Güncelleme Tarihi:
Cecilia Krull, müzisyen bir ailenin çocuğu. Kariyerine henüz 7 yaşındayken Disney filmlerinin şarkılarını seslendirerek başladı.
Aynı zamanda besteler yapan Cecilia Krull, genç yaşına rağmen günümüzün en önemli yeni jenerasyon caz şarkıcılarından biri haline geldi.
Ankara’da vereceği konser öncesinde Hürriyet Ankara’nın sorularını yanıtlayan Krull, heyecanlı olduğunu söyledi. İşte ünlü şarkıcının müzik kariyeri ve Türkiye’deki ilk konseri ile ilgili çok özel açıklamaları...
* La Casa De Papel’in ardından Avrupa’da ve özellikle ülkemizde daha çok tanınır hale geldiniz. Bu projeye nasıl dahil oldunuz?
Soundtrack konusunda uzman ünlü besteci ve müzisyen Manel Santisbetan, 2009 yılındaki bir konserimde beni dinlemeye geldi. Birkaç gün sonra ‘Tres Metros sobre el cielo’ filmi için benim sesimi denemek istediğini söyledi, tabii ki hemen evet dedim. Bu bizim için büyülü bir başlangıç oldu. Sonrasında birlikte ‘Fuga de Cerebros 2’, ‘Vis a Vis’, ‘El Accidente’ ve ‘La Casa De Papel’ gibi film ve diziler için şarkılar yapmaya başladık.
* Müzik yolculuğunuz nasıl başladı?
Babam jazz müzisyeni ve piyanist. Fransız fakat İspanya’da yaşıyor. Annemin hem Küba hem de İspanyol kökleri var ve çok güzel şarkı söyler. Ben de küçük yaşlardan beri şarkı söylüyorum. Aynı zamanda babamı piyano çalarken de keyifle dinlerdim. Müzikle iç içe bir aileydik. Adım (Cecilia), müziğin koruyucu azizinden geliyor. Bir gün babamı Disney’den arayıp, şarkı söyleyen bir çocuk aradıklarını söylüyorlar. Babam önce öyle birini tanımadığını söylüyor. Aynı gün ben okuldan eve şarkı söyleyerek gelince böyle bir teklif olduğunu ve şarkı söyleyip söyleyemeyeceğimi sorduğunu hatırlıyorum. Kabul ettim ve seçmelere gittik. Aslında seçileceğime pek ihtimal vermiyordum. Stüdyoya girdiğimde her şey benim için çok kolaydı, adeta küçük bir çocuğun yeni bir dil öğrenmesi gibi. Böylece müzik yolculuğum başlamış oldu.
* Küba, Fransa, İspanyol ve hatta Alman kökleriniz var. Bu çok kültürlülük müziğinizi nasıl etkiledi?
Düşünebiliyor musunuz anneannem Elvira Kübalı ve daima Olga Guillot şarkıları, bolero, egzotik Küba melodileri mırıldanırdı. Onun eşi yani dedem İspanyol’du. Büyükbabam Fransa’da büyükannemle tanışan bir Alman. Piyano ve akordeon çalardı ve klasik müziği çok severdi. Büyükannem de Fransızca şarkılar söyleyerek hep bana ilham vermiştir. Bu yüzden bu çeşitliliği her zaman çok sevdim, farklı tarzlar dinlemek beni özgürleştiriyor ve daha fazla şey keşfetmemi sağlıyor.
* Şarkınız ‘My Life is Going On’ uluslararası bir başarıya ulaştı ve sizi daha geniş kitlelere ulaştırdı. Müziğinizi dünya çapında daha geniş kitlelere ulaştırmak bir şarkıcı olarak size neler hissettiriyor?
Açıkçası benim için bir rüya gibi. Bunun için yıllarca çok çalıştım. Benim için en önemlisi yapabileceğimin en iyisini yapmaya devam etmek.
* Pop, caz, soul ve groove gibi birçok farklı türde performans sergiliyorsunuz. Hangi tür size daha yakın? Müzikal zevkleriniz açısından, kimi dinliyorsunuz?
Daha önce de belirttiğim gibi çok kültürlülüğü seviyorum. O nedenle tek bir türe odaklanmak istemiyorum. Bu kendimi bir şarkıcı olarak da yeni seslere kapatmak olur. Doğduğumdan beri cazı sevsem de, hip-hop da ilgimi çekiyor. Erykah Badu, Robert Glasper de dinliyorum, Johannes Brahms ve Paco de Lucía’da... Kısacası müziğe aşığım.
KENDİ ŞARKILARIMI SÖYLERKEN DAHA FAZLA SORUMLULUK HİSSEDİYORUM
* Kendi şarkılarınızı da üretiyorsunuz. Bir şarkıcı olarak kendi yazdığınız şarkılarla başkası tarafından yazılan şarkıları seslendirmek arasında bir fark var mı?
İlginç bir soru. Aslında kendi şarkımı söylerken daha fazla sorumluluk hissediyorum. Hatta bazen korku! Sizden doğan duyguların daha çıplak olduğunu hissediyorsunuz. Başkasının şarkılarını söylerken de onları benim yapmaya çalışıyorum. Bazen oğlum Samuel bazen de yeğenim Federico için söylüyorum. Ama özet olarak önemli olan her şarkının içindeki mesaja odaklanmak.
* Yeni projeler var mı?
Aslında çok fazla yeni müzik var demek daha doğru. Çok yakında kaydetmeyi düşündüğüm yeni şarkılar var. Farklı gruplarla farklı tarzda performanslar sergilemeyi düşünüyorum. Şu an yaratıcı deneysel bir proje içerisindeyim.
BİR RÜYANIN GERÇEK OLMASI GİBİ
* Türkiye hakkında ne biliyorsunuz?
Kemal, Murat, Bülent, Taki... İspanya’da yaşayan birçok Türk arkadaşım var. Özellikle yemeklerinize bayılıyorum. İnsanlarınızı da çok seviyorum. Türkiye hem Karadeniz hem de Akdeniz kıyılarında bir ülke olduğu için bana çok ilginç geliyor.
* Türkiye’ye gelmek ve burada konser vermek size ne ifade ediyor?
Benim için bir rüyanın gerçek olması gibi. Dediğim gibi çok fazla Türk arkadaşım var ve onlarla aram çok iyi. Bana daima ‘Türkiye’yi görmelisin’ derlerdi. Şimdi bu konserle gerçek oldu. Çok heyecanlıyım.
* Ankara konseri için ne tür bir repertuvar hazırladınız?
En sevdiğim caz standartlarını ve bestelediğim yeni şarkıyı söyleyeceğim. Ve tabii ki, La Casa De Papel yani ‘My Life is Going On.’ Çok mutluyum ve bu özel anı sizinle paylaşmak istiyorum. Birlikte şarkı söyleyelim ve özel bir anımız olsun istiyorum.