Güncelleme Tarihi:
Ressam dostu Muzaffer Tiryaki’nin atölyesinde söyleşirken, böyle anlatıyor kendini Mehmet Alagöz.
Bolu’nun bir dağ köyünden, Almanya’nın Köningslutter kasabasına uzanan uzun yol, sanat çizgisi Mehmet’in. O çizginin ucunda, bol ışıklı bir dünyada başlamış resme. Sonra Avrupa’nın kuzeyine, renklerin en mat, en donuk yurduna uzanmış. Her şey yol boyunca şekillenmiş, gurbetle sılanın arasında. Ama, en çok yabancılığın sınırlarında aramış resimsel gerçekliği. Duygusallıktan hiç vazgeçmeden boyamış tuvallerini.
Yalnızlık çoğalıyor
Yaşadığı gerçekliğe tanıklık eden ne varsa, pentürün değerlerinden uzaklaşmadan öyküselleştiriyor. Onun için yabancılığın, korkunun ve kederin gizlendiği yüzler var resimlerinde. Bakışsız, susuk yüzler...
Yaşadığı gerçeklik resimsel yolculuğunun bir başlangıcı değil aslında, onun sanatsal evrenini şekillendiren, besleyen varsıl bir kaynak. Göçmen bir ressam o. Onun için göçmenliğin yarattığı yabancılık var her bir resminin içinde. İstasyonların uğultulu kalabalığında bekleyen, anılarla aralarındaki uzaklığın gurbetini yaşayan insanlar...
Bavullar üzerindeki bekleyiş, hem gurbette hem de sılada yalnızlıklarını çoğaltıyor. Ayrılık ve hüzün her hareket saatinde yanıbaşlarında. Yalnızca mekânlar değişiyor. Değişen mekânlarda değişmeyen tek şey yarına olan güvensizlik. Ondandır belki de soğuk renklerin resme hakim olması, iç mekânlarda bile kasvetli renklerle boyanması tuvallerin. Figürlerin çoğundaki kübik duruş yabancılaşmış benliğin parçalanmasını, fondaki silik figürler ise suskunluğu yansıtıyor. Sessizlik yığılmış figürlerin üstüne. “Yalnızlığın bir ucundan koparken, öteki ucunda yaşama bağlanan” insanların resimleri.
Varoluşun temel gerçeği
“Yalnızlığın bana ya da yalnız olan birkaç kişiye özgü bir durum değil de insan varoluşunun kaçınılmaz temel gerçeklerinden biri olduğu”nu söyleyen Thomas Wolfe, onun resimlerini okuyor sanki. Mülteci, onarılmaz bir yalnızlık ve hüzün sessizce kımıldıyor resimlerin içinde. Ernst Bloch’un duyumlarını anımsatıyor her resim. “Gurbette yabancının kendisinden daha egzotik olan bir şey yoktur; toplumsal coşku olarak bu yabancının günlük yaşamını, en az da yaşanan sıkıntı ve acıyı görmek istemez, güzelliğe dönüşümün bedelini ödemez. Çoğu kez iyileşmez bir subjektiflik içerisinde, yabancıda kendi ideal ve beklentisini görür…
Yabancılığın şiirleri
Bu şekilde ortaya çıkan ani heyecanın adı nostaljidir. Anlam olarak da uzaklıktan ötürü ortaya çıkan özlemlerin değişmesi gibi bir şeydir. Sıla özlemine sadece alışılmış nesnelerin yok oluşundan ötürü uyanan isteksizlik neden olmaz, bilakis nostaljiden başka alışılmış tanınan dünyayı yitirmekten ötürü var olan üreticilik, ayrılınmış görüp geçirilmiş çoktan körelmiş çevrenin kendisi renklendirir, evet onu ütopik yapar ve ona yeni sayfalar açar…
Daha sonra nostalji, yabancının yolculuk öncesinde olduğu gibi bir ülkü olarak taşınır…”
Yalnızlığın, yabancılığın şiirleri okunuyor resimlerinden. Sözcüklerin biçim veremediği her şey renklerle şekilleniyor. Pusulanın kadranındaki her göstergede yeni bir yabancıyla tanışıyoruz. Ne çok yalnızlık düğümlenmiş, ne çok dalgın bakış var bu resimlerde. Batıbirlik Sanat Galerisi’nde 16 Şubat’a kadar sürecek olan sergide izlenebilir bu resimler.