Güncelleme Tarihi:
Yaşamda bireyin gelişimini sürdürebilmesi, sistemli ve planlı bir eğitim sürecinden geçmesini gerekli/zorunlu kılıyor. Bu eğitim süreci içinde edebiyat (yazın) tartışmasız ki bireyin kendini ifade edebilmesi ve geliştirmesi gibi özellikler bakımından önemli bir eğitim alanı. Okuma süreçleriyle başlayan edebiyat eğitimi, kişiye estetik bakış açısı kazandırmaktan da önce onun okuma, yazma, konuşma ve dinleme becerilerini geliştirdiği için büyük önem taşır. Çocukluk ve ilkgençlik dönemlerinden itibaren edebi ürünlerle tanışan birey, yaşamına yeni anlamlar katmayı öğrenerek yetişkinliğe adım atar. Çünkü edebiyatla fiziksel, zihinsel, dilsel ve duygusal gelişimini tamamlar, edebi ürünlerle insan ve yaşam gerçekliğini sanatçı duyarlılığıyla kavramaya başlar, estetik değerlerini geliştirir. Odağında insan olan edebiyatın gerçekliği ve kalıcılığı ile yine odağında insan olan eğitimin geleceği biçimlendirici etkisinin bir aradılığı konusunda, değerli eğitimci-yazarlarımız Ankara Hürriyet okurları için (öğretmenler, öğrenciler, akademisyenler, kütüphaneciler, eğitim yöneticileri…) görüş, düşünce ve önerilerini dile getirdiler. Eğitim camiasının 24 Kasım Öğretmenler Günü kutlu olsun!..
NEVZAT SÜER SEZGİN: “Eğitimde Çocuk Edebiyatının Değeri”
Çocuklarımıza yaşamın bütünlüğünü, anlamını ve güzelliğini öğretebilmek, onları yaşama sağlıklı bir gelişimle hazırlayabilmek için edebiyat, hiç vazgeçemeyeceğimiz bir sanat ve bilim dalıdır. Ülkemizde çocuk edebiyatı yıllardır inanılmaz bir aldırmazlıkla başıboş bırakılmış, adeta yok sayılmıştır. Yetişkin dünyasının, vahşi kapitalizmin çıkarlarına göre koşullanmış her türlü ideolojisi çocuk kitaplarına yansımaktadır. Küresel sermayenin güdümünde değişen toplumsal ve bireysel değerler en önce dili bozarak, yasaklayarak, yozlaştırarak gelişmekte olan zihinlere adeta çakılmaktadır. Edebiyatın sihirli gücünden uzak kalmış zihinlerin ve yüreklerin yetişkinlere dönüştüğü günümüzde doğal sonuç olarak şiddet, iletişimsizlik, birtakım hurafelere, fallara, büyülere inanma ve sorun çözememe her geçen gün daha fazla artmaktadır. Çocuk gelişimi nedir? Nasıl oluşur? Hangi süreçlerden geçer? Çocuklukta alınan travmalar, yetişkin olunca nelere dönüşür? Çocuklukta kazanılan doğru davranışlar nasıl yetişkinler oluşturur? vb. bir dizi soru ve yanıtları... yaklaşık 50 yıldır önemsenmemektedir. Çocuk edebiyatındaki sorunlar yumağına şöyle bir baktığımızda ilk akla gelenler eğitim sistemimizin kendisi, aile yapıları, toplumsal ortam, yayınevleri, yazarlar, ressamlar, kitap evleri, edebiyat dergileri, gibi başlıklar altında sıralanabilir. Çocuk edebiyatı alanında pedagojik formasyon sahibi, çocuk kültüründen haberdar eleştirmen yokluğu, edebiyat dergilerinin kendi bindikleri dalı kesmek pahasına çocuk edebiyatının sorunlarına sayfalarını ayırmaması, eğitimcilerin edebiyatın sihirli gücünden bihaberliği, sorunların yok sayılmasını sağlamaktadır. Bugün çocuk yazınında karşımıza çıkan fiyat, pazar, görsellik, konu, sözcük seçimi ve tümceler, düzeye uygunluk, anlatım, ileti ve dil sorunları çocuklarımızın gelişiminde bir kısır döngü yaratarak kendini tekrar etmekte, kuşakların kimlik oluşumunda adeta bir çığ etkisi yaratmaktadır. Çocuklarımızın barış için, çevre için, aşk için, sevgi için, dayanışma için, bağımsızlık için düş kurabilmesinin yolu çocuk edebiyatının değerini fark etmekten geçer.
GÜLTEKİN EMRE: “Edebiyat, Eğitimin Bir Parçasıdır”
Nasıl eğitiliriz, nasıl edebiyatla tanıştırılırız sorularını yanıtlamak hiç de kolay değil. Çocuk eğitimi kolay değil, tersine büyük, karmaşık bir sistemdir. Tek başına bir kurumun işi hiç değil. Aile, çevre, okul, arkadaşlar, sokak, gelenekler, kültür, dil, din, ırk, ülkenin her türlü hali... de işin içindedir çünkü. Anne babanın eğitimi sorgulamalı önce. Sonra öğretmenler. Sonra okul sistemi. Sonra ülkeyi yönetenler. Edebiyat, eğitimin bir parçasıdır. Okumayı öğrenmek yalnızca ders kitaplarıyla sınırlandırıldığında, bir işe yaramaz. Yazınsal değeri olan metinlerle düşünmeye alıştırılan çocukların hayata bakışları daha farklı olur; kendilerine güvenleri artar. Okudukları romanlardan, öykülerden dersler çıkarmasını öğrenirler. Seçkin şiirlerden yazınsal tat almayı bilirler. Hayatı farklı yönlerden ele alan, kahramanları, yaratılan olayları bir kurgu içinde okura sunan yapıtlar ders malzemesidir bilene, düşünene. Hangi yaşta neyi okuyacağı konusunda çocuğu, gençleri yönlendirmeyi de bilmek gerekiyor. Öğretmen çağdaş yazından haberliyse ve bunu öğrencilerine meraklandırarak aktarabiliyorsa, sınıfındaki çocuklar şanslı sayılmalı bence. Her öğretmen Behçet Necatigil gibi olamaz, ama edebiyatın düşündürme, eğitme, yönlendirme gücünü öğrencilere aktarılabilir. Okuma alışkanlığı kazandırılan öğrenciler hep daha başarılı olmuştur. Kitaplarla eğitimini pekiştiren öğrencinin boş zamanı yoktur. Okumak bir gereksinimdir, boş zamanları değerlendirme aracı değildir. Yalnızca ders kitaplarıyla çocuklarını yetiştiren aileler, evlatlarındaki eksikliklerin okuma alışkanlığı kazandırmadıklarından kaynaklandığını bilmelidirler.
GÖNÜL ÇATALCALI: “Okuma Alışkanlığı”
Bir davranışın alışkanlık durumuna gelmesi için hem sürekli yinelenmesi hem de bir gereksinmeyi karşılaması gerekir. Hayatta en zor kazanılan alışkanlıklardan biri, okuma alışkanlığıdır. Çünkü okumak eylemi maddi bir gereksinimi karşılamaz. Midemizi beslemeyi düşünürken beynimizi beslemeye gereksinim duymayız. Akıp giden hayat başlı başına öyle bir bilgi kaynağıdır ki… Bu sürat teknesinde hayatın kendiliğinden gelen bilgisini yeterli görür, fazlasını almayı düşünmeyiz. Oysa şiirlerle, öykülerle, denemelerle, romanlarla beslenen hayatlar ne kadar varsıldırlar. Edebiyat yapıtları, hiç hissettirmeden kanımıza sızan, azaldığında eksikliğini hissettiğimiz varlıklardır. Orhan Veli bir şiirinde, “Eve ekmekle tuz götürmeyi böyle havalarda unuttum / Beni bu güzel havalar mahvetti” der. Biz de bu kitaplarla, insan onuruna yakışmayan küçük bencilliklerimizi unuturuz. Kendimizi çözümsüz sorunlarımızla tüketmek yerine başka hayatların deneyimleriyle besler, çoğaltırız. Günlük koşuşturmaca içinde geçen kısır yaşamlarımız, bomboş magazin haberleriyle değil, bu okumalarla renklenir. Okullardaki Türkçe ve edebiyat dersleri öğrencilerde edebiyat sevgisi, tutkusu yaratmaktan, okuma alışkanlığı kazandırmaktan çok uzaktır. Eğer öğrencinin kişisel çabası yoksa, evden ve başka kaynaklardan desteklenmiyorsa, ona okuma alışkanlığının, edebiyat zevkinin yalnızca okullardaki edebiyat derslerinde kazandırılması mümkün değildir. Gerçekçi olmak gerekirse, öğrenciler -pek azı dışında- ders ve not olarak bakarlar kitaplara, edebiyata ve haklılar da. Bir yazar, “Ben tarihi okullardaki tarih kitaplarından değil, tarihi romanlardan öğrendim” der. Örgün eğitim bana göre de son derece sıkıcıdır. Ancak öğretmenlik zor bir meslektir; sınavlar, yetiştirilmesi gereken konular, ders çeşitliliği, sınav kâğıtları, notlar, dönem ödevleri, yine notlar… Bütün bunlar arasında öğretmenin bir kısım öğrenciye olsun edebiyat zevki verebilmesi, okuma alışkanlığı kazandırabilmesi için, “edebiyat memurluğundan”, öğrenciyi yalnızca notla değerlendirme çarkından kurtulması gerekir.
YARIN: “Edebiyatın eğitme gücü” söyleşisinin 2. Bölümü, yarın Hasan Efe “Eğitim ve Yazın”, Filiz Gülmez “Nasıl Bir Eğitim?” ve Bahri Karaduman “Yazınsal Yaratıda Eğitimin Önemi” ile Ankara Hürriyet’te.