Güncelleme Tarihi:
Özcan şunları söyledi:
“İlçe Teşkilatımızın düzenlediği programı tamamlayıp, saat 22.00 civarında eve dönmek için Cumhuriyet Caddesi’ne girerken, sol ok işareti olan küçük bir levhayı görünce durdum. Daha önce gidiş-geliş olan bu caddede tek yön (girilmez) trafik işareti yoktu. Acaba ilerde bir çukur mu var diye aklımdan geçirirken arabamın önünde iri yarı bir kişinin ‘Hey dayı nereye gidiyorsun?’ diye bağırdığını gördüm.
Ardından ‘Dayı buradan geçemezsin geri dön’ diye ekledi. Arabamın camı açıktı, “Siz kimsiniz böyle konuşuyorsunuz” dedim. ‘Ben polisim’ dedi. ‘Ben de vatandaşım’ dedim. ‘Polis memurunun böyle hitap etmesi doğru mu’ diye sordum.
Olmadı, karşıya park et
Sol tarafta emniyet müdürlüğünün kapısında birkaç polis memuru varmış. Onlara ‘Altında Mercedes var ya, dayı demeyecektik de, beyefendi mi diyecektik’ diye konuşmaya başladı. Polis memurlarından biri olayı büyütmemek için olacak, ‘Sizden değil, başkasından bahsediyor’ dedi. Amirlerini sordum. Bizi seyreden, eli cebinde, sivil giyimli bir kişiyi başkomiser olarak gösterdiler. ‘Başkomiserim olayı seyrediyorsun, diyeceğiniz bir şey yok mu?’ dedim. ‘Git arabanı park et seninle konuşmam’ dedi. O saatlerde hiç trafiği olmayan caddeye gittim arabamı park edip geldim. Bu defa yine aynı tavırla, ‘Olmadı, karşı tarafa park et’ dedi.
Trafik ihlali yapmadım
‘Komiserim, sizin göreviniz problemi çözmektir, Siz ise problemi büyütüyorsunuz’ dedim. O sırada Emniyet Müdürü geldi. Olayı ona da anlattık. Bana ‘Sen içeri gir, beni bekle’ dedi. Gelen, giden yoktu. Dışarı çıktım, ‘Müdür Bey gelmiyor musunuz’ dedim. Bana ‘Niye dışarı çıkıyorsun, Devletin malı otur içeride’ dedi. ‘Ne demek, niye bekliyorum’ dedim. ‘Konuşma, trafik ekibini bekliyorum’ dedi. Şaşkınlığım iyice arttı. Asla trafik ihlali yapmamıştım.
Amerikan filmleri gibi
Gelen trafik ekibine ‘Evraklarını alın gereğini yapın’ diye talimat verdi. Gelişen olaylar, bana Amerikan filmlerinde esrarengiz karakolları hatırlattı. Vatandaş olarak, Emniyet Müdürlüğü’nün bu tavrı ile olayın çözülemeyecek çok vahim noktaya gittiğini hissettim. Milletvekili olduğumu söylemek zorunda kaldım. Kimlik göstermemi istediler. Kimliğimi gösterip ayrıldım. İçişleri Bakanlığı Müsteşarını telefonla aradım, durumu anlattım. Elmadağ Emniyet Müdürlüğü adına özür diledi. Sabrıma şaşırdığını söyledi. Ankara Emniyet Müdürüne de aktarmış olmalı ki, o da aynı şeyleri söyledi. Özelde bir şikayetim olmadığını, polisimizde olumlu gelişmeleri gördüğümü ancak bazı yerlerde bireysel eğitim eksikliğinin olduğunu bunların tamamlanmasını rica ettim. 15-20 gün sonra konu ile ilgili iki muhakkik, TBMM’deki odamda beni ziyarete geldiler. Olayı onlara anlattığımda şaşkınlıklarını ve sabrımı dile getirdiler. Burada polis memurunun Elmadağ’dan Akyurt’a tayin edildiğini söylediler. Yanlış yapıldığını, O polis memuruyla birlikte sorunun da Akyurt’a büyüyerek taşındığını, Akyurt’un Elmadağ’a göre daha cazip bir yer olsa da kişinin ailesini cezalandırmanın yanlış olduğunu ifade ettim.
“Dövmedim, küfretmedim” diyordu
“BU görüşmeden birkaç hafta sonra gazetelerde manşetten haberler çıktı. Sözkonusu polis memurunun boy resimleriyle, demeçleri çıkmaya başladı. Kimi basında, polisin trafik polisi(!) olduğu, benim tehlikeli araba (!) sürerken beni durdurduğunu, milletvekili olmama rağmen bana ceza yazdığını (!), benim de polisi sürdürdüğümü (!) yazıyordu. Kimisi polisin demecini veriyor; onu benim sürdürdüğümü, benim arabamda milletvekili kartı olmadığını, milletvekili olduğumu söylemediğimi, sadece bana “dayı” dediğini, polis memurunun ‘Onu dövmedim, küfretmedim’ dediğini aktarıyordu. Bu ifadeye göre ben dayak yemediğim, küfür işitmediğim için şanslı sayılırdım. Eğitimden kastettiğim de buydu. Bunların tek bir cümlesi bile doğru değildir. Ne tehlikeli araba kullanmam söz konusudur, ne polis trafik polisidir, ne de bana trafik cezası yazılmıştır, ne de benim onu sürdürmem sözkonusudur.”