Güncelleme Tarihi:
Önce enstalasyon sanatını kısaca anlatmakla başlamak istiyorum. Latince bir kökten gelen bu kelimenin Türkçe anlamı, “Kurmak, yeniden yapmak”tır. Ancak sanatsal karşılığı “yerleştirme sanatı”dır.
20.yy başlarında Marcel Duchamp “pisuvar”ı olduğu gibi sanat mekanındaki bir duvara yerleştirmiş ve dünyada yeni bir çığır açmıştır.
İnsan yaşamında kullanılan her türlü malzeme ünlü sanatçılar tarafından kurgulanmış, günümüze kadar gelmiştir. Bunu kısa bir örnekle anlatacak olursak, bir sanatçı yattığı yatağını, yorganını, çarşafını hatta yanında, o akşam yediği balığın kılçıklarını, hepsini kaplayacak şekilde üzerini şeffaf polyesterle kaplatıp duvara asmıştır. Buna benzer bir çok eser halen Dünya Modern Sanat Müzelerinde sergilenmektedir.
TARTIŞILAN KONU
Teknolojinin hızla geliştiği zamanında enstalasyon; video, bilgisayar sanatı şeklinde müzelerde, fuarlarda ilgiyle izlenmektedir.
Bildiğiniz gibi bizde de, her yıl sezon başında yani Ekim, Kasım aylarında, İstanbul’da Tophane’nin oradaki Antrepo’da, ulusalararası Video Art Sanatı sergilenmekte olup büyük bir ilgiyle seyredilmektedir.
Bundan 20-21 yıl önce yani 1990’ların başında İstanbul Haliç’teki eski Feshane binasını Eczacıbaşı Holding restore ettirip, burayı müze, fuar alanı olarak hizmete açmıştı.
O zamanlar tual üzerine resim ile enstalasyon sanatı çok tartışılan bir konuydu. Tual resmi iki boyutlu olarak süregelmiş hatta sanatçılar yapıtlarında üçüncü boyutu yakalamaya çalışmışlardır. Böylece hiper realizm, foto realizm, optik art gibi halen günümüz sanatında kullanılan akımlar ortaya çıkmıştır. Ancak bazı sanatçılar üçüncü boyutu yani doğadaki nesneleri olduğu gibi kullanarak yeni bir akım oluşturmuşlardır ki bu da entalasyon sanatının ortaya çıkmasına neden olmuştur.
1992’de Feshane’de ulusalararası bir enstalasyon sergisi düzenlenmişti. Bu sergiye, Brezilya, Meksika gibi bir çok ülkenin sanatçıları ve bizim sanatçılarımız katılmış, gerçekten büyük bir ilgiyle izlenmişti. Biz de o zaman Sabancı Üniversitesi Genel Sekreteri Prof.Dr. Cemil Arıkan ve Eşi Prof.Dr. Yıldız Arıkan, Armoni Sanat Galerisi yöneticileri Aynur Pehlivanlı ve Zerrin Özdemir olmak üzere sergiyi gezmeye gittik. Tam içeriye girerken orada bulunan görevli, hanımların çantalarıyla giremeyeceklerini, kendisine teslim etmeleri gerektiğini söyleyince çok şaşırdık. (Çünkü dünya’nın hiçbir yerinde müzelere girerken, özellikle hanımların çantaları alınmaz.) Tabi hanımlar buna karşı çıktılar. Çantalarının içinde kendileri için çok önemli şeyleri olduğunu söyleyip vermek istemediler. Fakat görevli çantaları ısrarla almak istiyordu. İş güven duymamaya gelince, o ; merak etmememizi kendisine güvenmemizi, bu işi yıllardır yaptığını söyleyip çantaları teslim aldı. Biz de uzatmak istemedik yoksa adam bizi kesinlikle içeriye almayacaktı.
GÖREVLİ İZLİYORDU
Neyse içeriye girdik. Sergi çok güzel organize edilmişti. İlk kez böyle bir enstalasyon sergisi düzenlendiğinden hepimizin çok ilgisini çekmişti. Dünya’nın çeşitli yerlerinden gelen sanatçılar, ülkelerinin özelliğini taşıyan nesnerini kendilerine göre kurgulamışlar ve onları uygulamışlardı. Elbette eserlere dokunmak, çok fazla yaklaşmak yasaktı. O zamanlar alarm sistemleri günümüzdeki kadar gelişmemişti. Biz hem geziyor, hem de eserler üzerinde tartışarak, ağır ağır ilerliyorduk. Bir süre sonra bir görevli tarafından izlendiğimizi fark ettik.
Biz nereye gitsek o da bizimle beraber geliyordu. Aldırmadık. Elbette o’nun görevi eserleri korumak, onların tahrip edilmesini önlemekti. Geze geze Meksika standının önüne geldik. Burada sanatçı Dünyaca ünlü olan Meksika biberlerini kullanıp bir enstalasyon hazırlamıştı.
MEKSİKA BİBERİ
Bilindi gibi Meksika biberi çok acıdır. Yediğiniz anda, alışkın değilseniz dudaklarınızı, dilinizi yakar hatta şişirir. Biz acı biberleri görünce, laf döndü dolaştı bizim “acı” kültürümüze geldi. Kimimiz sevdiğini, kimimiz sevmediğini, yiyemediğini söyledi. Cemil Arıkan da baktı baktı:
- “Vallahi bunlardan şöyle bir tutam olsa zevkle yerim. Çünkü ben acı bibere bayılırım” dedi. Biz de:
- “Onlardan yesen senin ağzın burnun şişer falan” deyip gülüştük ve sergiyi gezmeye devam ettik.
Dolaşmamız bitmişti. Hanımlar çantalarını alıp tam çıkarken; arkamızdan birinin seslendiğini duyduk:
- Bi dakika, bi dakika!
Biraz endişeyle döndük baktık. Bizi takip eden görevli, avucundaki bir tutam Meksika biberini Cemil Arıkan’a uzatıp;
- Beyefendi, bunlar sizin için...
Demez mi!