Güncelleme Tarihi:
EKİM ayının mevsim normalleriyle hayatımıza girmeye başladığı günlerde, sonbaharda kaçış rotası arayanlar için; yazar Vicdan Efe’nin derlediği, Egeli Kadın Yazarlar Platformu (EKYAZ) projesi olarak, Nezih-Er Yayınları tarafından kitaplaştırılan “Ege’den Köyler”i, Ankara Hürriyet okurlarıyla buluşturmayı istedim. Eskişehir doğumlu olan Vicdan Efe’nin “Sen de Topla Düşlerini” ve 2005 Orhan Kemal Mansiyon Ödülü’nü aldığı “Tanbur Ağıtları” öykü kitaplarıyla birlikte üç tane de ilkgençlik romanı bulunuyor. Sivrihisar’ın Polatlı’ya komşu köylerinde yıllarca kamu hizmeti yaptıktan sonra İzmir’e yerleşen yazar, edebiyat dergilerinde ürün vermeyi sürdürüyor. İçlerinde Ankaralı edebiyatçıların da bulunduğu 15 yazarın katılımıyla gerçekleştirilen “Ege’den Köyler”, yazar duyarlılığıyla, yazarların öznel algıları ve duygularıyla kaleme alınmış bir saha çalışmasının ürünü. Değişen dünya koşullarında insan sıcaklığının ve sahiciliğin izlerini sürmek için, Efe’nin önsözde dediği gibi “Şimdi yola çıkıp tanrı misafiri olarak köylülerimizin kapısını çalabiliriz.”
-Ödüllü öyküleriniz ve çocuk kitaplarınız var. En son “Ege’den Köyler”i yayına hazırladınız. Öykülerinizin temasını oluşturan insan sıcaklığı, sahiciliği ve insana dair durumlar bakımından köy çalışması yazarlığınıza nasıl bir katkı sağladı?
Öykü ve roman yazarken gerçekle hayal, yaşanmışla yaşanmamış birbirinin içine öyle giriyor ki farklı bir gerçeklik ortaya çıkıyor. Ancak köy çalışmasında; yaşamın akışında kendi öyküsünü yaşamış ve yaşamakta olan onlarca insanı yazmaya çalıştım. Onların hayata tutunurken olayları hafife almaya yönelik çabalarının toplumsal bir bakışı açısı oluşturduğuna tanık oldum. Yazdıklarımın içinde görünmeme kaygım olmadı. Gözlemleyen ve yazan biri olarak vardım. Yaşamın doğal kurgusunu daha yakından görebilmenin heyecanını yaşadım. Sanırım yoğun ve ağır anlatım biçimime bir yeğnilik geldi.
-Köylere gitme fikri ve bu çalışmayı kitaplaştırma düşüncesi nereden doğdu?
Eski insanların nasıl yaşadıkları, geçmiş, tarihte yaşananlar hep merak edilir. Bugün de, gelecek için bir tarihtir aslında. Özellikle teknolojinin gelişmesiyle var olan kültürümüz ayaklarımızın altından akıp gidiyor ve neye tutunacağımızı bilemiyoruz. Yaşayan kültür değerlerimizi köylerde bile bulamaz olduk. Köylerdeki yaşam kesitlerini bir belge niteliğinde geleceğe bırakmak istedik. Egeli Kadın Yazarlar Platformu olarak ortak kitaplar çıkarıyoruz zaten, bu çalışmayı da bir EKYAZ projesi olarak başlattık.
Yazar duyarlılığıyla yola koyulduk
-Köylere dair incelemeler her ne kadar araştırmacı titizliğiyle ele alınmış olsa da bu projenin bir bilimsel çalışma olmadığına vurgu yapıyorsunuz. Projeye katılan edebiyat yazarları, konuyu hangi yönleriyle ele aldılar?
Bir akademisyen değil, yazar duyarlılığıyla yola koyulduğumuzu baştan kabul ettik; rapor ya da tez ortaya çıkarmak değildi amacımız. Bu çalışmaya gözlem gücümüz ve duyarlı yazar yaklaşımımızla başlamayı düşündüysek de farklı yazar arkadaşlarımızın amaç birliğini sağlaması gerekiyordu. Köylere gidildiğinde elimizde bizi yönlendirecek sorularımız olmalıydı. Evlerde çeşme var mı, geçimlerini neyle sağlarlar, günlük gazete gelir mi, dizilerden etkilenirler mi, siyasilerden istekleri var mı… vb. pek çok soru hazırladık, ekip arkadaşlarımla. Bunların hepsi bir yazı içinde yer almasa da pusula gibi yönümüzü bulmaya yaradı. Edebi metinlerimizi halkın keyifle okuyabilmesini istedik.
-Misafir olduğunuz köyler için Ege coğrafyasında homojen bir dağılım gerçekleştirebildiniz mi? Dağ, ova, kıyı, yayla köyleri veya balıkçı, ekinci, hayvancı, bahçeci köyleri gibi. Köyler hangi kıstaslara göre belirlendi, benzerlikler ya da farklılıklar bakımından karşınıza nasıl bir tablo çıktı?
Ülkemizdeki coğrafik bölgelere bakıldığında Ege’de yer alan Kütahya ve Afyon dâhil bütün illerden köyler için çalışma yapılması amaçlanmıştı. Balıkesir, coğrafik olarak Ege’de görünmediği halde, bazı ilçeleri “Kuzey Ege” tanımlanmasıyla Ege’nin olmazsa olmazları arasındaydı. Ege olup da balıkçı köyleri olmaz mıydı? Başlangıçta sözünü ettiğiniz gibi bir dağılım çizelgesi de hazırlamıştık. Ancak bu çalışma gönüllülük esasına göre olacaktı, her şeyden önce yazan arkadaşımız projeye inanacaktı, arkamızda akademik bir kurum da yoktu! Böyle olunca, herkes, yani projeye gönül verenler, kendilerine yakın hissettikleri, bir şekilde bağlantıda oldukları köyler üzerinde çalıştılar. Böyle olunca da köy sayısı kısıtlı oldu. Bir arkadaşımız Isparta’dan, Afyon Dinar sınırında bir köy çalışması yapmak isteyince onu da aldık kitabımıza.
İnsani duyguları yitirdik
-Günümüzde “köy kavramı”nın içeriği değişti. Büyükşehir yasasıyla mahalleye dönüştürülen köyler açısından bu çalışma şimdi daha bir önem arz ediyor olmalı…
İnternette bir köyün adını yazıp da yanına “mahallesi” demedikten sonra bulunmuyor. Çalışmamız 2010 yılında yapılmıştı, yayımlanması biraz gecikti. Resmiyette de henüz “köy” olarak anılıyorlardı. Haklısınız, bu çalışmayı şimdi yapacak olsak, “köy” tabirini kullanmak ya da kullanmamak arasında kalacaktık! Köyler, ilçe belediyesinden hizmet bekleyen onlarca “mahalle” arasındalar şimdi. Muhtarlık bütçesi diye bir şey yok. Beklenti, eskisi gibi muhtardan. Ancak muhtarların geliri ve yetkisi yok. Bir geçiş ve kabulleniş (belki de kabullenmeme!?) dönemi yaşanıyor şu an.
-Bazı köyler bu yasadan çok önce kimliğini yitirmiş; köy insanı bile artık imece ve komşuluğun kalmadığından yakınıyor. Dünya küresel köy olma yolunda ilerlerken bu kaçınılmaz bir durum mu? Gittikçe bireyselleşiyoruz ve bu da beraberinde yalnızlığı mı getiriyor?
Köylerde de gençlerin hemen hepsinin elinde akıllı cep telefonları var. Zaten teknolojinin esiri olan insani duygulardır yitirdiğimiz. Araba, traktör, tarım aletleri… Herkesin evinde artık. Birbirine desteğe gereksinim yok. Ortak kullanımdan kaçınıyorlar. Her ailenin şehirde oturan oğlu kızı var. Kendi yaşam biçimleri de dolayısı ile modernleşmiş. Görünüş böyle ama o kadar da karamsar olmamak gerek. Henüz köyde yaşayanlar birbirini tanıyor, merhabasız geçilmiyor, bir komşu uzun süre görülmediğinde merak ediliyor… Tarladan getirdikleri fazla yiyecekleri paylaşıyorlar…
-Azalan tarım arazileri, hayvancılığın gerilemesi ve işsizlik gibi nedenlerle köyden kente yaşanan göç olgusu kadar, turizm öncelendiği için bazı köyler de kentlilerin akınına uğruyor, bir yanıyla kent kimliği taşıyor. Bu durum köylünün değerlerine ve kültürüne nasıl yansıyor?
Bu soruya, kitaptaki “Denizköy” örneği verilebilir. Arkadaşımız, kadınlardan köylerine ait birkaç türkü söylemelerini istediğinde; “Ankara’nın taşına bak” ve “Ordu’nun dereleri” diyorlar. Dediğiniz gibi, turizmin öncelendiği bir köyün kültürel değerlerinin köylüler tarafından bile algılanmasında ve anlaşılmasında bir sorun var! İronik bir durum.
-2000’lerde batının köyleri ne durumda; söyleşiler sırasında köy yaşamında hangi zorluklardan söz edildi? Köylerin bayındır olması, köylünün toprağa ve hayvancılığa dayalı geçim kaynaklarını yitirmeyerek işsizliğe düşmemeleri açısından yerel yönetimlerden, devletten beklentileri ne yönde?
Her şeyden önce kentlere göç nedeniyle köylerde nüfus azalınca merkezi okul modeliyle taşıma sistemi getirilmiş ve çoğu köyde ikinci kademe okul kapatılmış. Çocuklar, belirlenen merkezi bir okula taşınıyor. İlk kademe öğretmenleri de köyde oturmuyor, günlük gelip gidiyor. Köylünün öğretmenle sohbeti, soru sormaları, akıl danışmaları yok artık. Mazotun pahalılığı ve devlet desteğinin az olmasından yakınıyorlar. Ürünlerinin yok pahasına satılması, ellerinde bir şeyin kalmaması öncelikli sorunları. Bazı köylerde kooperatif ve birlikler kurulsa da istenilen düzeyde olmadığı açık. Bayındır durumuna gelince; köy iken bir sorun dile getirilmiyordu. Mahalle olduktan sonra bir göz ev yapabilmek de büyükşehir yasalarına göre plan proje gerektiriyor, maliyeti artırıyor.
-“Ege’den Köyler” alanında bir ilk kitap mı? Örneğin, Ankara özelinde başka coğrafyaların yazarları, araştırmacıları tarafından yapılacak benzer çalışmalar için esinleyici olabilir mi; nasıl bir fayda sağlar?
Bildiğim kadarıyla ilk. Bazı iller ya da ilçeler, kendi tarih ve kültür değerlerini yansıtan, tanıtım amaçlı olarak özellikle belediye destekli kitaplar çıkarıyorlar. Bizim çalışmamız, bilgilerin edebi bir metin içinde her okurun keyifle okuyabileceği, okurken de köylerle ilgili bilmediklerini, köye hiç gitmemiş gençleri köylerle tanıştıran bir kitap. Ayrıca biz tarihten ziyade bugünü yazdık. Bu çalışma sosyolojik olarak köyler arasında karşılaştırmayı sağlayabilecek, başka projelere esin kaynağı oluşturabilecek bir başlangıç. Hangi alanda çalışma yapılacağına bağlı olarak pek çok sosyolojik, kültürel ve ekonomik veri bulunduğundan değişik üniversite ve kurumların çalışmalarında yol haritası olarak da yararlanılabilinir. Tüm bölgeler, iller ve ilçeler bazında yapılması gerekli belki de?
ANKARA BANA HEP BİRAZ CİDDİ GELMİŞTİR
-Kitapta Ankaralı ya da Ankara’da yaşamış yazarların adını görüyorum. Siz de Eskişehir doğumlusunuz, İzmir’de yaşıyorsunuz ama yolunuz sıklıkla Ankara’ya düşüyor. Yolun sonu kıyıya varsa da, yazarlarımız için Ankara neden hep bir uğrak noktası oluyor?Evet, kitapta yazısı bulunan EKYAZ’lı 15 yazar içinde pek çok Ankaralı arkadaşımız da bulunuyor. Ankara gerçekten doğuyla batının, kuzeyle güneyin coğrafik olduğu kadar kültürel anlamda da kesişme yeri. Yaşam biçimi, düşünce yapısı, olayları değerlendirmesi bakımından da bütün bölgelerin harmanlandığı bir il. Başkent olması, biraz resmiyet katsa da yasal zeminde düşünce sisteminin geliştiği yer. Üniversite sınavına girdiğim 1981 yılında Eskişehir’de 2.sınav yapılmıyordu. Ankara Hacettepe Üniversitesi’nde sınava girdim. Sonraki yıllarda da buna benzer sınavlar Ankara’ya çekti beni. Bu anlamda da Ankara bana biraz “ciddi” gelmiştir hep.
-Köy kahvaltısı, köy ekmeği, köy yumurtası, köy tavuğu gibi sıkça karşılaştığımız tanımlar aslında kent insanının kırsala duyduğu özlem, -mi? Doğal ve saf olan ne kaldı? Bunlardan uzaklaştıkça köy yaşamı kavramına bir öykünme halinde miyiz?
İnsan biraz da yedikleri ve içtikleridir. Doğal olmayan beslenmeyle birlikte bozulan metabolizma, duyguları da değiştirdi. Artık insan özüne dönmek, önce kendisi olmak istiyor. Öykünme değil, yalnızca kendini fark etti insan. Doğayla bütünleşme isteği. Sorunuzda sözünü ettiğiniz insanlar da var, biraz özenti içindeler. Önemli olan eylemdir. Onları doğruya yönelten şeyin özüne bir gün olup varırlar sanırım!
-Ne dersiniz, bu kitabı okuduktan sonra büyükşehir yaşantısından sıkılan kentliler yaşam rotalarını Ege’ye ya da köylere çevirir mi? Bu tersine hareket köylünün ve kentlinin yaşam koşullarını ne ölçüde etkiler?
Kitabın amacı bu olmamakla birlikte, kim bilir; ama umarım olmaz! Kentleşerek köyünden uzaklaşmış değil Ege köylüsü. Dede toprağına sahip çıkıyor, köyüne yabancılaşmamış. Köylerin istilâsı, bu anlamda kendi çocuklarına her zaman açık! Tüm bölgelerimizde yaşayanları Ege’ye değil de kendi köyüne, toprağına dönmeyi düşündürmek olabilir bu kitabın “diğer” amaçlarından biri. Hatta oraları yazdırmayı…