Güncelleme Tarihi:
13. Ankara Öykü Günleri’nde bu yıl onur ödülünün sahibi usta yazar Pınar Kür. Dünyanın Öyküsü Dergisi Yayın Yönetmeni ve Ankara Öykü Günlerinin kurucusu Özcan Karabulut’un ifade ettiği gibi “Dünyanın bütün öykücüleri Ankara’ya!”
Büyük öykü buluşması öncesinde Ankaralı edebiyatçıların, başkent ve yazın ilişkisi üzerine görüşlerini, Ankara Öykü Günleri için mesajlarını Ankara Hürriyet okurları için öğrendik.
Prof. Dr. Aysu Erden: Öykü etkinliklerinin edebiyatseverlere çekici geldiği bilinen bir gerçek. Bu gerçekten yola çıkan Ankara Öykü Günleri, öykü okuma saatlerinde sözlü yazın geleneğini canlandıran, yerli-yabancı, genç-yaşlı öykü yazarlarının, öykülerini, kendilerini izlemeye gelen edebiyat severlere okuyarak canlı performans yapmalarını sağlayan bir etkinlik olarak karşımıza çıkmakta, öykü ile diğer sanat dalları (tiyatro, fotoğraf, müzik, resim) arasında var olan diyaloğu yeniden etkin hale getirmeyi başarmaktadır. Etkinlik süresince çok sayıda panel ve söyleşi gerçekleştirilmekte, edebiyatımıza, öykücülüğümüze ve öykü eleştirisine özgün katkılarda bulunulmaktadır.
DİNLERSENİZ DUYARSINIZ
Ayşe Akaltun: Öyküye açılır Ankara’nın bütün sokakları. Bütün şehirler için geçerlidir belki bu, her sokağın, her binanın, en az insanlar kadar büyük öyküleri vardır diye düşünürüm. Ankara’nın öyküsünü değerlerinden farklı kılan, fısıldayarak anlatmasıdır. Bağırmaz Ankara, gözünüze sokmaz, sessizce, herkesin duymasını istemez gibi fısıldar size. Dinlerseniz duyarsınız. Öykünün anasıdır Ankara. Sabırla büyütür, şefkatle sarar sarmalar. Büyüdüğünü düşünüp kendini terk edenlere darılmaz, kırılmaz. İhtiyaç duyup geri döndüklerinde, kırgınlık yapmadan kulaklarına cesaret cümleleri fısıldamaya devam eder. Benim öykümdür Ankara. Sokaklarda, kafelerde, kitapçılarda, duraklarda sürekli sesini duyarım. Dinle der, bak der, yaz der. Gri şehir diye itham edenlere inat sesini dinleyenlere anlatır gökkuşağının yedi rengini. Zamanım, sabrım, kırgınlıklarım, aşklarım, ayrılışlarım, dostluklarım Ankara. Belki bir gün benim öykümü de fısıldar birilerine.
Çiğdem Ülker: “Birer birer ve hep beraber ipekli bir kumaş dokur gibi...”
Genç yazar adaylarına yol gösteren “öykü atölyeleri” başkentte edebiyatçıların nabzının attığı mekânlar. Özellikle de Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nın 1999’dan bu yana binin üstündeki katılımcıyla gerçekleştirdiği “Yazma Seminerleri” artık gerçek bir Ankara klasiği. Bugün kitapları basılan ve önemli ödüller alan pek çok öykücünün yolu; Yazar Mehmet Eroğlu’nun yönetimindeki bu seminerlerden geçti. Ankara Mayıs’ta yine öykünün başkenti olacak.
HEP YAKIŞTI BAŞKENT’E
Gamze Güller: Bir dostum “İstanbul yazdırır, Ankara’da yazılır,” demişti bir zamanlar. Biz Ankaralılar bunu iyi biliriz. Uzun yıllar “bir yerli olmaya” direndikten sonra gördüm ki Ankara aslında yavaş yavaş sızmış içime. Ve durmadan yazdırıyor bana. Baharda çiçeklenen kırgın bakışlı ağaçlarını, dumanlı sabahlarını, uzun uzadıya düşünmeden “hadi atla gel”lerini, alçakgönüllülüğünü ve hep yenik çıkılan yine de hüznü bile tatlı olan kavgalarını inceden inceye anlatmak, aslında yaşamın da öyküsüne dokunmak olmuş. Öykü hep yakıştı başkente. Öykünün sesi hiç susmasın Ankara’da!
İnci Gürbüzatik: Her insanın bir öyküsü var. Öykülerin de insanları. Nereye baksak öyküdür. Her taşın altından çıkar o. Hatta taşın içinden de, dışından da. Yeter ki hissedelim. 1. Ankara Öykü Günleri’ni hatırladım birden. Çok zor koşullarda ama inançla gerçekleştirmiştik. Özcan Karabulut’un bu konudaki girişimlerini, hala sürdürdüğü çabalarını unutmamak gerekir. Öyküyü yücelten, tanıtan ve yaygınlaştıran bir kent. Öncü olduğunu biliyoruz. Çünkü artık pek çok şehirde tıpkı Ankara’daki gibi ‘Öykü Günleri’ düzenliyor. Edebiyatın ve kültür, sanatın değersizleştirilmeye çalışıldığı böylesine bir ortamda edebiyatı, öykü’yü yüceltmek biz öykücülerin, öykü severlerin, okurların ve bize destek verenlerin görevi. Çok sayıda yerli yabancı öykü yazarı bu etkinlikte öyküyü konuşacak. Öykü ile dolu, yoğun ve önemli etkinliklerimiz olacak. Ankaralıları bu etkinliklerde aramızda görmek, sanata edebiyata, öyküye katkıya çağırıyoruz.
YAŞAMIN SESİDİR
Nurhayat Bezgin: “Başkentler gördüm. Neşeli, güzel, renkli… Ankara’m ise gri!”
Soylu geçmişinin güzelliğini hüzünlü olduğu kadar mağrur bakışlarında yansıtabilen, kırılıp dökülmekten yorgun bedeninin acılarını bilgeliğin renksiz yüzünde gizleyebilen ender kentlerden birisin sen. Coşkulu sanatçın da sana benziyor, umutlu yazarın da… 2013 senin Başkent oluşunun 90ıncı, adına düzenlenen Öykü Günleri’nin 13üncü yıldönümü. Sakın üzülme! Sevgiyi, dostluğu, barışı öyküleyip; yüreklerindeki kardeşliğin, mutluluğun, umudun sesini kalemleriyle söze dökecekler yine… Türkiye Cumhuriyeti’ni ve tabii ki seni sonsuza dek yaşatıp; herkes okusun, öğrensin, düşünsün diye çabalayacaklar. Hep yaptıkları, yazdıkları gibi!.. Öykü yaşamın sesidir. Ankara’m ise, öykünün de başkenti.
Özgür Mutlu: Bir şehrin dokusu orada yazılan öykünün, şiirin, romanın, söylenen şarkının, yapılan heykelin ve resmin dokusunu da etkiler. İnsan sayısı kadar farklı yaşam olsa da şehrin dokusu o şehirde yaşayan insanın hayatla olan ilişkisini ister istemez şekillendirir çünkü; bu da doğrudan üretimini. Bu yüzden İstanbul denince aklıma şiir gelir, Ankara denince öykü. İstanbul’un bir şiirin dizeleri gibi tahmin edilemez, inişli çıkışlı, kılcal damarlara benzeyen sokaklarının nasıl insanın ruhuna dokunan bir yanı varsa Ankara’nın da insanın aklına ve duyarlılıklarına dokunan tarafları çoğunlukta bana kalırsa. Ankara’nın bozkırda doğup tüm Anadolu’da yeşerttiği umudun genişliğinde caddeleri, sokakları öykünün sınırsız düzlemini oluşturuyor. 13. Uluslararası Ankara Öykü Günleri de öykünün yeşeren ve tüm iklimlere genişleyen umudunu temsil ediyor.
DAHA FAZLASINI HAK EDİYOR
Sedat Erden: Edebiyat söz konusu olunca akla hemen İstanbul’un geldiği bir gerçek. Ancak Ankara’da özellikle öykü dalında verimli bir ortamın varlığı da yadsınmamalı. Uluslararası Öykü Günleri’nin bu potansiyeli ortaya çıkarmada önemli bir işleve sahip olduğunu düşünüyorum. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında bozkırda bir kültür şehri olarak parlamaya başlayan ancak giderek bu ününü yitirmeye başlayan Ankara için bu etkinliğin yeni bir uyanışa yol açmasını umut edelim. Bozkırda kentleşme alanında bir mucizeyi temsil eden bu şehir, kültür alanında çok daha fazlasını hak ediyor bence.
Tarhan Gürhan: “Ankarâne”... Denizle ilişki kuramamış bu toprak parçasıyla çok geç barışmış biri olarak söylüyorum: Bir şehir yalnızlığını almıyor, artırıyorsa, o şehir baştan yanlış kurulmuş demektir. Ankara’nın çeperleri hep deniz suyu ve çakıl taşlarıyla örülmüştür. Bu yüzden Haydar Paşa’ya dokunup geri gelmeyen hayal yoktur buralarda. Ne sen Cumhuriyet hevesinin elle çizilmiş mucizesine göre, ne de o sana göredir. Adını başkent koyunca olmuyormuş, yaşayarak öğrendik. Sanatın, hayatı geçtiği yerlerdir taşralar. Ankara, taşranın rütbelisi, Anadolu’nun dolma kalemidir. Denize doğru kürek çeker, ama bu küreğin mahkûmları mutludur. Doğduğundan beri gömülen bir şehir gibi gelir bana, içinde mutsuzluktan ölebilirim. Sokaklarında Vüs’at O. Bener’in, Bilge Karasu’nun, Metin Altıok’un, Hasan Ali Toptaş’ın, Murathan Mungan’ın dolaştığını bilmesem, parklarının bazılarına Cemal Süreya, Adile Naşit, Ahmet Arif adları takılmış olmasa, içinde yeniden yeniden gezilmezdi. Gazete günlük, şehir ömürlük, sevgi sonsuz olmazdı...