Öncelikle Ünye’ye hoş geldiniz diyorum. Ünye’de karşılaşınca birisine nerelisiniz diye sorarlar, ben de size nerelisiniz diye sormak istiyorum.
- Anne tarafım Karadenizli, baba tarafım Afyonlu.
Karadeniz’e o zaman sık sık geliyorsunuz.
- Mutlaka tabi, yani ailemin Karadenizli olmasından dolayı, Trabzon, Samsun, buralarda büyüdüm.
Ünye’de bu yıl 16. Kültür Sanat ve Turizm Festivali düzenleniyor. Daha önce Ünye’ye geldiniz mi ve festivalimize katılma fırsatı buldunuz mu?
- Daha önceki yıllarda Ünye’ye gelmiştim. Bu yıl da festivale gelecektim ama, 18. Uluslararası Akçaabat Müzik ve Halkoyunları festivaliyle çakıştı. Onun için birinden birini iptal etmek zorunda kaldım ve Ünye’deki tatilimin ardından Akçaabat’a festivale geçeceğim.
FESTİVAL EŞİTTİR HALK KONSERİ
Festivaller sizin için ne ifade ediyor?
- Festival eşittir halk konseri demek benim için. Festivallerde halkla birlikte olarak, bütünleşirsiniz. Benim için kulüplere çıkmak çok eğlenceli gelmiyor. Çünkü kulüpler yerine festival ortamları çok daha samimi geliyor. Yani sanatçının keyif aldığı bir durum var. Kulüp çalışmalarını da yaklaşık 15-20 yıldır yapmıyorum. Bir yerde mekanda çıkayım diye bir çalışma yapmıyorum.
Peki Ünye’ye sizi ne getirdi?
- Normalde benim direkT Trabzon’a gidip oradan Akçaabat’a festivale gitmem lazımdı bu yorgunlukla. Fakat, çok yakın arkadaşım Mine beni baştan çıkardı, "Gel burada, sana mıhlama yaptırdım, pide yiyeceğiz" dedi. Resmen o kadar yolu
yemek için geldim. Çünkü çok düşkünüm yemek yemeye. İyi ki de gelmişim. Ünye’ye gelmişken Ünye pidesini de tatmışsınızdır muhakkak. Birazdan Ünye pidesi yiyeceğiz, sonra akşam üstü Akçaabat köftesi. Baksanıza böylelikle nereye varacak halim bilmiyorum.
SON AĞA BENİM İÇİN ŞANS OLDU
Başarılı müzik kariyerinizin ardından oyunculuğunuzla yeniden ekranlarda görüyoruz sizi. Star TV’de yeni dizi Son Ağa başladı. Tamer Karadağlı gibi güçlü bir oyuncuyla oynuyorsunuz. Oyuncu yanınızı biz TRT’deki programlardan biliyoruz. Bu yeni projede oynamaya nasıl karar verdiniz?
- Uzun zamandan beri bir sürü proje geliyor. Kanal D’de beş sene önce Aşk Olsun’da rol almıştım. Ondan sonra çok faza proje geldi. Ama Ürgüp’te çekilen bu proje çok sıcaktı, çok keyifliydi. Tamer çok iyi bir oyuncu, tüm kastta ki tiyatrocular iyi oyuncu, projede arasında bulunmak çok zevkli. ’Cast’ı çok sevdim, senaryoyu çok sevdim, işi çok sevdim. Benim için iyi bir şanstı. Hakikaten de Allah emeklerimizin karşılığını verdi. Çok emekli ve çok zor bir iş.
Film çekimleri için Ürgüp’e ne zaman gidiyorsunuz?
- Her hafta oradayız. Pazar günleri TRT’te ki talk şovum için İstanbul’a dönüyorum, pazartesi günleri Ürgüp’e uçuyorum. Öyle bir sistem oturtturduk. Biraz zor ve yorucu ama çok da keyifli.
Başka projeler var mı sırada?
- Vallahi bu ara zor başka bir proje. Ne öyle vakit olabilir, ne de öyle bir gücüm olabilir diye düşünüyorum. Zaten Star’da bir yemek programımız var, yaz tatilinde şu anda biliyorsunuz.
YEMEK YAPAMAYAN KADINLA İŞİM OLMAZDI
Star’daki yemek programınız da çok eğlenceli. Sizin kişiliğinizi yansıtıyor, zevkle izliyor insanlar. Programda keyif alarak yaptığınız gibi evde de yemek yapıyor musunuz?
- Ben yemek yemeyi çok seviyorum. Çok iyi bir gurmeyim. Yemeği tatmaya bile gerek yok, baktığım zaman ne kadar lezzetli olup olmadığını anlarım, bir tek tuzunu tatmadan anlayamam. Onun dışında müthiş anlıyorum. Yani yemeğime tabağıma almadan hissederim iyi olup olmadığını. Yemek yaptığım zamanda inanılmaz lezzetli yaparım. Ben zaten erkek olsaydım, yemek yapamayan bir kadınla hiç işim olmazdı. Dakika bir, gol bir. Birinci gün kapının önüne koyardım, salak muamelesi yapardım.
Ünye’de iki gün misafirimiz oldunuz. Denize girme fırsatınız oldu mu?
- Yok girmedim, Karadeniz’de ben denize kolay girmiyorum. Çünkü suyu çok serin. Benim gireceğim suyun hamam sıcaklığına yakın olması lazım. Karadeniz suyu benim için soğuk. Çocukluğumdan beri soğuk gelir yani.
İSTEMİYORSAN YAKALANMAZSIN
Yaz sezonunun açılmasıyla ünlülerin selülit sıkıntısı başladı. Paparazzi kameraları denize giren ünlü bayanları bikinili olarak yakalıyor. Bu zamana kadar objektiflere sizin böyle bir durumunuz yansımadı. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz paparazzi ünlü kovalamacasını?
- Tercihinizle ilgili, yani yakalanmak istemiyorsanız yakalanmazsınız. Bir sürü insanda yakalanmıyor sonuçta. İnsanlar nerede yakalanıyor? Bodrum gibi yerlerde. Gidersen Bodrum’a o yakalanmayı göze alacaksın ve şikayet etmeyeceksin. Çünkü paparazzilerin işleri bu, orada kamplarını kuruyorlar. Çok da güzel yapıyorlar işlerini. Aferin, tebrik etmek lazım. Ama sen böyle bir şeyin içinde yer almak istemiyorsan gitmeyeceksin ya da gidiyorsan da benim gibi salıncakta oturacaksın. Görüntü vermek istemiyorsan, ona göre davranacaksın.
Ünlüler dünyasında polemikler yaratılarak gündeme gelinmeye çalışılıyor. Sizce bu şekilde gündeme gelmek ne kadar doğru?
- Hayatı nasıl seçtiğinize bağlı. Ne kadar polemikli yolu seçersen, o kadar geçici ve kısa dönemli olur. Halk da yavaş yavaş bunu anladı. Zaten dikkat ederseniz
magazin programları da çok malzeme bulamamaya başladı. Ünlüler de birilerine saldırarak, zıtlaşarak, belli bir terbiye çizgisinin dışına çıkarak çok uzun vadeli bir yere varılamayacağını görmeye başladı. Magazin malzemesi de azaldı. Zaten halk da magazin programında sık sık gördüğü insana saygı duymuyor. Daha az gördüğü insan daha ilginç geliyor. Halk artık, kim işi doğru düzgün yapıyor, kim ne yaparak bir yerlere varmaya çalışıyorsa bakmaya başladı. Bunların hepsinin farkına vardılar, herkes farkına vardı ve açıkçası iyi de oluyor.
ANALIK BABALIKTAN REDDEDERİM
Son dönemde her kanalda yayınlanmaya başlayan evlilik programlarını, bir anne olarak siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Her sene televizyonlarda farklı formatlarda program modası çıkıyor. Ben bu programları samimi bulmuyorum. Ben şimdi annemi, babamı orada görmek ister miyim? Direk analık babalıktan reddederim. Ben kendimi düşünüyorum, istemem. Üstelik bu kadar aydın bakıyorum hayata. Herkes istediğini yapsın, istediği gibi yaşasın diyorum ama, böyle bir şeyin içinde kendi ailemin yer almasını asla istemem.
Ben çekirdek aileden geldim, çekirdek ailenin içinde yetiştim. Onun için biliyorum ki ben ne kadar hoşlanmazsam sizde hoşlanmazsınız. Bana her şey yapay gibi geliyor. Orada çıkan insanlar birilerinin gerçek anası babası olamaz.. Biz de bu kadar abaza bir topluluk değiliz. Gidelim de milyonların önünde kendimize bir eş bulalım diye yaşadığımızı sanmıyorum. Bunların hepsi insanları eğlendirmek adına yapılmış birer şov diye düşünüyorum. Nasıl bir tiyatro dizi yapılıyor. Bu da o tarz program bence. Bu çok ince bir çizgi. Buna dikkat etmek lazım. Aile düzenlerini geleneklerimizi ananelerimizi bozacak şeylere izin vermemek gerekiyor diye düşünüyorum. Ama çok da ciddiye almak gerekmiyor. Ben de mesela seyrediyorum, eğleniyorum ama gerçekmiş gibi de bakmıyorum. Onlar birer oyuncu, işlerini yapıyorlar, bizlerde eğleniyoruz.
İKİSİNİN DENGESİNİ TOPLUM BULACAK
Hayat bir realite şov oldu sanki. Bu bir duygu sömürüsü gibi geliyor bana. Sizce de öyle mi?
- Geçende Şafak’la onun skecini yaptık işte. Öyle bir durumda ki hiç abartmıyoruz. Birisi orada derdini anlatıyor, ağlıyor, ölüyor, diğer tarafta biri çıkıyor şarkı söylüyor. Ama bu durum dünyada da böyle yapılıyor galiba. Gelişmekte olan toplumlarda bu geçiş dönemleri oluyor maalesef. Bir zamanlar Amerika da böyle bir dönemden geçti. Şimdi çok dikkatliler, yaptıkları programlarda bütün aile düzenini bozacak bir şey yaptırmıyorlar. Bizden daha tutucular. Biz şimdi onların 15 yıl önceki geçiş dönemi hallerini yaşıyoruz. Ne oldu bunun karşılığında? Birileri dur demeye başladı. RTÜK çıktı ve uyarmaya başladı. Sonunda doğruyu bir şekilde bulacağız. Daha önce de biliyorsunuz TRT çok fazla kısıtlıydı. İkisinin dengesini bir şekilde bu toplum bulacak sonunda. Öyle düşünüyorum
Uzun yıllardır müzikle uğraşan biri olarak, son dönemde artan mankenlikten şarkıcılığa geçişleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bu konuda en son söz söyleyecek olan benim. Çünkü dizide oynayan bir şarkıcı olarak, benim ağzımı açmaya hiç hakkım olmaz. Ben zaten hayata şöyle bakıyorum. Herkes ne istiyorsa, ne seviyorsa yapsın. Çünkü, insanlar beğenir yada beğenmez. Kimseyi zorlamıyorsunuz. Zaten bir çok seçenek sunuldu son on yılda. İnsanlar istedikleri tercihi yapabilirler. Yeter ki saygı çerçevesinde, yaşantımızı, aile düzenimizi ve geleneklerimizi etkileyemeyecek çerçevede istediğini herkes yapabilir. Yani benim için sorun değil.
Hayranlarınıza müjdeli bir haber verebilir miyiz? Yakında yeni bir albüm çalışmanız olacak mı?
- Yakın zamanda yeni bir kaset düşünmüyorum, programlar yoğun bir şekilde devam ediyor. Gelecek yaz dönemine doğru bakalım.
TERCİHİM KARADENİZ OLMALI
Ufukta Karadeniz’e yerleşme gibi bir planınız var mı?
- Çok yorucu programlar yapıyorum. Bu yorgunluğa rağmen Karadeniz’de mümkün olduğu kadar yol gitmek istiyorum. Çünkü Karadeniz’i gezmek benim için muhteşem bir fırsat. Her bulduğum fırsatı değerlendiriyorum Karadeniz’de. Çünkü bayılıyorum buraya. Allah en büyük güzelliği esirgemeden Karadeniz’e vermiş. Altın fışkırıyor gibi, topraktan cennet fışkırıyor, her yer yeşil. Benim için de artık yavaş yavaş emekli olma vakti geliyor. O zaman bir tercih yapmak zorundasın yaşamak için. Benim tercihim mutlaka Karadeniz olmalı. Ben sabah gözümü böyle bir yerde açmalıyım. Karadeniz insanını farklı seviyorum. Onların temiz ve pırıl pırıl olduğunu biliyorum, medeniyetlerini ayrı seviyorum.
Mesela iki gün beni Ünye’de ağırlayan Hasan Bey Otel, turistik açıdan örnek olarak gösterilmeli. Her otelde, burada olduğu gibi insanlara bu kadar temiz, pırıl pırıl, müşterisini rahat ettirecek bir ortam sağlamalı. Bu insanları da takdir etmek lazım. Karadeniz’in ve Ünye’nin bu güzelliğini hissettikten sonra, İstanbul’a ayaklarım gitmek istemiyor.
Bayrakları görünce çok ama çok utandık
GEÇTİĞİMİZ günlerde eşimle yeni açılmış bir alışveriş merkezi olan 365 alışveriş merkezinde alışverişimizi yaptıktan sonra, bakımlı bahçeden nadide çiçeklerin arasından geçtik.
O ana kadar herşey çok güzeldi, başımızı kaldırıp bayrağımızı görünceye kadar. Soluk, uçları liğme liğme olan bayrağımıza ve bir de onların kendi amblemlerini taşıyan flamalarına bakarken, o alışveriş merkezi yöneticileri adına ben utandım.
Yabancıların yoğunlukta olduğu Çankaya semtinde bayrağımıza sahip çıkma görev bilinciyle bu yazıyı gazeteme yollamaya karar verdim.
Çiçeklere ağaçlara verilen değerin, bayrağımıza da verilmesi umuduyla umarım bu utançtan en kısa zamanda dönülür.
mimozam/ÇANKAYABüfeler yaya haklarını ihlal ediyor olmasın
ANKARA, Asya ve Avrupa’nın arasında doğal ve muazzam bir köprü olan Türkiye’nin güzide başkenti...
Kalabalık Ankara’da yürümek için gün geçtikçe yol bulmakta zorlanan halkımıza ne gibi bir faydası olduğunu hala anlayamadığım büfelerden bahsedeceğim.
Fazla detaylı bir bilgi sahibi olmadığım büfelerin konumu o kadar ilgimi çekiyor ki... Dükkan satış değeri ve kira değeri tavan yapan yerlerde irili ufaklı bir çok büfe mevcut.
Bir çoğu demeyeceğim çünkü, genellikle hepsinin yaptığı sigara, çakmak, çikolata, bisküvi, kontör ve şans oyunları gibi şeyler satmak. Tabi ki insanımız geçinmek için bir şeyler yapmak, çalışmak zorunda. Ama kamu sağlığı ve kamu yararı bence herşeyin üzerindedir. Aynı şeyler hemen civarında bulunan ve yaya trafiğine hiç bir zararı bulunmayan dükkanlarda da mevcuttur.
Seyyar satıcılar ile büfeler hakkında daha itinalı düşünülmesi gerekmez mi?
abyss/KIZILAYİki çakılına bir deniz vereyim, hayallerine mavi
KALBİMİ ısıtan, en güzel hayalleri(mi) kurduğumda çocuktum. Her çocuk gibi... Hatırlıyorum... Evin kalabalığından sıkılır, odalar arasında köşe kapmaca oynamaya başlardım.
Kendime sessiz, kimsesiz bir yer edinemeyeceğimi anladığımda ellerimi yıkama bahanesiyle banyoya koşardım, ki orası güvenliydi. Musluktan akan suyun şırıltısı ve renkli, kokulu, uçucu sabun köpükleri bir anlamda biçim değiştirir, hayallerimi süslerdi.
Dakikalar belki saatler sonra kapının ısrarlı çalınması sonucu hayal dünyamdan çıkıp gerçekle yüzleşmek zorunda kalırdım. Onlar ki, hem alabildiğine hayaldiler hem de benim oldukları sürece gerçektiler. Sudan, sabun köpüğünden hayallerÖ
Hayalleri hep sevdim
Ve hayal kurmak kadar onlara inanmayı...
Bir zaman, gerçeğin kendisinden de çok. O günün geleceğine dair olan inancımı beslemeyi de sevdim, hem bekledim. Beklemek gelecek demekti, gelecek de hayalleri(mi) getirecekti. Kimileri gerçekleşti, kimileri gecikti, kimileri gerçekti...
Çocukluğumuzun son günleri biterken gerçeklik denen o kavramla tanıştığımızda hayal gücümüz törpülenmeye başladı aslında. Ve hayal kurmaktan, iç sesimizi dinlemekten vazgeçtik bir gün. Sonra her sonda her başlangıçta...
Hayatın gündelik telaşlarında zamana karşı yarışırken mantık dediğimiz ses yönlendirdi, ne yapıp ne yapmamamız gerektiğini.
Takvimler ilerler hayallerimizin dili bağlanırken içimizin ışığı da sönüverdi. Büyüklerin dünyasında çocukça, çocukluktan kalma hayallere yer yoktu. Hayaller, ancak gerçek dünyada karşılığını buluyorsa kuruluyordu.
Hayatın gerçekleri
Aşırı gerçekçilik yaşamın/yaşam koşullarının zorluklarıyla birleşince hayallerin konusu da değişiyordu. Coşku, sihir ve macera yerini daha maddiyatçı bir yaklaşma terk ediyordu. Ki hayallerden arındırılmış ruhlar cepleri zenginleştikçe fakirleşiyordu.
Çocuk(su)luğumuz yetişkinlerin yaşantısıyla takas edilirken hayaller satılıp yerine adına gerçekçilik denilen sıradanlıklar satın alınıyordu. İşte bu kadar basit, bu kadar gerçekti... Hayal kurma konusunda işimizi zorlaştırması bir yana hayatımızda gerçeklik diye bir fenomen, hayatın gerçekleri de var elbet.
Hayallerle bir ömür geçmiyor ama arada bir nefes almak, bir an soluklanmak için hayal kurmak yetiyor. Umut ediyorsun çünkü. Hayalleri(mizi) istiyorum.
Ulaşılması yakın gelecekte mümkün olanlar ya da ütopyalar...
Fark etmez.
"İki çakılına bir deniz vereyim, hayallerine mavi..." diyerek ve yalnızca her bir hayalinize karşılık bir hayalimi teklif ederek...
Giritli/ANKARA