Güncelleme Tarihi:
Mykonos’ta bir hafta sonu geçirmek temiz ve beyaz bir sayfayı dilediğince karalamak gibiydi. Vakitsizlikten dolayı önceliğim tabii ki şehrin kalbi oldu. Sabahın tenha vakitleriydi. Ornos’tan sahil yolunu takip ederek on dakikadan kısa bir sürede adanın merkezine ulaştım. Adada mesafeler çoğunlukla on dakika ile yirmi dakika arasında fakat araba, atv ya da motor kiralamak şart.
Araba kullanırken bir yandan zihnime gördüklerimi aktarıyor; kendi deneyimimi çiziyordum. Önce adayı sarmalayan çorak tepeleri, tepelerin yamaçlarına da beyaz küpleri çizdim. Beyaz küpler tek katlı, organik hatları ve mavi pervazlarıyla bir örnek yunan evlerini temsil ediyor. Şehrin merkezi sadece yayalar için yani arabalara yer yok. Arabamı park edip Güzel Sanatlar Okulu’nun olduğu taraftan içerilere doğru yürümeye başladım.
SOKAKLARA AÇILAN VERANDALAR
Evlerin daracık sokaklara açılan verandaları rengarenk sardunyalar giyinmişti. Arnavut kaldırımlı taş sokaklar tertemizdi. Tek tük gelip geçenlerle ada uyansa da denize doğru kıvrılıp giden toprak patikada hala sabahki süpürgenin izleri vardı. Ve rengarenk hediyelik eşyaların tezgahlarda yerlerini almasıyla artık sokaklarda şenlik başlıyordu.
Şehir merkezinden sahile inip doğruca (Little Venice) Küçük Venedik’e geldim. Sahil boyunca sıralanmış irili ufaklı kafelerden birine oturup günün ilk kahvesini içerken bir yandan da Milli Yel Değirmenleri’nin etrafından gelip geçenleri gözlemleme fırsatım oldu. Dünyanın farklı farklı ülkelerinden adaya gelmiş turistler fotoğraf çekmek için köşe kapmaca oynuyordu. Sabah kahvesinin aksine aslında Küçük Venedik gün batımı için daha yerinde bir deneyim olurdu. Fakat “Gezgin umduğuna değil bulduğuna göre program yapandır.” diyerek tekrar yola koyuldum.
DOĞAL BİR ARKEOLOJİ MÜZESİ
Mykonos’da bulunan beş yüze yakın kilise arasından asimetrik görüntüsüyle görsel olarak en dikkat çekici olanı adanın tepesinde konumlanmış Paraportiani Kilisesi’dir. Bununla birlikte sahil şeridinin romantik atmosferinden vaz geçebilecekler için adada ziyaret etmeye değer çok cazip kültür durakları da var. 1700’lerden kalma binasıyla Folklor Müzesi, Delos tarihi bölgesinden getirilmiş antik Yunan buluntularıyla Arkeoloji Müzesi, hala çalışır durumdaki antik yel değirmeniyle Kültür Müzesi ve Deniz Müzesi ziyaret edilebilir. Tanrı Apollon ile Tanrıça Artemis’in doğduğu yer olan Delos Adası bugün hiçbir modern yerleşimin bulunmadığı, adeta doğal bir Arkeoloji Müzesi’dir.
Mykonos’da hepsi var; geleneksel, turistik, göz alıcı, lüks, ekonomik, salaş, sıradışı, popüler ve gözden uzak. Ne istediğinizi bildikten sonra önemli olan tek şey bunun için nereye bakacağınızı bilmek. Kaldığınız otel ne kadar keyifli olursa olsun mutlaka adayı keşfe çıkın. 50’lerden beri Mykonos’u Mykonos yapan adaya gelen herkesin sade, gösterişsiz “cool” ve deyim yerindeyse “ne isen o ol” “be what u are” tavrıdır. Dolayısıyla tavsiyeme kulak verin ve tatilinizde “fazladan” hiçbir şeye yer vermeyin.
MYKONOS’TA NEREDE NEDEN VE NE YENİR?
Kounelas, balık ve deniz ürünleri için köydeki en eski ve en doğru adrestir. 1965’de kurulmuş tavernanın lokasyonu limana yakın olmasına rağmen, deniz manzarası yoktur. Fakat lezzet için yola düşenlere ısrarla tavsiye ederim.
Mamacas, domates sosunda hazırlanan Mykonos köftesiyle bilinen taverna, ünlü Andronikos Ailesi’ne ait ve 1845 yılından kalma eski bir evin bahçesinde hizmet veriyor. Bahçedeki palmiye ağaçlarının en yaşlısı 155 yaşında. Bu otantik ve sıcak mekan, adanın yerel kültürünü görmek için bile tercih sebebidir.
Kiki’s, dillerden düşmeyen sosuyla biftek yemek için Agios Sostis’ye gitmeniz yeterli olur. Fakat yol boyunca herhangi bir yön levhası göremeyeceğiniz için kalabalıkları takip etmelisiniz. Gözlerden uzak konumu, oldukça iptidai diyebileceğimiz ambiyansıyla yine de fazlasıyla popüler bu mekanın rezervasyon politikası olmadığı için beklemeniz de gerekebilir.
En Plo, Yunanca “güverte” anlamına gelen En Plo, Mykonos Limanı’nın hemen sağında konumlanır. Deniz kenarındaki mükemmel konumuyla nefes kesen bir manzara ve keyifli bir ortam sunar. En Plo, 24 saat kesintisiz hizmeti ve makul fiyatlarıyla kesinlikle tercih edilebilir.
Nammos, Mykonos’un en trend “beach restorantı” olan Nammos, ünlü Psarou Plajı’nda konumlanıyor. Restorant, lounge bar ve beach club olarak ayrılıyor. Kapari ve güneşte kurutulmuş domates gibi yunan dokunuşuyla renklenen zengin makarna ve ravioli çeşitlerinin yanı sıra deniz ürünleri seçenekleri de oldukça lezzetli diyebilirim.
Chez Katrin’s, 1971’den beri aynı özenle hizmet veren Katrin’s, sade ve elegan çizgisiyle ünlü oyuncuları ve dünya jet setinden tanıdık simaları ağırlamaya devam ediyor. Kabak çiçeği dolması ve krema soslu midyesi burada mutlaka tadına bakılması gerekenler arasında.
Scorpios, Paraga Koyu’nda bir kuytuda konumlanmış Scorpios, zen dekoru ve Ege mutfağı ile son zamanlarda oldukça popüler adreslerden biri. Küçük Venedik’te kaçırdığım gün batımını burada yakaladım. Ve tek kelimeyle enfesti. Bohem atmosferi ve tanınmış simalarıyla hayli talep gören bu mekana mutlaka rezervasyon yaptırıp gitmeniz gerekir. Ambiyans ve lezzetleri de göz önünde bulundurarak çok da pahalı bulmadığımı söylemeliyim.
SUI GENERIS
Mykonos’ta geçirdiğim üç gün belki de dersimi iyi çalışıp gittiğim için tek kelimeyle büyüleyiciydi. Bunun sebebi, tek başına ne adanın beni kuşatan coğrafyası ne de “çılgın partiler” efsanesiydi. Doğru adreslerde tattığım birbirinden lezzetli yemekler ve gittiğim birbirinden eğlenceli ve keyifli beachler de değildi. Ya da insanların sımsıcak gülümsemelerinden yayılıp adayı kaplayan enerjileri de… Bahsettiğim Mykonos’a özel, onu eşsiz yapan ve çok daha güçlü hatta mistik bir his, enerji ve aura. Tüm bunlar, adaya adım attığınız ilk gece sizi kuşatır ve bir sonraki sefere dek size kendini hatırlatmaya devam eder.