Güncelleme Tarihi:
Usta yönetmen Ömer Faruk Sorak’ın ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ filminin merakla beklenen ikincisi için çekimler, 21 Temmuz’da Ankara’da başladı. Filmin kadrosunda, usta oyuncu Zuhal Olcay’ın yanı sıra Nesrin Cavadzade, Yiğit Kirazcı, Elif Doğan ve Aytaç Şaşmaz gibi genç isimler yer alıyor. İzleyiciyi 1960’lardan günümüze uzanan romantik bir yolculuğa çıkaracak olan filmin çekimleri Ankara’nın ardından İstanbul ve Yunanistan’da yapılacak.
‘Aşk Tesadüfleri Sever’ markasının bir Ankara hikâyesi olarak doğduğunu söyleyen Ömer Faruk Sorak ile film setinde bir araya geldik. Usta yönetmen, 2020’nin ocak ayında vizyona girecek olan yeni film ve Ankara ile ilgili sorularımızı yanıtladı.
* Bu bir devam filmi mi?
Aslında her şeyi diyebiliriz. ‘Devam filmi’ diyebiliriz, ‘Aşk Tesadüfleri Sever markası adı altında bundan sonra yapılacak başka tesadüf hikâyelerinin bir parçası’ diyebiliriz. Her şey olabilir.
* Filmin hikâyesi için “Röportaj sonucu ortaya çıktı” dediniz. Biraz bilgi verebilir misiniz?
1960’larda yaşanan bir aşk hikâyesiyle, günümüz aşklarını karşılaştıran bir hikâye. Hemen herkesin (50 yaş ve üzeri, 40-20 yaş arası, 20-15 yaş arası) içinde kendinden veya çok yakınındaki insandan bir şey bulacağı bir format oluştu.
* Peki tamamen Ankara hikâyesi mi?
Değil. Ankara, İstanbul karışık bu sefer.
* Ankara’yı seçmenizin nedeni nedir?
Biliyorsunuz, ilk film Ankara hikâyesiydi. Sonuçta ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ markası bir Ankara hikâyesi olarak doğdu. Öyle hemen ikincide Ankara’ya sırtımızı dönmemiz çok mümkün değildi.
* Filmde Ankara-İstanbul kıyaslaması var mı?
Yok. İlk filmde, Ankara-İstanbul kıyaslamasıyla ilgili iki cümle var. Bir tanesi, ‘Bir Ankaralı için İstanbul, başkasının çocuğu gibidir. Gülünce seversin, ağlayınca bırakıp kaçmak istersin.’ İkincisi de, annenin kızına söylediği, ‘Sen hiç İstanbul’a gidip Ankara’ya dönen gördün mü’ cümlesiydi. Bu iki tema üzerine kurmuştuk İstanbul-Ankara arasındaki farkı ve ilişkiyi.
* Bir önceki filmde Ankara ilmek ilmek işlenmişti. Bu filmde böyle bir Ankara görecek miyiz?
Aşk Tesadüfleri Sever, Ankaralılar için başka başka anlamlar ifade ediyor. İkinci filmde de Ankaralılık var ama hikâyenin yarısı bugünde, yarısı 1960’lı yıllarda geçiyor. İki dönemin aşkını karşılaştırıyor.
* İki dönem arasındaki aşkların ne farkı var?
O zamanlar aşk, sevmek, sevdiği insanı beklemek... Bunlar çok özel ve kutsal tutkularmış. Şimdi ise insanlar öz güveni çok yüksek bir şekilde birbirlerine gerçek duygularını ifade edebiliyor ama aynı hızda da aşkını tüketebiliyor. O dönemde böylesi bir öz güven mümkün değildi. Kısacası, geçmişte aşkı beklemekten başka şansı olmayan insanların yücelttiği bir duygu ile günümüzde her şeyin çok kolay yaşanıp, çok kolay tüketildiği duyguyu karşılaştıran bir film.
* Senaryonun yazım sürecine dahil oldunuz mu?
Ara sıra dahil oldum, fikrimi sorarlarsa söyledim, ya da aklıma bir şey gelirse önerilerde bulundum. Bunların bazıları kabul gördü, bazıları o hikâyenin akışı içinde onların kafasında kurduklarının dışında şeyler olduğu için kabul görmedi. Ama önemli olan benim için bu işin devamının birinci kadar etkili olması. Genelde hep biliyorsunuz ‘Devam işleri tutmaz’ derler. Bunda da en büyük heyecanımız ve en büyük amacımız en az birincisi kadar sevilen, en az birinci kadar izlenen ve birinci kadar sahiplenilen bir film olması.
ASLINDA ANKARA’NIN KENDİ POTANSİYELİNİ BİLMESİ GEREKİR
* Siz, Ankara kökenli bir yönetmensiniz. Ankara’da yetişmiş çok sayıda sanatçı olmasına rağmen bu şehirde çok fazla sinema filmi ve dizi çekilmiyor. Sizce neden? Bir de Ankaralı olmak sizin için ne ifade ediyor?
Burası benim doğum, büyüdüğüm ve bana bugün bu işi yapabilme gücünü verdiren TRT kurumunun var olduğu yer. Dolayısıyla benim için önemi çok büyük. Hem doğup büyüdüğüm bir yer olması, hem de bu mesleğe adım attığım yer olması açısından çok önemli. Aslında Ankara’nın, kendi potansiyelini bilmesi gerekir. Artık köşe bucak her yerini kullandığımız İstanbul’un daha fazla kullanılacak bir yeri olmadığı gerçeğini daha erken kavramış ve Ankara’yı bir film stüdyosu haline çevirebilecek her şeyin yapılmış olması gerekirdi. Bilmiyorum, belki de fizibilitesini yaptılar, değmez buldular. Ama ben çok değeceğini düşünüyorum. Özellikle Ankara-İstanbul arası kara yolu ya da hava yolu ulaşımının çok kısa olması, insanların neredeyse gündüz burada işlerine gelip, gece İstanbul’a evlerine dönecek kadar kolay kullanılacak bir yer olması, kapalı ve açık platoların yapılabileceği çok fazla boş araziye sahip olması sebebiyle Ankara, aslında İstanbul’daki film, reklam, dizi sektörünün çok rehavet edeceği bir yer olabilir. Ama bu biraz başka ufuklara sahip olmayı gerektiren bir şey.
* Türkiye’de son dönemde ‘köylü komedisi’ ya da ‘mahalle komedisi’ üzerinden giden bir gişe anlayışı var. Ana akım sinemanın geleceğini siz nasıl görüyorsunuz?
O biraz kırılmaya başladı. Aslında ana akım sinema yavaş yavaş şekillenecek. Çünkü sinema pahalı bir iş. Bugüne kadar film sektörü, Yeşilçam’dan günümüze olabilen en ucuz maliyetle en yüksek başarıyı bekledi. Filmlerde bir laf vardır: ‘Vermeden almak Allah’a mahsustur.’ Yani önce seyircinin beğeni düzeyini, yapılanlarla artıracak bir duyarlılığa ihtiyaç var. Şu son dönemde özellikle biyografi hikâyelerinin ve çok para harcanarak yine çok paraların kazanılabileceği gerçeğinin sinemada oturduğu bir dönem. Ben şuna inanıyorum. Ülkemizin şu an içinde bulunduğu bu kriz ortamı da ortadan kalktığında gerek sinema salonlarının adedinin artması, gerek bu tür içeriği sağlam biyografi hikâyelerinin yapılıyor olması, bizim sinemamızda da kaliteyi içerik olarak her geçen gün daha da arttıracak.
* Sinema salonlarıyla ilgili bir sıkıntı yaşanmış ve sonra aşılmıştı. Siz bu süreç hakkında ne düşünüyorsunuz?
Evet, onları da çözdüler. Umarım yapımcı ve sinemacı ilişkisi, bundan sonra birbirinin kuyusunu kazan, birbirinin ekmeğine göz diken değil, birbirine destek veren ve kalkındıran bir konuma gelir. Dizi sektöründe bunu başardıysak, sinemada da başarmamamız için hiçbir sebep yok.
* Bu tarz gişe filmleri festivallere gitmiyor. Siz bu filmi festivallere göndermeyi düşünüyor musunuz?
Ben gönderiyorum. Mesela Aşk Tesadüfleri Sever’i, İsviçre’de Lucerne Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü aldı. Burada önemli olan festival ya da gişe filmi fark etmez. Karşındaki insanın veya jürinin kalbinde bir yere dokunabilen, orada bir cümle kurabilen, özdeşlik sağlayabilen hikâyelerin hepsinin gişede de, festivalde de ödül alarak karşılık bulduğunu düşünüyorum. Çok da takılmıyorum. Gişe ve festival filmi ayrımını yaratanlar bizler değiliz. Sürdürenler düşünsün. Sonuçta bizim yaptığımız iş, sergilediğinde karşıdan gelen tepkiye göre seni motive eden bir iş. Yani bir müzisyenin hazırladığı albümü, albüm olarak çıkarması ya da konser vermesi, bir ressamın açtığı sergiyle resimlerini teşhir etmesi gibi. Bizim de yaptığımız işi sinema salonunda seyirciyle buluşturmamız kısmı çok önemli. Ne kadar çok seyirci bizim filmimize rağbet gösteriyorsa, biz o kadar iyi bir şey yapmışız diye düşünüyoruz açıkçası.