Vampir kültünden yararlanarak farklı bir hikaye ve dil yaratan Thomas Alfredson’ın filmi seyircileri olduğu kadar eleştirmenleri de etkilemiş, festivallerden sayısız ödül almıştı.
Film her ne kadar John Ajvide Lindqvist’in kitabından uyarlanmış olsa da etkileyici atmosferi ve hüzünlü vampir karakteriyle türdeşlerinin arasından kolayca sıyrılmış, modern bir başyapıta dönüşmüştü.
Vampir filmlerinin gördüğü ilgiden sonuna kadar yararlanmak isteyen ama yeni bir hikaye bulmakta sıkıntı çeken Hollywoodlu yapımcılar bu başarıyı gözden kaçırmadılar elbette ve kitabın İngilizce uyarlaması için hemen harekete geçtiler.
Vampir olduğunu öğrenmesine rağmen?
Kanıma Gir, olayları 80’ler Amerika’sına taşıyor.
Dolayısıyla fonda televizyon ekranından bakan Regan’ın insanın içine korkular salan, muhafazakarlığı besleyen sözleri yankılanıyor.
Herkesin birbirine kuşkuyla baktığı böyle bir dönemde 12 yaşındaki Owen (önceki filmde Oskar) parkta ilk kez gördüğü ve yan dairelerine taşınan komşusu Abby’e (önceki filmde Eli) kapılarını sorgusuz sualsiz açıyor.
Abby’nin tuhaf görünümünü ve konuşmalarını önemsemeden onu dostu sayıyor.
Zamanla bu iki çocuk arasındaki ilişki güçleniyor ve Owen vampir olduğunu öğrenmesine rağmen Abby’i koruyor, o da kan kardeşi olmak için kanını akıtan Owen’ı ısırmamak için nefsine hakim oluyor.
Kocaman bir dünya içinde iki çocuk yalnızlıklarıyla birbirlerine tutunuyorlar.
Olaylar çok hızlı gelişiyor
Kanıma Gir bu hikayeyi birebir uyarlasa da önceki filmin başarısını yakalayamıyor ne yazık ki.
Oyuncularının performansına sıkça yaslanan Gir Kanıma’nın aksine polisiye ve korku dozuyla oynamaya, seyirciye de buradan seslenmeye çalışıyor mesela.
Daha önce karakterlerin ne hissettiklerini, onları çevreleyen yalnızlığı ve hüznü birebir hissetsek de burada her şey çok hızlı gelişiyor ve hikaye inandırıcılığını yitiriyor.
Film kendi fikrine (dahası bu fikir de Lindqvist’e ait) o kadar aşık ki, özünü kaçırıyor.
Çocukları cinsiyetlendiriyor
Kanıma Gir’in düştüğü en büyük hatalardan biri de çocukları cinsiyetlendirmesi olmuş.
Oysa ilk filmde Lina Leandersson’ın yaşından büyük oyunculuğu sayesinde Eli’ın kız mı oğlan mı olduğu özellikle saklanıyor, Oskar’ın güveni cinsiyetler üstü bir yerden sağlanıyordu.
Eli: Kız olmasaydım yine de benden hoşlanır mıydın?
Oskar: Sanırım.
(?)
Oskar: Kız arkadaşım olmak ister misin?
Eli: Oskar... Ben bir kız değilim.
Oskar: Çıkmak ister misin, istemez misin?
Böylece film iki çocuğun yalnızlığını ve birbirlerine muhtaçlığını vurguluyor, kadın-erkek hikayesiyle açıklanamayacak bir ilişki yaratıyordu.
Kanıma Gir’de ise Chloe Moretz’in kız çocuk olduğu öylesine belli ki, yukarıdaki diyalogların pek anlamı kalmıyor.
Yönetmen daha ileri gidip çocukların eline Romeo&Juliet kitabını tutuşturuyor ve aralarındaki ilişkiyi yalnızca aşkla açıklıyor.
Sonuçta; ilk filmi görmemiş olsak ortalama bir vampir filmi izlediğimizi söyleyebilirdik ama bu kadar iyisi yapılmışken yeni bir uyarlamaya neden ihtiyaç duyulur, pek anlaşılır değil.
EV SiNEMASI
‘Kanıma Gir’i sevdiyseniz?
Vampirle Görüşme (Interview with the Vampire: The Vampire Chronicles)
Neil Jordan, 1994
Anne Rice’ın The Vampire Chronicles serisinin en sadık uyarlaması. Lester rolünde Tom Cruise şaşırtıcı derecede iyi. Filmin yaşı büyümese de ruhu yaşlanan Claudia’sı rolünde Kirsten Dunst sinema tarihinin en etkileyici femme fatale’lerinden birini oynuyor.
True Blood - 2008
Bu yıl dördüncü sezonuyla ekranları daha bir alevlendiren vampir dizisi. Vampirlerin toplum içine karıştığı ve sentetik kan içtikleri bir dünyayı anlatan dizi cinsellik ve fantezinin dört nala koştuğu, son yılların en çok konuşulan televizyon olaylarından biri. Türkiye’de üç sezonunun DVD’sine ulaşmak mümkün.
Bıçağın İki Yüzü (Blade)
Stephen Norrington, 1998
Annesi kendisine hamileyken vampirlerin saldırısı sonucu ölen Blade, bütün ömrünü vampirlerden öç almaya adar. O genlerinde vampirlik taşıdığından dolayı gün ışığına karşı dayanıklıdır. Düşmanları onu Gündüz Gezen diye adlandırır. Blade onlar için yok edilmesi gereken en büyük tehlikedir.
Kan Arzusu (Thirst)
Chan-Wook Park, 2008
Bir virüse karşı geliştirilen aşı için gönüllü denek olan Sang-hyun iyilik yapmak için gittiği laboratuardan vampir olarak çıkar. İhtiyar Delikanlı’nın (Old Boy) yönetmeninden kan için duyulan susuzluk üzerine çarpıcı bir film.
HAFTANIN FiLMLERiBağımsız sevenlere
Kazananlar Kulübü
Win Win
Yönetmen: Thomas McCarthy
ABD, 2011, 106’
Ailesinin geçimini sağlamak amacıyla yüksek okulda güreş antrenörü olarak çalışan Mike Flaherty bir yandan eşi Jackie’yi, bir yandan iki kızını, bir yandan da kendisini mutlu etmeye çalışmaktadır. Antrenörlüğünü yaptığı takım üst üste mağlubiyetler yaşayınca,
koç Vigman ile Flaherty, okulun mottosunu “Şampiyonlar Yuvası” olarak değiştirirler. 2003’te Hayatın İçinden (The Station Agent) filmiyle kamera arkasına başarılı bir geçiş yapan oyuncu McCarthy’den bağımsız film sevenleri memnun edecek bir komedi.
Doğaya karşı tek başına insan
Ölümüne Kaçış
Essential Killing
Yönetmen: Jerzy Skolimowski
Polonya, Norveç, İrlanda, Macaristan/2010/83’
Polonyalı usta yönetmen Skolimowski’nin “en iyi filmim” dediği, Venedik Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü ve En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’yle dönen, Polonya Film Ödülleri’nde En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil olmak üzere toplam 4 ödül alan filmi ünlü televizyon dizisi Kaçak’ın varoluşçu versiyonu olarak nitelendirilmişti. Film, bir Taliban askerinin çölde Amerikan askerleri tarafından büyük bir takip sonucu yakalanmasıyla başlıyor. Gözaltına alınmak üzere Doğu Avrupa’da gizli bir yere götürülürken bindiği aracın kaza yapması sonucu kaçma fırsatı bulan adam, kendini alışık olduğu çöl ortamından çok uzakta, karlar içinde bir ormanda bulur. Resmi olarak var olmayan bir ordu tarafından inatla takip edilirken, hayatta kalabilmek uğruna öldürmekten başka bir çaresi olmadığını görecektir. Sıradışı aktör Vincent Gallo sınırları zorlayan performansıyla ön plana çıkıyor.