Güncelleme Tarihi:
Hala belleğimde şair Metin Altıok’un yirmi yıl önce yazdığı Turan Erol şiiri.Soğuk bir güz akşamı Kardelen’de söyleşmiştik bu şiir üzerine. Ben ona; “Bu şiir ne çok Turan Erol resmi” demiştim, o da bana; “Bilge Karasu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Bedrettin Cömert, İlhan Berk ve Selim İleri’nin Turan Hoca’yı daha güzel anlatan yazıları var” demişti. Sonra da hiç görmediği Lüksemburg Parkı’nı, Floransalı Medici’yi, onun çocukluğuna özlemini gidermek için bu parkı yaptırdığını ve II.Dünya Savaşı’nda bu parkın nasıl da Nazi karargahı olduğunu anlatmıştı.
Mor enginar çiçekleri
Ben belleğimde parsellenmiş böyle bir anıyla gittim Hacettepe Sanat Müzesi’ndeki Turan Erol sergisine. Bir de yol boyunca “Mor enginar çiçeklerinden kaç resim vardır?” diye düşündüm. Çünkü, 18 yıl önce bir kış günü Turan Hoca’nın Galeri Selvin’de açtığı sergi için; “Tutuklu Yargılanan Enginar Çiçekleri” adlı bir yazı yazmıştım Cumhuriyet’te. O yazı sonrasında da şair Metin Altıok; “Bu çiçeklerin gülüşü bile hüzün. Sen o hüznü yakalamışsın” demişti.
“Loplu, bol tüylü, mor bir çiçek enginar çiçeği. Morun dayanılmaz, vazgeçilmez hüznü ile karşılar yaşamı. Küskün ve içe dönüktür. Çünkü, her yıl yeniden ölmenin kaygısıyla yaşar. Akdeniz’lidir ve Akdeniz’in en oynak, cıvıl cıvıl renkli çiçeklerinin içinde hüzün ona yakışır en çok. Sessiz, yumuşak, yorgun ve ürkektir. Sıkılgandır, sevmez kristal vazolarda boy göstermeyi” demiştim. Bu sergide de iki enginar çiçeği var. Yine, pastelin en yumuşak şiiri ile bakıyorlar bize.
Sanatçıların açık pencereleri
Hacettepe Sanat Müzesi’nin olanakları kadar retrospektif bir sergi bu etkinlik. Keşke, çok daha geniş olsaydı müze ve Turan Hoca’nın sanatçı kariyerini yansıtan çok daha büyük bir sergi olsaydı. Onun sanat evrinine geniş bir vizörden baksaydık. “Yaşamımın dönemlerini birbiri ardına sıralayan açık pencereler olarak tanımlayabilirim” diyen Pontalis’i anımsardık belki. Çünkü, imgelerle düşünen, düş gücünü yaratıcı etkinliğinin sanatsal biçemine dönüştüren gerçek sanatçıların yapıtları açık pencereler gibidir hep. Ve daha çok pencerenin önündeki buluşma, bakışma eylemi daha da çoğaltır bizi. Çok eski bir resminin adı;
“Pencereden Ötesi.”
Aslında “Pencereden Ötesi” var tüm resimlerinde; Anadolu’nun saklı güzellikleri, çocukluk mekanları (Milas), bozkırlar, sokaklar, gecekondular, yollar, Paris’te yaşadığı mekanlar, dostları, dağlar, kediler, makiler, enginar çiçekleri, ayçiçekleri, zeytin ağaçları, atlar, kıyıya çekilmiş tekneler, tekne kaburgaları, iskeleler, avlular, çiçekler...
Yaşamı boyunca biriktirdiği yapıtların en uç örneklerinin sunulduğu, yetkin bir sanatçı için sınırlı sayılabilecek retrospektif bir sergi olmuş bu etkinlik. Oysa Türk resmine kendine özgü değerler katan usta bir ressam Turan Erol. O müzeye sığmayacak kadar önemli bir sanatçı. Ancak, müzenin bu sınırlı olanaklarıyla da bahar mevsiminin en önemli sanat şöleni bu sergi.
Yitirdiklerimizle bütünleşen
Yaşamın küçük an’larından, ayrıntılarından süzülmüş incelikler var bu şölendeki resimlerde. Seçtiği her izleği kendi beninin süzgecinden geçirerek biçim kazandıran, onu kendine özgü bir dil, duygu ve biçem örüntüsüyle sunan, bizi yitirdiklerimizle, unuttuklarımızla bütünleştiren bir ressamın dünle eskiyen her şeyi en insancıl imgelere dönüştürdüğü yaşam dolu resimlerin şöleni bu.
Her pencereden ne çok mevsim geçiyor Turan Hoca’nın resimlerinden. Başı karlı Ağrı; “Başımda, saçlarım kardır” diyen Sabahattin Ali’nin dizelerini okuturken, çocukluğunun Sodra Dağı mor bir hüzünle bakıyor bize. Bozkırda uyuyan doğa, kar çitleri, birbirine omuz omuza yaslanmış süzgün gecekondu evleri, beyaza boyalı Bodrum, genzimize kömür kokusu bulaştıran Ankara resimleri, kömür yüklü atlar ve eski bir zamanı bekleyen bisiklet; bisiklet günlerinin heyecanlı telaşıyla çocukluğumuza yolcu ediyor bizleri.
Ne denli unutsak da, yitirsek de kimi yaşantıların güzelliğini, Turan Hoca fırçasından süzülen boya damlalarıyla unuttuğumuz incelikleri, büyük biçimler halindeki lekelerle tuval yüzeyine yayarak yeniden anımsatıyor bize.