlığı’nın bir rehberi.
CÜMLELERİ YENİDEN
OKUYALIM Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın geçen haftalarda Ankara Hürriyet’e verdiği röportajda satır aralarında kalmış iki bölümü hatırlatmakta fayda var. Günay, kaleye ilişkin bir gerçeğe şöyle işaret ediyordu:
"Hakikaten bir başkentin tam orta yerinde böyle tarihsel bir kale var. Önemli bir biçimde ayakta. İçinde modernleşme öncesi Türk mimarisinin önemli örnekleri var. Orası, bir nostaljik alışveriş merkezi, bir yeme içme merkezi, hatta butik konaklama merkezi olarak çok daha fazla bir turizm sunumu aracı yapılabilir. Ama orada da çok fazla geç kalmış durumdayız."
Günay röportajda Türkiye’deki müzecilik anlayışına ilişkin saptamalarda bulunuyor ve özel sektörle işbirliği için bir çağrıda bulunuyordu:
"Özel sektörle işbirliği içinde müze işletmeciliğinin yollarını arıyorum ben. Niye müzeyi bir tek biz işletelim? Özel sektörün desteğiyle daha iyi işletebileceksek bunu da yapabiliriz. Bir kapalılığımız, duvar örmüşlüğümüz yok. Benim derdim, Türkiye’nin zenginliğinin bizim insanımıza ve dünya insanlarına en iyi şekilde sunulmasını sağlamaktır. Bunu ben devlet eliyle yaparım, özel sektör eliyle yaparım. Ya da beraber yaparım. Hiçbir kıskançlığımız yok bu konuda. Benim için önemli olan, bu zenginliğin dünyaya sunulmasıdır. Bundan benim ülkem prestij ve gelir elde edecekse bunun yolu neyse açığız."
Bu iki bölümü birlikte okuyunca belki de kaleyi kurtarabilecek bir tablo çıkıyor ortaya.
Kale için bu şehrin vakıfları, dernekleri, işadamları da devletle el ele vermeli.
Herkes işin bir ucundan tutmalı.
Kaybedilen zaman yeni kayıplara neden olmadan işe başlanmalı.
Ancak...
Bu girişimi de Gençlik Parkı’nda olduğu gibi, içkili yerleri ortadan kaldırmaya dönük bir girişim haline dönüştürülmesine de izin verilmemeli.