Güncelleme Tarihi:
Ankara’daki üniversitelerin sesi olan “Ankademi: Şehir ve üniversite” yazı dizisi, oturumlarına Başkent’te akademik yolculuklarına yeni başlayan üniversitelerle devam ediyor. Ankara, Hacettepe, Gazi, ODTÜ, Bilkent, AYBÜ, TEDÜ, TOBB ETÜ, Başkent ve Çankaya üniversitelerinin ardından 12’nci Ankademi oturumu Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nde (ASBÜ) yapıldı. Hürriyet Ankara Haber Koordinatörü Deniz Gürel ve Doç. Dr. Savaş Zafer Şahin, gazetemiz ekibiyle birlikte Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Barca ve bilim insanlarıyla kent-üniversite ilişkisini konuştu.
Ulus’ta üniversiteye tahsis edilen binaların içerisinde 10 tane müze planladıklarını anlatan Rektör Mehmet Barca, “Bugüne kadar buraların müzeye dönüştürülmemiş olması büyük bir eksiklik” diyerek şunları söyledi:
SOSYAL BİLGİYE İHTİYAÇ VAR
Sosyal bilimler, tematik bir üniversite fikri nereden çıktı. Ülkemizde Osmanlı’dan bu yana görece sağlıkla, mühendislikle karşılaştırıldığında biraz daha az destek gördüğü görülebilir. Osmanlı’ya da baktığımız zaman tıpa sağlığa daha yüksek önem verdiklerini görüyoruz. Şüphesiz Osmanlı’da Mektebi Mülkiye’de önemli bir yer tutuyor. Bu daha sonra Ankara Üniversitesi bünyesinde 1940’larda tekrar ortaya çıkıyor. Kaynak açısından, önceliklendirme açısından bakıldığında daha çok sağlık ve mühendislik bölümlerinin öne çıktığı hem Osmanlı da hem genç cumhuriyette kolaylıkla gözlemlenebiliyor. Diğer taraftan bakıldığında sosyal bilimlerin sayesinde, çabalarıyla oluşabilecek önemli bir kesim de göz önüne alındığında, bu dengesiz durumun çok uygun bir politika olmadığı da tartışılabilir. Bir iki örnek de verilebilir. Ülkede yöneticilerin bir kısmı yüzde 70’e yakını sosyal bilimcilerden geliyor. İster politikacılardan, iş adamlarından, sivil toplum kuruluşlarından olsun yönetici tabakasının sosyal bilimlerden beslendiği herhangi bir ülkede buna yatırım yapmak muhakkak çok önemlidir. Tersinden bakarsak ikinci örnek olarak toplam üretilen bilimsel bilgi oranlandığında yüzde 30’un üzerinde sağlık bilimlerin, yüzde 25 civarında mühendislik bilimlerinin katkı sağladığını görüyoruz. Sosyal bilimlerde son 5 yıllık toplamda üretilen makaleye bakıldığında bilgi üretimindeki payı yüzde 7.5 civarında. Buna tersinden bakarsak yüz yüze olduğumuz sorunlar, tasarlamak istediğimiz gelecek, aktarmak istediğimiz kültürel değerler göz önüne alındığında sosyal bilgiye olan ihtiyaç açık ara diğerlerinden daha öndedir. Dolayısıyla bunu dengelemek istediğimiz zaman sosyal bilimlerde daha yüksek bilgi üretimini sağlayacak, bunu nitelikli insan yetiştirmeye yansıtacak, ikinci, üçüncü derecede önemli muamele görmeyen bir üniversiteye ihtiyaç açık şekilde ortaya çıkıyor.
TÜRKİYE’NİN ÖNEMİ DÜNYADA ARTIYOR
Türkiye Cumhuriyeti bütün tarihinde uluslararası platformda büyük bir rol oynayamamıştır. Bazen daha önemli roller üstlenmiş, bazen düşük profilli bir rol oynamış. Son 15 yılda Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada artan bir önemi var. Türkiye giderek sadece bölgesinde değil dünya siyasetini yönlendiren aktörlerden biri haline gelmeye başladı. Dünya aktörü olarak hareket ederken arka planda muhakkak büyük bir bilgi lojistiğine ihtiyaç duyuyor. Ekonomik, uluslararası ilişkiler, kültürel bağlar, tarih gibi birçok bakımdan duyuyor. Bu anlamda sosyal bilimlerin belirgin bir katkı sunmasına ihtiyaç var. Bu ve benzeri değerlendirmelerin sonucunda sosyal bilimlerle ilgili butik bir üniversitenin kurulması gündeme gelmiştir. Ankara bir yönetim merkezi. Uluslararası politikaların şekillendiği bir merkez. Bilgi üretimine yoğun ihtiyacın olduğu bir merkez. Dünyanın başka yerlerinde de sosyal bilimlerin başkentlerde konumlandığını görebiliyoruz. Washington’da Paris’te sosyal bilimler üniversitelerini görebilirsiniz. İhtiyaç duyulan sosyal bilim bilgileri ve ihtiyaç duyulan yönetici tabakasının yetiştirilmesi bir devlet politikası olarak gündeme geldiğinde sosyal bilimlere de alan açılmış oluyor. Sosyal bilimler bir eğitim odaklı üniversite olarak şekillenmemiş, bir araştırma üniversitesi olarak varlık kazanmış, ya da kazanması istenmiş. Rakamsal olarak baktığımızda araştırma üniversitesi dediğimiz lisansüstü programlara dahil olan öğrenci sayısının lisans sayılarından fazla olduğu yada ona daha yakın olduğu üniversitelerden bahsediyoruz.
ARAŞTIRMA MERKEZLERİ BİLGİ KAYNAĞI OLACAK
Bir üniversiteyi araştırma merkezi yapan, araştırma merkezleri ile üretmiş olduğu spesifik derinliği olan uzmanlık bilgisidir. Dünyadaki araştırma üniversitelerinin ortak özelliği, üniversitenin yapısında araştırma merkezlerinin sayısal ve önem bakımından çok büyük bir rol oynamalarıdır. Türkiye’de de sosyal bilimlerde yüzeysel bilgi yerine derinlemesine bilgi üretilecekse o zaman bu bilgi üretimini asıl sağlayacak olan araştırma merkezleri olacaktır. Araştırma merkezleri, spesifik konularda derinlemesine bilgi üretimine yönelmiş birer akademik birim olarak görülebilir. Araştırma üniversitelerinin yapısında araştırma merkezleri odaktadır. Araştırma merkezlerinden çıkan bilgiler bir yandan enstitüleri master ve doktora olarak besler. Bir yandan fakülteleri lisans eğitim bakımından besler. Diğer yandan da eğer bilginin bir girişimcilik açısından bilginin ticarileştirilmesi söz konusu olacaksa araştırma merkezleri aynı zamanda ekonomik bir değere dönüştürecek sosyokentlerde teknokentlerde ekonomik değere dönüştürülmüş olur. Araştırma merkezleri birer akademik birim olarak görülebilir. Varsayalım ki biz bu hedefimizi gerçekleştirdik. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nin (ASBÜ) arkasında bilgi üretimini sağlayan 200 tane araştırma merkezi kurulmuş oldu. Araştırma merkezlerinin ürettiği bilgiler çeşitli formlarda bazen rapor, bazen strateji, bazen kitap, konuşma metni, bazen bir danışmanlık metni olarak siyasi çevrelere, sivil toplum kuruluşlarına, özel sektöre yansımış olacak. Ankara her şeyden önce yönetim merkezi. Bakanlıkların, genel müdürlüklerin büyük ölçüde bilgi ihtiyacı var. Stratejilerinizi, kararlarınızı, yasalarınızı, kanaatlere değil, duygulara değil sezgilere değil, bilgiye dayandıracaksanız bilgi üretimine yoğun bir ihtiyacınız var demektir. Ankara Sosyal Bilimler İngilizcesiyle adeta bir school government dediğimiz hükümeti besleyen, siyasi çevrelerin ihtiyaç duyduğu bilgiyi üreten, bunu yüzeysel değil derinlemesine üreten ve bunu çeşitli kanallarla sunumunu yapan bir görev üstlenmiş oluyor. Ankara’nın başkent ve hükümet merkezi oluşuyla Ankara Sosyal Bilimler’in konuşlanması örtüşen bir sonuçtur.
STK’LARA DESTEK BURADA KONUŞLANDIRIYOR
Ankara’nın baskın bir özelliği de devlet ve vakıf üniversitelerimiz Ankara’da konuşlanmış. Genç cumhuriyetin Ankara Üniversitesi, ODTÜ, Hacettepe, Gazi, Yıldırım Beyazıt gibi devlet üniversiteleri, Bilkent, Başkent, Atılım gibi vakıf üniversitelerinin bu ihtiyacı uzun süre önemli ölçüde karşıladıkları söylenebilir. Ancak Türkiye’nin geldiği aşamada ihtiyaç duyulan bilginin derinliği ve büyüklüğü göz önüne alındığında bunun kapsamlı üniversiteler bünyesinde yapmak risk taşıyor. Bunun daha spesifik olarak üretilmesi özgün ve orijinal olarak üretilmesi birincil önemde üretilmesi böyle bir üniversiteyi gerektirir. Ankara’nın baskın bir diğer özelliği de sivil toplum kuruluşlarının (STK) merkezi olması. 12 binin üzerinde STK’nın Ankara’da konumlandığı biliniyor. Kâr amacı gütmeyen bu sektörün büyük ölçüde bilgiye ihtiyaç duydukları söylenebilir. Türkiye’nin genel gidişatına eşit olarak STK’larında giderek uluslararasılaştığını görüyoruz. STK’ların daha önce kendi bölgelerinde, biraz daha zorladıklarında kendi ulusal alanlarının içinde faaliyet gösterdikleri görülürken artık STK’lar da bölgesinin, ülkesinin önüne geçerek uluslararası boyuta geçtiklerini görüyoruz. Çok köklü uluslararası kuruluşların da bunlardan çok fazla şey öğrendiğini duyduğumuzda giremedikleri yerlere Türkiye’nin sivil toplum kuruluşlarının sayesinde girdiklerini işittiğimizde, gördüğümüzde son derece mutlu oluyoruz. Böylesi büyük bir kitlenin de bilgi ihtiyacını daha çok sosyal bilimler olarak tanımlamak mümkün. Bu geniş çevreye de bilgi desteği sunmak ASBÜ’nün burada konuşlanmasını gerektiriyor. Özel sektör açısından da Ankara cazip bir merkez. Ekonomik büyüklük açısından İstanbul’dan sonra ikinci büyük ekonomik değer üreten bir şehrimiz. Ankara’daki özel sektör işletmelerinin de artık Ankara ve çevresini kuşatan 14 ile değil Türkiye çapında ve şimdilerde de çoğunun uluslararası işletmelere dönüşerek küresel piyasalarda faaliyet gösterdiğini görüyoruz. Bunların da ciddi bir bilgi ihtiyacının oluştuğunu ileri sürebiliriz. Ne siyasi çevrelerde, ne STK’larda, ne özel sektör içerisinde eğer bilgiye, akla dayalı bir strateji izlenmiyorsa muhtemelen bir sürdürülebilirlik sorunu var demektir. Afrika’yla ticari, sosyal, siyasi, kültürel anlamda kolay bir ilişki kurabiliriz. Ancak bunun sürdürülebilirliği, birbirimizi tanımamızda, birbirimizin aynasında birbirimizi nasıl gördüğümüze bağlı.
ASBÜ ANKARA’NIN BİR LABORATUVARIDIR
Şimdiye kadar batılıların penceresinden kendimizi ve paydaşlarımızı görmeye çalıştık. Hâlbuki batılıların bizi anladığı şekilde değil bizim kendimizi anladığımız şekilde, kendi paydaşlarımıza kendi penceremizden baktığımızda anladığımız şekilde anlamaya ihtiyacımız var. Örnek vermek gerekirse Afrika’daki bir ülkeyle ilişki kurmak istediğimizde bilgi topladığımızda bilgi kaynaklarının yüzde 90’ından fazlasının batı ülkelerindeki üniversitelerin araştırma kuruluşlarının tarafından üretildiğini görüyoruz. O bilgi bizim ihtiyacımız için üretilmemiş, bizim ihtiyacımıza cevap vermiyor. Bizim bu bilgiyi yeniden kendi ihtiyaçlarımıza göre üretmemiz lazım. Sosyal bilimler diğer bilim alanlarına göre sağlığa ve mühendisliğe göre evrensel bilgi kategorisine çok yakın değil. Biraz daha şartlara, bağlama bağlı bir bilgi. Bağlamı göz ardı ederek bilgi üretemeyiz. Batının kendisi için çok uygun bulduğu kuramlar modeller bizi açıklamada yetersiz kalabilir. Kendi kuramlarımızı, modellerimizi, sosyal olguları tahmin etmek için kullanmaya ihtiyacımız var. Bu da bizim stratejilerimizin, kararlarımızın, raporlarımızın, tercihlerimizin referansını oluşturmalı. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak, bilgi sahibi olmadan strateji sahibi olmak, bilgi sahibi olmadan karar vermek, tehlikeli bir şey. Bilgiye yoğun bir ihtiyacımız var, bunların bilgiye dayanması lazım. Başarı ve başarının sürdürülebilirliği bilgiye bağlı. Bu araştırma üniversitesinin oluşumunun arkasında böylesi bir akıl, böylesi bir değerlendirme var. Ankara’ya hitap eden bir üniversiteyiz. Sınırları daraltmamak lazım İstanbul’u, İzmir’i Sivas’ı Urfa’yı göz ardı ettiğimiz anlamına gelmiyor. Bütün buraları temsil eden, kararların, stratejilerin alındığı, yönlendirildiği yer burası. Süreç içerisinde bilgi toplayıp işleyebileceğimiz, raporlayabileceğimiz mekan burası. ASBÜ Ankara’nın bir laboratuvarıdır. Sosyal bilimler diğer bilimler gibi izole laboratuvarlarda çalışmaz. Bizim laboratuvarımız toplumun kendisidir. Merkezi bir mekânda bulunmamız bilgi üretimimizi hızlandırır, destekler, bizim için bir avantaj oluşturur diyebiliriz. Bu üniversiteyi alıp başka bir yere taşısanız biraz daha dezavantajlı bir duruma gelir.
NE YAŞANMIŞSA ONU YANSITACAK MÜZELER
Ankara’yı diğer illerle karşılaştırdığınızda açık ara bilimsel yayın konusunda önde gider. Örneğin indeksli makale açısından Ankara Açık ara öndedir. İnovasyon bakımından açık ara öndedir. Ankara bilgi üretimi açısından diğer illere göre daha avantajlı durumdadır. Ankara bilgi ihtiyacının en yüksek olduğu talep edildiği merkezdir. Burada bir arzın yapılmasından normal bir şey olmaz. Ankara’yı diğer illerden farklı kılan özelliklerden birisi düzenli olması. Ulaşımının daha kolay olması, 5 milyon nüfusa göre yaşamının kolay olması, daha disiplinli ve kurumsal hayat sürmeye imkân sağlaması da burada konumlanmayı akılcı kılan bir nedendir. ASBÜ’nün geliştiği mekan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yönetildiği alan. Başbakanlık’ın olduğu, bakanlıkların olduğu, mahkemelerin olduğu, büyük şirket merkezlerinin olduğu tarihi Ulus. Oradaki tescilli binalar üniversitemize tahsis edildi, ya da edilmek üzere taahhütlerde bulunuldu. Oradaki Cumhuriyet’in kuruluşunda mekan olarak kullanılan yerler aynı zamanda şu anda üniversitenin mekanları. İstisnaları var bunun tabi. Birinci, ikinci meclis müze olarak kullanıldığı için üniversiteye tahsisleri yapılmamış iki yer. Genel yaklaşımımız şu oldu; Cumhuriyet’in kurulduğu, yönetildiği bu mekanlarda, bu anlayışı verecek bir müzeler girişiminde bulunmak. Mekânları sadece müze olarak düşünmüyoruz. Buralarda üniversite faaliyetlerini yönetecek ayrıca her bir mekanda ne yaşanmışsa hangi amaçla kurulmuşsa onu da sembolize edecek bir müze kurmak. Bu çerçevede 10 kadar müze projemiz var.
HAZİNE ODASI HALKA AÇILACAK
Eskiden Başbakanlık olarak kullanılan bina bizim rektörlük binamız olarak restore edildi. Binada iki tane müze düşünüyoruz. Bir tanesi Cumhuriyet’in kuruluşunda hazine odası olarak kullanılan halen de yasal statüsü hazine odası olarak devam eden yeri halka müze olarak açacağız. Müzemizi geliştirmek, teşrif etmek sorumluluğunu sağ olsun valiliğimiz yüklendi. Şu anda çalışmaları devam ediyor. Bazı şirketlerin farklı tasarımlarını şu anda değerlendiriyoruz, o tasarımlardan bir tanesini veya bir kaç tanesinin kompozisyonunu kabul ettiğimizde onu gerçekleştirmelerini isteyeceğiz. Kesin bir tarih vermemekle birlikte inşallah bu yıl içinde bunu halka açmayı düşünüyoruz. Uzun yıllar orası kapalı tutulmuş. Hazine Müsteşarlığı’mıza bağlı olarak kimsenin giremediği, tarihi, koca bir anahtarının olduğu bir yer. Yasa gereği ancak bir ekiple açılabilen içerisinde 1 milyon civarında belgenin n yer aldığı belgelerinde büyük ölçüde yıprandığı bir yer. Devraldıktan sonra belgeleri Arşivler Genel Müdürlüğü’ne verdik. Onlar içerisinde sergilenmeye uygun olanları, tahvilleri, bonoları, irat defterlerini, ulusal, uluslararası yazışmaları seçki oluşturduk onların tıpkıbasımlarını aldık. Onların tıpkı basımlarını sergiler olacağız. Hazine odasında olan 1930’lardan kalan bazı objeler var onları sergiliyor olacağız. Küçük objeler de var. Metal torbaları var, tartılar var. Çok sayıda dolap var. Odanın kendisi bütün olarak altın sarısına boyalı. Girdiğiniz zaman iki kattan oluşan bu hazine odası altın sarısıyla karşılaşabileceğiniz hazine görünümlü oda. Şu anda tespitlerimize göre bu dolaplar Alman teknolojisiyle yapılmış. Belgeler üzerinde de bir çalışma yapıyoruz. İnşallah oradan iyi bir katalog çıkaracağız. Sergileyeceğimiz belgelerin tanıtımından oluşan bir katalog çalışmamızda söz konusu. Hazine odası ve güvenliği için bir metre civarında boşluk olan alan var. O alanda da bahsettiğim belgelerin tıpkı basımlarını sergileyeceğiz.
MENDERES’İN ÇALIŞMA ODASINDAN MÜZE
En son o binada başbakanlık yapan Adnan Menderes. Onun anısına Demokrasi ve Adnan Menderes Müzesi kurmak istiyoruz. Elimizde o dönemden kalan çok malzeme yok. Adnan Menderes’in kullandığı ileri sürülen bir çalışma masası var. Biz de oradaki bir odayı Adnan Menderes’in çalışma odası şeklinde balmumuyla canlandırmak niyetindeyiz. Adnan Menderes ile ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisi arşivlerinde çok sayıda belge bulmuş durumdayız. Eşiyle yaptığı özel yazışmalar dahil olmak üzere şu ana kadar herhangi bir araştırmacının kullanmadığı çok sayıda sergilenmeye değer belge elimizde. Bunları, Adnan Menderes ile ilgili yazılan eserleri eğer ailesinden alabilirsek bir takım özel eşyalarını sergilemek istiyoruz.
İSTİKLAL MAHKEMELERİ CANLANDIRILACAK
Şu an rektörlük olarak kullandığımız bina iki tane müzeye konu olacak. O bina İstiklal Mahkemesi olarak kullanılmış. İstiklal Mahkemesi i salonu canlandırması yapacağız. İstiklal Mahkemeleri’ne ait TBMM’de çok sayıda belge bulduk. Tıpkı basımlarını sergileyeceğiz. İstiklal Mahkemesi olarak kullanılan bu binanın altı da zindan olarak kullanılmıştır. En meşhurlardan İskilipli Atıf Hoca orada zindana atılmıştır. Araştırmacıları da üniversitemize davet ettiğimizde hangi hücrede kaldığına ilişkin tespitte bulunduk, söz konusu hücreyi müze haline getireceğiz. İskilipli Atıf Hoca’nın ailesiyle ilişki kurduk. Hocaya ait ailesinde bulunan Özel eşyalarını sağ olsunlar bize devretmiş durumdalar. Aile gibi küçük bir çevrede ancak manevi değeri olan bu objeleri daha geniş bir kitlenin hizmetine sunmuş olacağız.
KAMU İŞLETMELERİNE ÖZEL SERGİ İMKANI
Sümerbank bize tahsis edildi. Sümerbank bizim en eski kamu işletmelerimizden bir tanesi. Kamu işletmelerimize ait bir müze kurma fikrini bize vermiş oluyor. Şu an 18 kamu işletmesi var. Bu işletmeler isterlerse kendilerine birer köşe yapabilecekler. Şu ana kadar biz Sümer Holding’den ve MKE’den çok miktarda sergileyebileceğimiz obje aldık. Eskiden o bina Sümer Holding’in aynı zamanda ürünlerini sergilediği yer. Zaten doğal bir sergi alanı, ayrı bir şey yapmaya gerek yok. Vitrinleri aynı amaçla düzenlenmiş. Örneğin TCDD’ye Eti Maden İşletmeleri’ne, diğer kamu işletmelerimizden kendilerine bir köşeyi müzeye dönüştürmelerini isteyeceğiz. Bu kamu işletmeleri kendilerine özgün bir müze oluşturmuş olacak.
HACI BAYRAM MÜZESİ BÜYÜK EKSİKLİK
Hacı Bayram Camii’ne giderken Ulus oteli var. Orası henüz bize tahsis edilmedi. Siyasi çevrelerimiz taahhütlerde bulunuyor. İnşallah orayı da aldığımızda Hacı Bayram Veli Müzesi yapmayı düşünüyoruz. Ulus’ta Hacı Bayram Veli camisi olmasına rağmen o civarda bir müzenin olmaması büyük eksiklik. Hacı Bayram, Ulus’un en önemli simgelerinden biridir. Manevi büyüğüdür ancak kendisine ait bir müzenin olmaması bizim kanaatimize göre büyük eksiklik. Hacı Bayram Veli hakkında özel obje bulmak çok zor. Hacı Bayram Veli için şöyle bir çalışma yaptık. Kendisi eser üretmemiştir ama kendisi hakkında çok sayıda eser yazılmıştır. Ciddi bir külliyat oluşmuş durumda. Dolayısıyla külliyat başta olmak üzere 16. yüzyıla ilişkin bir takım objeler bir takım canlandırmalar, Hacı Bayram Veli’nin bal mumundan canlandırılması gibi planlama içindeyiz.
ANKARA’NIN GÖRÜLMEYEN YANI VAR
Ankara Valiliği inşallah bize veriliyor olacak. Sayın valimiz sağ olsun içtenlikle bize verilmesi için bir çaba içerisinde. Valiliğimiz kendisi için geniş bir alan bulduğunda taşınmak niyetinde. Kızılay’da Başbakanlık, Sağlık Bakanlığı’nın boşaltacağı yerlere geçmesi söz konusu. Bu iki yer olmazsa Varlık Mahallesi’nde valiliğe ait bir kampüs oluşturma söz konusu. Beklentimiz inşallah valiliğin iki yılda yeni bir yere geçeceği. Bizim de niyetimiz 1880’li yıllardan bu yana Ankara’nın idari merkezi olan valiliği Ankara İdari Müzesi yapmak. Burada Atatürk’e ait bir odanın varlığı, bir kütüphanenin varlığı da orayı hızlı bir şekilde müzeye dönüştürmek için bir imkân sağlamış oluyor. Kale’de bize çok güzel bir konak tahsis edilmiş durumda o konağı da bir Ankara Evi Müzesi’ne dönüştürme niyetindeyiz. Ayrıca elimizde cumhuriyetin ilk yıllarından kalan orijinal piyasa değeri çok yüksek resim tabloları var, bunları ayrı müze sergi alanı olarak değerlendirebiliriz. Elimizde yine Ankara’nın eski fotoğraflarından oluşan zengin bir koleksiyon var. Bunu ayrı bir müze tasarlayabiliriz diye düşünüyoruz. Yapmak istediğimiz cumhuriyetin kurulduğu bu mekanlarda ne yaşanmışsa onları genç kuşaklara bir takım sembollerle aktarmak. Tarih bilincini canlı tutmak, orayı sosyal hayatın yaşandığı bir mekan olarak cazip kılmak. Araştırmacıların, genç nesil içinde bunları araştıracak olan meraklıların merakını kamçılamak. Ankara’nın iç ve dış turizm açısından çok zengin görülmeyen yanı var. Hâlbuki bunlar kendi başına bir zenginlik, bugüne kadar buraların müzeye dönüştürülmemiş olması büyük bir eksiklik. ASBÜ’nün bu mekânları bu tarihi yaşanmışlığı canlandırılması önemli bir katkı olarak değerlendirilebilir.
SPONSOR ARAYIŞIMIZ DA SÜRÜYOR
O binalarda ne yaşanmışsa onları canlandırmak gibi bir düşünceyle müze de demiyoruz aslında sergi alanları oluşturacağız. Sergi alanlarını birer sponsorla yapma gayretindeyiz. Üniversitenin kendi imkânlarıyla bunları yapması pek mümkün olmaz. Tarih seven, sanat seven, katkı sağlamak isteyen sponsor arayışımız devam etmekte sizin aracılığınızla bunun çağrısını da yapalım. Ankara’yı seven Ankara aşıkları Ankara İdari Müzesi’ni canlandırabilir. Adnan Menderes’in siyasal çizgisini önemseyen, adeta kendisini takipçi gören kişiler Demokrasi ve Adnan Menderes Müzesi’ni canlandırabilir. İskilipli Atıf Hoca’yı seven çok sayıda insan var, onlar bunu finanse edebilir. Bunun toplumsal duyarlılık açısından değerlendirilmesini, toplumsal sorumluluk açısından değerlendirilmesini, üniversite sınırlarının ötesinde bir toplum varlığı olarak değerlendirilmesinin daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Baktığınız da yönetim de bununla ilgili olacak. Bunu yapabilirsek sürdürülebilirliğini de onlarla beraber yapacağız. Üniversitenin orada tek başına hareket etmesi doğru değil onların oluşumuyla kimler paydaş ise onların yönetiminde de birlikteliğimizi devam ettirmemiz çok daha uygun olur. İyi yönetişim açısından da güzel bir örnek oluşturacak. Üniversitemiz bünyesinde arkeoloji bölümümüz var onların da önemli katkıları olacak. Bilindiği üzere Ulus’un altında 7 tane medeniyetten bahsediliyor . 5-10 metre aşağıya indiğinizde farklı medeniyetlerin kalıntılarıyla karşılaşıyorsunuz. Valiliğinde baktığı hükümet meydanı olarak isimlendirilen meydanın altı zaten kendisi bir müze. Şu anda valiliğin çok sınırlı olarak bir kaç metrelik yaptığı, üzerine cam koyarak altındaki medeniyeti görselleştirdiği örneği daha da genişletmek mümkün. Onu yer altında 100-200 metre büyüttüğünüzde camların üzerinde yürüyen kişiler Osmanlı’yı Selçuklu’yu Roma’yı Hitit’i çeşitli aşamalarda görmeleri mümkün olabilir. Farklı bir müze konseptini de düşünmek doğru olabilir. Bu şu anda planlamaya konu ettiğimiz bir husus değil çünkü buralar izne bağlı olarak yapılabilecek yerler. En azından fikir olarak projelendirerek ilgili çevrelere sunmak aklımızdan geçen bir husus.
PAVYONLARIN YERİNE ARAŞTIRMA MERKEZLERİ
Bizim Ulus’ta yapmayı planladığımız projeler iki anlamda önemli. Bir buraya hayat vermek, iki buralardan bilgi üretmek. 100-200 tane araştırma merkezi kurmak gibi bir hedefimiz var. Bu araştırma merkezlerini nerede konumlandıracağız. Gönlümüzden geçen oradaki her bir Ankara evinde bir araştırma merkezimizi konumlandırmak. Hükümet avlusu bizim yönetim avlumuz ama Hacı Bayram’a doğru gittiğimizde birinci, ikinci meclisin arkasına doğru Kale’ye doğru gittiğimizde orada Ankara evleri dediğimiz Selçuklu mimarisine uygun yapılan şu an sivil toplum kuruluşlarının kümelendiği alanın yanında her birinin komşusu bir araştırma merkezi düşünün. Muhteşem bir şey. Buraya araştırma merkezlerini serpiştirdiğimizde oranın atmosferini de, sosyolojini de, ekonomisini de değiştirirsiniz. Bunu tamamlayacak butik oteller, otantik restoranlar, Türk kahvesi sunan nostaljik yerler. Üniversite Ulus’un dönüşümünde en önemli aktör olarak yer almış olacak. Gazinoların pavyonların yerini araştırma merkezleri almış olacak. Gazino, pavyonlara gelen kişilerin yerine bilim insanları, sanat insanları yer almış olacak. Bu anlamda da dünyanın başka yerlerinden gelen bilim ve sanat insanlarını butik otellerde yine Selçuklu mimarisi tarzında yapılmış üç katı geçmeyen butik otellerde, otantik restoranlarda, otantik kahvelerde bunları ağırladığınız zaman hakikaten ayrı bir eski şehir tasarımı söz konusu olacak. Merkezde de büyük bir kütüphane olacak. Sümer Holding’in giriş katı ve altı bizim merkez kütüphanemiz olarak tasarladığımız yer. Büyük bir alan. Tam köşede insanların kolay erişebileceği bir yerde kütüphaneyi 24 saat açtığımızı düşünün. Ankara’nın her tarafından kolay ulaşılabilecek. Gece 12’den sonra bedava çorbanın verildiği, çay servisinin yapıldığı bir yer. Araştırmacıların sadece gündüzü olmaz gecesi de olur. Orayı çalışma alanları olarak değerlendirecek araştırmacılara açıldığını düşünün. Onu destekleyen ihtiyaçları karşılayan küçük ölçekli bir kafe pastane gibi bir yer. Bilgisayar salonu, gazete, dergilerin okunabileceği bir salon eklediğimiz zaman kendisi bir yaşam merkezi, entellektüel aktivite merkezi haline geliyor olacak.
BEYİN GÖÇÜ ALAN BİR MEKAN TASARIMI
Ulus için daha büyük bir vizyonumuz var. Evet üniversite bu sosyolojiyi değiştirecek, orayı bir kültür ortamı haline getirecek, Hacı Bayram’ın irfanının yanında ilim öğretme yoluna gitmiş olacak. Bunlar son derece önemli değişiklikler. Şu vizyonla beraber düşündüğümüzde kavramı çok daha büyüyor. Ulus’u bir ada olarak düşündüğümüzde bu adanın yasal statüsünü değiştirdiğimizde, uluslararası alanda çalışan bilim insanları, siyasetçiler, sanatçılar, dini önderlerin bir merkezi haline gelebilir. Bir beyin göçü alabilecek mekân olarak tasarladığımızda karşı tepeleri yeşillendirip yaşayabilecekleri bir alan olarak düşündüğümüzde bu adayla karşı tepeler arasında bir teleferik kurulduğunda, Bentderesi açığa çıkarılıp derenin sağlı sollu yeşillendirilip gondol gezisine uygun hale getirildiğinde, Dışkapı’nın ortaya çıkarılıp tarihi sütunların canlandırılmasında, trafik Sıhhiye’den Dışkapı’ya alttan tünelle verildiğinde ve Bentderesi’nden Atatürk Kültür Merekezi’ne yine alttan verildiğinde, trafiğe kapalı bu alanda muhteşem bir hayat tasarlamak mümkün. O zaman dünyanın farklı ülkelerinde kendi ülkelerinde çeşitli nedenlerle yaşamak istemeyen Türkiye’de yaşamayı tercih eden bilim, sanat insanlarını, siyasetçileri, siyasi önderlerin, dini önderlerin bir merkezi haline gelebilir. Bugün eğer sosyal anlamda Londra’nın Paris’in bir önemi varsa şüphesiz bu bilim insanlarının, sanatçıların, siyasetçilerin dini önderleri kendilerine çekmeleri, beyin göçü alan merkezler haline gelmeleri ile ilgilidir. Ankara’nın böyle bir beyin göçü alabilecek bir merkez haline dönüşmemesi için hiçbir neden yok.
ULUS ÖLÜ MÜZELER ADASINA DÖNÜŞMEYECEK
Büyükşehir Belediyemiz zaten bahsettiğimiz trafiğe kapatma alttan tünellerle verme Bentderesi’ni ortaya çıkarma fikrini projelendirmiş durumda. Orada büyük müzeler kurmak için bazı projeler geliştirmiş durumda. Üniversite de şunu sağlıyor olacak; Ulus ölü müzeler adasına dönüşmeyecek yaşayan bir alan haline dönüşecek. Üniversitenin 10 -15 bin nüfusu oraya geldiğinde daha çok master doktora öğrencileri ağırlıklı olarak gidip geldiğinde oranın sosyolojisini bir düşünün. Buna yurtdışından bilim insanlarının, sanatçıların, siyasetçilerin, dini önderlerinin bir merkezi olduğunu eklediğimizde 24 saat açık büyük kütüphanesiyle, butik otelleriyle, kafeleriyle, restoranlarıyla, apayrı bir hayatın mekânı haline dönüşebilir. Ankara bunu hak eden bir şehir. Ankara’nın geleceğinde bunun olması lazım. Ankara’nın geleceğini tasarlarken böylesi bir vizyon referans alınarak yapılması lazım. Aksini düşünün orada büyük müzeler var, sivil toplum kuruluşları var. Sivil toplum kuruluşları ayda bir toplanır en sık haftada bir toplanıyorlar 2 saatlik. Müzeler ve sivil toplum kuruluşlarıyla Ulus’ta hayat ölür. Bir canlılık kalmaz. Cazibe merkezi olarak sadece Hacı Bayram Camisi kalır, 5 vakit cemaatini çağırır. Oraya 10 -15 bin nüfuslu bir üniversiteyi koyduğunuz zaman üniversitenin bütün adaya araştırma merkezlerinin yaygınlaştığını, yukarıdan kaleden Hacı Bayram’a, birinci, ikinci meclisin arkasından Atatürk Kültür Merkezi’ne kadar bu hat üzerinde dil, tarih, kültür, ekonomi ile ilgili çeşitli araştırma merkezlerimizi konumlandırdığımızı, bu merkezlerin o STK’ların en yakın komşuları olduğunu, Ankara evleri Selçuklu mimarisine uygun iki katlı binalarda çok nostaljik birer araştırma merkezi olduğunu düşünün. Ulusal ve uluslararası çevrelerin de bilgi üretmek için akın ettiği bir yer olarak düşünün apayrı bir dünyadan bahsediyoruz. Zaten ASBÜ’nün üstlenmek istediği sosyal sorumluluk sosyal misyon böyle ifade edilebilir. Ankara’nın merkezinde böyle bir sosyal faaliyet yeniden tanımlanabilirse muhtemelen 20 yıl sonraki Ankara bugünden çok farklı olmuş olacak.
AVM’LERE MAHKUM EDERSENİZ DİNAMİZMİNİ YİTİRİR
Sadece kuru siyasetin konuşulduğu, toplumunun sosyolojisinin büyük kısmının memur olduğu, insanların boş zamanlarında en fazla alışveriş merkezlerine gittiği bir şehir olmaktan kurtarmış oluruz. O zaman en fazla gidecekleri yer Ulus olabilir. Yemek yiyecekleri yer, uğrayacakları kütüphane, gazete, dergi karıştıracakları yer, sanatsal faaliyetlerin düzenlendiği yer haline gelmiş olur. Eğer Ankara’yı AVM’lere mahkum ederseniz Ankara dinamizmini yitirir. Ankara bir dünya başkenti olmaz Ankara’yı bir dünya başkenti yapmanın gereği, bilimin, sanatın, dinin, siyasetin iç içe birer sosyal olgu olarak buluştukları ilimle irfanın birleştiği, tarihle geleceğin birleştiği bu mekanları canlandırmaya bağlı. Bu önemli bir vizyon. Bu üniversiteyi aşan bir durum. Belediyelerin buranın siyasal statüsünü yeniden tanımlamaya ihtiyacı var. Altyapısının ona göre düzenlenmeye ihtiyacı var. Buranın güvenliğinin ayrıca sağlanmaya ihtiyacı var. Üniversitenin ana aktör olarak burada yeniden tanımlanmasına ihtiyaç var. Sanat çevrelerini buraya çekmeye ihtiyaç var. STK’ların buradan daha küresel projeler üreterek yürütmeye yönlendirmelerine ihtiyaç var. Kısaca paydaşlarla birlikte yönetime ihtiyaç var. Burada ne sadece STK’lara, ne sadece belediyeye, ne sadece üniversiteye bırakabilmeye ihtiyaç var. Böylesi bir vizyonda aktör olmaktan katkı sunmaktan büyük mutluluk duyarız. Zaten onun çabası içerisindeyiz.
BEYİN GÖÇÜ İÇİN UYGUN MEKAN OLMALI
Üniversiteleri trenin iki rayına benzetmekte sakınca yok. Rayın bir tanesi yereli temsil ediyorsa bir tanesi de evrenselliği temsil eder. Bir treni tek ray üzerinden yürütmeniz uygun olmaz. Yerele ve insanlığa katkı birlikte iç içe gitmesi gerekir. Yereli ihmal ederseniz muhtemelen sosyal bilimlerde bağlam, bağımlılık dediğimiz, kendi şartları kendi sosyolojisine uygunluğu göz ardı etmiş olursunuz. Tamamen yerele odaklanırsanız da katkınız evrensel olmaz. Bu ikisini entegre etmek gerekiyor. Bizim burada ortaya koymak istediğimiz vizyon şöyle de özetlenebilir; Bu yerelin mirasını nasıl uluslararası yapabilir, nasıl küresel hale getirebiliriz. Bir yandan Ulus içerisinde yetenek yoğunlaşmasını lokalde gerçekleştirmek ve aynı zamanda bu yetenek yoğunlaşmasını da Ulus’ta sınırlı tutmayıp küresel bir göçe doğru götürebilmek. Hiçbir medeniyet, beyin göçü olmadan büyük bir medeniyet olamaz. Biz eğer büyük medeniyet olacaksak sadece kendi beyinlerimizin bir yerde yoğunlaşmasını gerçekleştiremeyiz. Dünyanın başka coğrafyalarında yetişmiş oryantasyonları farklı olan insanların da burayı mekân tutmasını, o parlak beyinlerin burada kendilerini ifade etmeye yönelmeleri durumunda burası insanlığa daha fazla katkı sağlayabilecek bir büyük medeniyet oluşumuna götürür. Türkiye uzun yıllardır beyin göçü veriyor. Beyin göçü almamız sadece bir gereklilik, değil bir zorunluluk. Türkiye gibi Osmanlı mirasını devralmış bir ülke 50 küsur ülkeyi bünyesinde bulundurmuş bir ülkenin en kolay şekliyle söylemek gerekirse bu 50 küsur ülkeden beyin göçü alması beklenir. Bununla da sınırlamaya gerek yok. Siyasal varlığı sürdürmediği başka alanlarda Uzakdoğu’da batıda Sibirya’nın içlerinden de beyin göçünü alabilmeli. Beyin göçü almak, beyin göçüne uygun bir ortam hazırlamakla mümkün olur. Durup dururken gerçekleşmez. Bu beyin göçünü çeken onu destekleyen geldikten sonra burada tutmayı sağlayan bir takım yasal, siyasal, ekonomik, kültürel ortam oluşturursanız beyin göçü de buraya doğru yol almaya başlar. Bu aynı zamanda yönetilebilir bir durumdur. Bu çoğu zaman spontane de gelişir, doğrudur. Bazen de bunu stratejik bir değişikliği de dönüştürmek mümkün. Ankara böylesi bir mekan oluşturmaya sunuma, bizim analizlerimize çalışmalarımıza göre müsait gibi görünüyor.
HEDEFİMİZ SOSYOKENT KURMAK
ASBÜ olarak en önemli hedef ve stratejilerimizden bir tanesi bir sosyokent kurmak. Teknokentler konusunda ülkemizde 40’ın üzerinde teknokent örneği var. Bunların bir kısmı gayet başarılı, önemli, bir kısmı çok aktif değil. Ama bir şekilde teknokentlere oldukça aşinayız. Teknokentler, teknolojiyi geliştirme, teknolojiye dayalı yenilik yapma merkezleri. Ancak uzun bir süredir teknokentlerle tanış olmamıza rağmen sosyal sorunlara yenilikçi çözümler bulan, perspektifimizi değiştirerek sosyal gelişmenin önünü açmak, sosyal inovasyon yapma gibi kavramları, çok amatör şekilde kurumsal olmayan yapılar içerisinde yönetiyoruz. Hâlbuki yüz yüze olduğumuz sorunların çokluğu ve büyüklüğü göz önüne alındığında muhtemelen teknolojinin yüz yüze olduğu sorunların çokluğu ve büyüklüğünden daha büyük bir alanla karşı karşıyayız. Nedense bunların çözümüne katkı sağlayacak, toplumsal sorunlara yenilikçi çözümler üretecek, toplumun önünü açacak kurumsal çalışmaların neredeyse örneği yok. Sosyokent esasen böyle bir arayışın ismidir. Türkiye’de bir örneği yok. Biz Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi olarak sosyokent gibi sosyal bilimlerin ve farklı disiplinlerin birlikte çalışarak, disiplinlerarası bir katkı sağlayarak, farklı disiplinlerin arka planlarından gelen insanların çoklu bakışlarıyla sosyal olguları açıkladıkları tahmin ettikleri ve yeni çözümler sundukları bir sosyal inovasyon parkı ya da kenti kurmak istiyoruz. Şimdiye kadar bunun fizibilitesini yaptık. Dünyadaki örneklerine baktık. Dünyada da çok örneği yok ancak İngiltere gibi Amerika gibi İspanya ve Singapur gibi ülkelerde örneklerini gördüğümüz, kurumsal yapıların altını çizerek söylüyorum Türkiye’ye özgü bir modellemesiyle bir sosyokent kurmak çabası içindeyiz. İncelemelerimizde vardığımız sonuç şu; bunlardan bir tanesini olduğu gibi alıp buraya kopyalamak bizim dokumuza uygun görünmüyor. Biz farklı bir kendi sosyal gerçekliğimiz içerisinde farklı bir modelle, farklı bir sosyokent kurma çabası içindeyiz.
BİLGİ TALEBİ VE BİLGİ ARZININ BULUŞTUĞU YER
Sosyokenti özetle şöyle düşünmek lazım; bilgi talebi ve bilgi arzının buluştuğu yer. Bilgiyi kimler talep ediyor olacak. Siyasi çevreler, bakanlıklar, genel müdürlükler bilgi talebinde bulunabilir, STK’lar, yerel yönetimler, özel sektör bilgi talebinde bulunabilir. Göçten tutun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndaki aile ve daha büyük yapıların sorunlarına, sosyal her türlü probleme, eğitimden tutun sağlığa, kültür sosyal yönleriyle mimariden tutun ekonomik ilişkilere, partilerin propaganda kampanyalarından tutun bizim medya algımızın oluşumuna kadar çok geniş bir alan. STK’larda eğitim odaklı çalışanından hayır kuruluşu olarak çalışanlara, dezavantajlı gruplara hitap eden STK’lardan tutun gençlere hitap edenlere, çok sayıda kuruluşumuz, özel sektörün sosyal ürettikleri malların satışında izleyecekleri pazarlama yollarından tutun kendi insanlarını kendi içerdeki çalışanlarını lider karakterine kavuşturmaya, ürünlerini tutundurmadan tutun, şirketlerin birleşerek büyümesindeki sosyal sorunların çözümüne kadar işsizlikten tutun bilmem neye kadar çok sayıda sorunun bilgi temelli alışılagelmiş çözümlerinin dışında çözümler üretebilecek bir merkez olarak Ulus’ta yapmayı düşünüyoruz. Mekân tespitimiz yok ama çeşitli mekân alternatiflerimiz olabilir. Mekân işine bu aşamada çok girmek istemiyorum. Büyükşehir belediyemiz, Altındağ belediyemiz ilgili bakanlıklarımızla istişare edip uygun bir yerde gerçekleştirmek, fiziki altyapısını oluşturmak amaçlarımızdan birisi. Sosyokentte temel sorun araştırma altyapısını oluşturmaktır.
SOSYAL SORUNLARA YENİLİKÇİ BAKMAYALIYIZ
Araştırma alt yapısı dediğimiz zaman alışılagelen şey; mühendisliğin, sağlığın, temel bilimlerin, kimyanın, fiziğin laboratuvarlarıdır. Ülkemizde sosyal bilimler o kadar ihmal edilmiştir ki araştırma alt yapısı denince akla hiçbir şey gelmez. Hâlbuki sosyal bilimler de esas ve faydaları düşünüldüğünde birer uygulamalı bilim olarak ele alınabilir. İktisat, işletme, sosyoloji, psikoloji birer uygulamalı alandır.Uygulamalı alandan kastımız toplumsal fayda, toplumsal sorunlara çözüm üretebilecek, sadece çözüm sağlama bağlamında değil topluma yeni kanallar açarak toplumsal farklılaşmayı, toplumsal ilerlemeyi sağlayacak yenilikler, bunların önemli kısmı aslında sosyaldir. Hangi teknolojik yenilik yapılırsa yapılsın, söz konusu teknolojinin kullanımı, teknolojinin yönetilmesi sosyal bilgi, olgudur. Bizim teknolojik olsun olmasın sosyal sorunlara yenilikçi bir yaklaşımla bakmaya ihtiyacımız var. Sosyal bilimlerde sosyal sorunlara dokunmuyorsanız, hayatın içinde hayatı anlayamıyorsanız, hayata yön veremiyorsanız fildişi kulenizde entel takılmış olursunuz. Toplumda asla saygınlık uyandırmazsınız. Topluma katkı sağlamış olmaz, yaptığınız o kadar büyük araştırmalar bir değere dönüşmüş olmaz. Maalesef günümüzde yaşadığımız en büyük sorunlardan bir tanesi bu. Toplumsal sorumluluğu olmayan kişiler birer aydın olamaz. Biliyorsunuz bir zamanlar eskiden kavramsal açıdan teorik takılanlardan bunları ayırt etmek, bilimi sosyal yaşamın içinde tanımlayanlara entelijansya deniliyordu. Bizim bu anlamda kalibre entelijansyamızın maalesef çok büyük olduğu söylenemez. Bunları bir bahane olarak da görmemeliyiz. Sosyal bilimler olarak biz sosyokentte esas itibarıyla sosyal bilimlerin araştırma alt yapısını oluşturmayı istiyoruz. Etki analizleri, simülasyonlar yapabileceğimiz, oyun kuramının icrasını yapabileceğimiz, derfi tekniğini kolay şekilde uygulayabileceğimiz çeşitli alanlar oluşturmak istiyoruz. Bu alanlarda illa her şeyi yaşayarak, politikaya dönüştürmeden, çünkü bu pahalı bir iş, sosyal stratejilerin temel sorunu o bırakırsın kendi haline yaşanır, o yaşandığında geri dönüşü olmayan bir sonuç doğar. Biz bunu daha küçük ortamlarda kontrollü bir yaşama konu ettiğimiz zaman, farklı takımlar, o sosyal davranışı, o sosyal rasyoneliteyi, sosyal tercihi ortaya koyduğu zaman aşağı yukarı şu noktaya geleceğiz; Beş ayrı gruba dört kere belli bir konuda bir tercihte bulunmasını isterseniz toplam 16 kere bunu test ettiğinizde, ana hatlarıyla o işi hayata geçirdiğinizde, nasıl bir sonuçla karşı karşıya kalacağınızı tarif etme durumuna gelmiş olursunuz. Adeta test edilmiş sosyal bilgi üretiyor olacağız.
SOSYOKENTTE UZMAN KESİMİ HAZIR BULACAK
Bu stratejilere, raporlara, yeniliklere temel oluşturup toplumda onu yapmanın ne kadar pahalı, ne kadar tehlikeli olduğunu düşünerek daha küçük ölçekli simülasyonlarla bunu yaptığınız zaman hiç olmazsa örüntüyü ortaya koymuş olursunuz. Sosyal bilimlerin zaten yapmak istediği de tam burası. Biz de teknokentlerle benzer bir yol izliyor olacağız. Anonim şirketi kurduğumuz zaman insanlar projelerine bağlı olarak orada bir mekan elde etmiş olacaklar. Yasal istisnaları, vergi muafiyetleri gibi avantajları bir kenara bırakarak söylüyorum o mekanda olan bir proje ekibi ne tür bir avantaj elde ediyor olacak. Bir, bahsettiğimiz araştırma alt yapısı burada hazır olmuş olacak. Kendisi kurmaya çalışırsa bir iki iş için yapıyor olacak ve çok pahalıya mal olacak. Biz onlarca farklı çevrenin ihtiyaç duyabileceği araştırma alt yapısını psikolojiden tutun ekonomiye, işletmeden tutun uluslararası ilişkilere, sosyolojiye kadar çok sayıda her bir disiplinin araştırma alt yapısını tanımlamaya çalışıyor olacağız. Bu bazen simülasyon merkezi olur, bazen oyun teorisinin oynandığı bir ye olur. Bazen farklı düzenlemelerle etki analizinin çeşitli yönleri, exchange ya da expost, ya da düzenleyici analizi olur. Bunlara yapabileceğimiz alt yapılar olmuş olur. Diğer yandan oraya gelen kişi neyi hazır bulmuş olacak; kendisi ararsa bir sosyolog, bir ekonomisti zor bulur. Ama orada ekonomisti, sosyoloğunu, dini alanlarda uzman kişileri, psikoloğunu orada uzman kesimi hazır buluyor olacak. Bu uzman kesimlerin disiplinler arası takım çalışması yapma avantajları olacak. Bunların tek tek değil aynı zamanda disiplinler arası çalışma yaparak, sosyal olguya farklı disiplinlerin penceresinden farklı bakma yeteneğini kazanmış insanlar arasından bakma yeteneğini kazanmış olacak. Nihayetinde biz bu sosyal fikirleri insanlar üzerinde deneyerek geliştiriyor olacağız. Kolay şekilde konu neyse bir gün özel sektörün müşteriler üzerindeki etkisini tespit ediyorsak ya da devlet yeni bir kanun yürürlüğe sokacaksa onun farklı kesimleri üzerindeki etkisini ortaya koyuyorsak ya da vereceğimiz teşviklerin nasıl algılanacağını ortaya koyuyorsak biz ilgili paydaşları orada ağırlayarak onlara bunu sunduğumuz zaman tepkilerini ölçüyor olacağız. Ne tür sorunlar ortaya çıkacağını ortaya koymuş olacağız. Bunları önceden raporlama imkânımız olacak. Bakıyorum teknokentler içerisinde sosyal projeleri gerçekleştiren fakat birer sosyal inovasyon projesi olduğunun bile farkında olmayan çok sayıda kiracı var. Onların esasen doğru merkezi teknokentler değil sosyokintler olmuş olacak. Sosyal bilimlerden uzman desteği, laboratuvar desteği alabileceği, araştırma altyapısı desteği, disiplinler arası bakış açısı desteği alabileceği kendisinin kolay ulaşamayacağı farklı paydaşları orada birer muhatap olarak görebileceği bir yer olacak. Üzerinde onların tepkisini ölçmeye yönelik bir hazır ortam bulabileceği bir yer düşündüğünüzde sosyokent insanlara bir sosyal sorunlarını tanımlama, çözme, farklı senaryolar ortaya koyarak hangi senaryoların o sosyal sorunu çözmede etkin olacağını ortaya koymada yardımcı olabilecek bir atmosfer ve alt yapı olacak. İster terör, ister eğitim, ister göç, ister işsizlik, ister kadın cinayetleri olarak tanımlayın bunları sosyokentte birer sosyal inovasyon projesi olarak değerlendirmek mümkün.
ÜNİVERSİTELER SADECE TEKNOLOJİ ODAKLI GİTMEMELİ
Avrupa’daki destekleme konusuna Türkiye açısından bakarsak çok ciddi bir boşluk söz konusu. Sadece TÜBİTAK’ı analiz ederseniz vermiş oldukları desteklerin aslan payı, yüzde 90’ı teknolojiye gidiyor. Sosyal bilimler son derece sınırlı, marjinal bir destek almış oluyor. Bunun bir ulusal politikaya dönüşüp dönüşmemesi ayrı bir tartışma konusu. Ancak üniversitelerimizin de sadece teknoloji odaklı değil sosyal odaklı gitmeleri gerektiği kanaatindeyim. Bu sadece Sosyal Bilimler Üniversitesi’nin sorunu değil kapsamlı üniversitelerin de sorunu. Bizden daha fazla sosyal bilim fakülteleri var onların da bunları düşünmeleri Türkiye’ye ciddi bir katkı olacaktır. Somut olmayınca soyut kalınca ilgi az gibi görülüyor. Örneğin şüphesiz 40 yıldır yaşadığımız terör bir teknoloji sorunu değildir. Bir göç 3.5-4 milyona ulaşan bir göç, teknolojik sorun değildir, işsizlik bir teknolojik sorun değildir. Bir Milli Eğitim’imizin olmaması bir teknolojik sorun değildir. Yükseköğretimimizin katma değerinin düşük olması bir teknolojik sorun değildir. Ekonomimizin hala sanayi ekonomisi ağırlıklı gidiyor olması da bir teknolojik sorun değildir. Bir sosyal bilgi sorunudur. Esas itibariyle sosyokenti besleyecek olan araştırma merkezleri olmuş olacak. Araştırma merkezleri içerisinde araştırma altyapısını uzman takımları oluşturma, disiplinler arası çalışmalar yapmak, sosyokentimize misafir olan yardımcı olanların da bunlardan yararlanmalarını sağlamamız temel amacımız. Uzmana erişme, farklı uzmanlık alanlarının hizmetinden toplu halde yararlanmayı ancak böyle mümkün kılabileceğiz. Kalkınma Bakanlığı mesela araştırma altyapısı desteği veriyor. Şimdiye kadar tamamen teknoloji anlamında tanımlamışlar. Sayın bakanımızın da bizden özel ricası şu; ‘sosyal bilimlerin araştırma altyapısını bir tanımlayın biz de size bir destek verelim, bir örnek oluşturmuş olsun’. Esasen sosyal bilimlerin araştırmaları diğer alanlar gibi maliyetli değil. Bu bir bakış açısı, zihinsel bir durum. Biz bakış açımızı değiştirebilirsek çok sayıda araştırma, sosyal bilim araştırmaları çok sayıda bizim sosyal sorunumuzu, sosyal atılımımızı mümkün kılabiliyor olacak.
ORAN KAMPÜSÜ BAKANLIĞA TAHSİSLİ
Geçen yıl itibarıyla lisans eğitimine başlamış olduk. Lisansüstü eğitime başlamış olduk. 2017 itibarıyla hem lisansta hem lisansüstünde daha fazla program açıyor olacağız. Henüz hangi fakülteleri bölümleri aktifleştireceğimize karar vermedik. Buradaki en büyük kısıtımız mekân görünüyor. Mekânlarımız büyük ölçüde restore edildikleri için burası mevcut haliyle Çevre Şehircilik Bakanlığı’na tahsis edilmiş, bizim burayı esas alarak planlama yapmamız doğru olmaz. Bizim baştan beri kuruluşumuzdan bu yana esas aldığımız mekânımız Ulus’taki mekânlar. Ona dönük, onun üzerine kurulu bir planlama yapmak sanıyorum daha gerçekçi olur. Bu yıl yapacağımız en önemli farklılık şu olacak; çok sayıda lisansüstü doktora programı başlatmayı düşünüyoruz. Bir araştırma üniversitesinin en belirgin özelliklerinden bir tanesi lisansüstü programlara odaklanmış olması. Lisansüstü öğrencilerimizin lisans öğrencilerimizden daha fazla olmasını arzuluyoruz. Bu yıl çok sayıda master ve doktora için başvuruda bulunduk. İnşallah onların da büyük kısmını bu yıl hayata geçiriyor olacağız. Eskiden Sümer Holding olarak kullanılan yer bizim sosyal bilimler enstitümüz olacak. Sosyal bilimler enstitümüze Ankara’nın her tarafından kolay erişilebilecek. STK’ların, kamuda, özel sektörde, yüksek eğitim sektöründe çalışanlar için kolay erişilebileceği, alanında uzman master doktora programları genelde ise spesifik bir üniversiteye gelmiş olacaklar. Şu andaki yaklaşımımız genel master doktora programları açmak değil daha spesifik konularda uzmanlık derinliğini sağlayacak, Türkiye’de uzmanlaşma derinliğine büyük ölçüde bir katkı sağlayacak programlar geliştirmeye çalışıyoruz. Örneğin işletmecilik doktora programı değil, yönetim organizasyon doktora programı, stratejik yönetim doktora programı, katılım bankacılığı doktora programı gibi daha spesifik alanlarda doktora master programları açmak için başvurularımızı yapmış olduk. Bundan sonra da genel yaklaşımımız bu olacak. Türkiye’de şimdiye kadar kapsamı geniş ancak yüzeysel kalan yaklaşım yerine kapsamı dar ama derinliğine giden master ve doktora programları açmak gibi bir tercihimiz var.
DÜNYAYI ARAŞTIRMA KONUSU YAPAN BİR ÜNİVERSİTE
Master ve doktora programlarına bu kadar odaklanmamızın nedeni şu; Türkiye’de yükseköğretim sektörü büyük bir sektör. 180 üniversitenin olduğu yaklaşık 140 bin insanın çalıştığı bir sektörden bahsediyoruz, buralarda nitelikli akademisyen açığı her tarafta hissediliyor. Metropolünde de taşrasında da buna bir de çevre ülkelerini eklediğimiz zaman ihtiyacın büyüklüğünü göstermiş oluyoruz. Bizi çevreleyen ülkeler içerisinde yer aldığımız bölgede çok sayıda akademisyen ihtiyacı duyan üniversiteler var. Sosyal Bilimler Üniversitesi olarak temel hedefimiz bu sektörün ihtiyaç duyduğu bilim insanlarını yetiştirmek. Hükümetlerin ihtiyaç duyduğu kurmayları, danışmanları yetiştirmek. Özel sektörün, kamu kuruluşlarının ihtiyaç duyduğu araştırmacı ve fikir insanını yetiştirmek. Lisansüstü programlarla ortalama standart bir işletmeci, tarihçi, sosyolog, tarihçi yetiştirmek değil bir araştırmacı ekonomist, bir araştırmacı işletmeci sosyolog yetiştirmek. Bilgi üretmeye odaklanmış kapsamlı üniversitelerden temel farkımız tam da burası. Bilgi yayılımına değil bilgi üretimine odaklanmak istiyoruz. Bunu lisansta da gerçekleştirmek istiyoruz. Lisanstaki öğrencilerimizin sadece üretilmiş olan bilgiyle donanmalarını sağlamak değil onları da araştırma projelerine, araştırma merkezlerine dâhil ederek bilgi üretiminde bizzat rol oynamalarını istiyoruz. Sadece lisansüstü programlarla bilgi üretimine odaklanmış olmayacağız aynı zamanda lisansüstü programlarının müşterisi olan lisans öğrencilerinin de araştırmacı meraklı olarak yetişmesi için de bir alt yapı oluşturuyor olacağız. Bu üniversiteyi farklılaştıran en önemli unsurlardan birisi de uluslararası bir konum benimsemiş olması. Öğrencilerimizin önemli bir kısmının uluslararası öğrenciler olmasını istiyoruz. Sosyal bilimlerde aynı kültürde yetişmiş insanları bir araya getirirseniz muhtemelen bakış açısında ciddi bir darlık olur. Farklı arka planlardan farklı medeniyetleri temsil eden farklı tarihten, arka plandan gelmiş olan kişileri bir araya getirdiğimizde muhtemelen hem lisansta hem lisansüstü programlarda daha fazla zengin bir fikri atmosfer, tartışma ortamı oluşturmak katkı derecesini yükseltmek mümkün olabilir. Bunu sadece öğrenciler için gerçekleştirmek istemiyoruz. Akademik kadromuzun da önemli bir kısmını uluslararası hocalardan olmasını planlıyoruz. Başlangıç itibarıyla bile yaklaşık yüzde 20’ye varan yabancı hoca istihdamımız söz konusu. Türkiye ortalamasının çok üstünde bir durum. Uluslararası yetenekli hocaları ve öğrencileri bir araya getirebilirsek sosyal bilimlerde bir araştırma üniversitesi olmazsa olmazını gerçekleştirmiş oluruz. En temel husus insan kaynağı. İnsan kaynağını uluslararası hem öğrenci hem hoca olarak tamamlamak önemli bir farklılaşma alanı olacak.
ASBÜ’nün kanununda 5 tane enstitü ön görülmüştür. Başka üniversitelerde ön görülmeyen enstitüler. Ortadoğu ve Afrika çalışmaları enstitüsü, batı çalışmaları enstitüsü, Türk dünyası araştırmaları enstitüsü, İslam dünyası araştırmaları enstitüsü, sosyal bilimler enstitüsü. Dördü oldukça özgün bunları yan yana koyduğumuzda dünyayı araştırma konusu yapan bir üniversite olacak.
ULUS’TA HOŞ OLMAYAN ÇAĞRIŞIMLAR VAR
Yabancı Diller Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Beyazıt Akman
Ulus dediğiniz zaman belki belli akademik eğitimli çevrelerde ilk ve ikinci meclis akla geliyor. Biraz daha mütedeyyin çevrelerde Hacı Bayramı Veli akla geliyor. Ama bir de toplumsal algı var ki Ulus dendiği zaman hiç te hoş olmayan çağrışımlar silsilesi var. Nedir işte; Ulus eşittir gazino. Çankırı Caddesi pavyonları tırnak içerisinde üç kâğıtçı tüccarları, ucuz üçüncü sınıf otelleri deniliyor. Bu hocamızın anlattığı müzeler silsilesi ile aslında akademinin hem toplumla hem de tarihle buluşması söz konusu. Ulus’ta akşam vaktinde bir kız çocuğu sokağa çıkmaya korkar. Öğrencilerimiz hocalarımız dahi mesela orada tedirgin olabilir. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi aslında bir diğer açıdan Ankara Ulus üniversitesi. Ulus dediğiniz şey aslında toplum. Toplumun ta kendisi. Nation anlamında hem bizim çalışma alanımız hem de Ulusun dönüşüne ciddi anlamda da katkı yapabileceğiz.
DÖNÜŞÜM PROJESİNE KATKIDA BULUNACAK
Üniversitenin en azından ciddi anlamda Ulus’un merkezinin dönüştürülmesine projesine ciddi katkıda bulunacak. Ulus’taki Sümerbank’ı bilirsiniz Ulus’un ilk merkezi büyük yapılarından bir tanesi. Ama orada ölüme terk edilmiş pasif bitkin bir bina var idi. Şimdi orayla ilgili siz hayalinizde bir pencere açın. Bir kütüphane hayal edin orada Starbucks tarzı bir kafe hayal edin. Öğrencilerin girip çıktıkları, teneffüs aralarında girdikleri, istedikleri kitapları satın alabilecekleri, parası olmayanların içeri girip kahvesi eşliğinde okuyabileceği, çalışabileceği bir ortam hayal edin. Bu anlamda çok önemli bir dönüşüme imza atıyoruz. Augustus Sütunu, Roma Hamamı sit alanı. Ciddi anlamda orada bir tarihsel sit alanı var ama bunların hepsi ölü. Adeta ölüme terk edilmiş, adeta köhnemiş binaların arasında kalmış, silikleşmiş, toplumsal algıdan da unutturulmuş bazı değerler var biz bunları da yine bu projelerle ön plana çıkarmak istiyoruz.
TOPLUMLA İÇ İÇE AYDINLAR YETİŞTİRME
Entelektüel dediğimizde fildişi kulede oturan toplumdan uzak insan tipi var. ASBÜ olarak Ulus’un merkezinde toplumla iç içe aydınlar yetiştirme gibi bir hedefimiz var. Bu anlamda şehir, medeniyet ve eğitim buluşmuş oluyor. Üniversite dediğimiz şey bizdeki literatürüyle külliye aslında binalar topluluğu demektir. Üniversite ile şehir coğrafya konusunda da doğrudan bir ilişki var. Yerel yönetimlerden bahsettik. Eski bir tarihi konağı bir yerel yönetim çok iyi bir şekilde dört dörtlük onarıp restore edebilir ama onun içini dolduracak olan oraya genç dinamik bir şekilde sinerji verecek olan yine üniversite ve yine gençlik. Bu anlamda Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesiz bir Ulus düşünemiyoruz.
TÜRKİYE’NİN ENTELEKTÜELİNİ YETİŞTİRME İDDİASI
Dini İlimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Latif Tokat
Ülkemizdeki üniversitelerin epey bir kısmı kampüs üniversitesi ve şehir dışında. Bizi tanımlayan şeylerden birisi de şehir üniversitesi olmamız. Bir kaç günlüğüne Oxford Üniversitesi’ni ziyarete gitmiştim. Orada kampüs bölgesi neresi diye sordum. ‘Buranın her tarafı kampüs’ dediler. Bizim Ulus’ta da böyle bir avantajımız var. Ulus bölgesinde açık alan bir kampüs üniversitesiyiz. Sınırları olmayan, halkla, esnafla ilişki içerisinde olan bir kampüs ve şehir üniversitesi. Hocalarımızla kendi aramızda konuştuk. İleride Ulus’ta mesela büyük çaplı bir kitap fuarı düzenlenebilir. Kitap kafeler olabilir. Ulus’un sosyolojisini, atmosferini ciddi anlamda değiştirecek bir üniversite olma imkanımız var. Bilim, sanat, kültür merkezi yapılabilir. Bu tabi uzun vadede bir şey, rektör hocamızla ve diğer hocalarımızla konuştuğumuz konulardan birisi. Ülkemizde bilginin kullanılması maalesef çok yaygın bir şey değil.
DİNİ ANLAMA KONUSUNDA SIKINTIMIZ VAR
Üniversitelerle üniversite dışı çevrelerin işbirliği çok görülen bir şey değil. Bilgiyi biz üretiyoruz ama kullanma noktasında sıkıntımız var. Bu iki şeyden kaynaklanabilir; bir üretilen bilgiye güvenilmemesinden, iki kendini biliyor saymaktan. Türkiye’nin entelektüelini yetiştirmeyi iddia eden bir üniversite olmayı planlıyoruz. Türkiye’nin yöneticilerini, entelektüelini, düşünce insanlarını yetiştiren bir üniversite olma vizyonumuz var. Ülkemizin dini anlama konusunda bir sıkıntısı var. İslam’ı ve dini genel anlamda anlama konusunda ve rasyoneliz etme noktasında bir sıkıntısı var. 5 tane fakülteden oluşuyoruz şu anda hepsi de sosyal bilimler. Karşılıklı olarak siyasal antropoloji, felsefe, sosyoloji, tarih, edebiyat ve din karşılıklı olarak etkileşim halinde. İşbirliği yaparak bahsettiğimiz entelektüeli oluşturmada ciddi bir fırsatımız var. İhtisas üniversite olmamız nedeniyle bir fırsatımız var. Bunları biz kurullarımızda tartışıyoruz, gerçekleştiririz diye de ümit ediyorum.
SOSYAL BİLİMLER ALANINA YOĞUNLAŞMAK İSTİYORUZ
Sosyal İnovasyon Merkezi (SİM) Koordinatörü Doç. Dr. Erdal Akdeve
ASBÜ sosyokentin Ankara’ya katkısı ile ilgili girişimcilik açısından konuya yaklaşılmalı. Kalkınmış ülkelere baktığımızda nüfusun yüzde 15’i girişimci olarak görülüyor. En azından nüfusun yüzde 15’i ekonomik değer anlamında katkı sağlıyor. Zannedersem 7-8 oranındaydı bizim de epey bir girişken toplumumuz var. İstatistikler yüksek görülebilir ama girişimcilik sonuçla ilgili bir konu. Yeni üniversitelerden de beklenen girişimci üniversite olabilmesi. Çünkü çarşıdan çıkmış, sanayi sitelerinden çıkmış, esnaf arasından çıkmış olan girişimci ülkenin rekabetçiliğine artık bir katkı sağlamıyor. Üniversiteden çıkmış olan girişimci bir katkı sağlıyor. Üniversiteyi terk de edebilir mezun da olabilir. Hatta öğretim üyesi olan elemanların girişimci olması beklenmekte. Resmi ismi teknoloji geliştirme bölgeleri olarak geçen teknokent veya teknoparklardan Ankara’da 7 tane var, 5’i aktif ama sektörel bir yoğunlaşma veya planlama yok. Geçen sene yasa değişti artık ihtisas teknokentlerde kurulabiliyor. İhtisas teknokentlerin kurulması bağlamında bizde sosyal bilimlerde ihtisas bir üniversite olmamız hasebiyle sosyal sorunlara, toplumsal sorunlara eğilebilen bir teknokent belirledik. Buna da marka olarak nasıl ki bir Bilkent Cyberpark diyorsa ve yazılım konularına yoğunlaşıyorsa ODTÜ Teknokent diyerek mühendislik, savunma ya da son dönemde oyun alanlarına da yoğunlaşıyorsa biz de sosyal bilimler alanına yoğunlaşmak istiyoruz. Burada şöyle yanlış bir algı oluşabiliyor. Biz burada sosyal sorumluluk konularını kast etmiyoruz. Sosyal inovasyon konusunda biz şu anda bir araştırma merkezi kurduk. TED de bir araştırma merkezi kurdu. TED’le bir farklılığımız var TED ‘sosyal sorumluluk alanlarına, kâr amacı olmayan alanlara yoğunlaşacağım’ diyor. Biz bu anlamda da iyi bir işbirliğine de başladık. Tüm sektörlerde girişimci yetiştirebilir miyiz konusunda sosyokent ne yapacak. Fikri olup da girişimde bulunmak isteyen öğrenciler, araştırma görevlileri, öğretim üyelerine bir altyapı, sosyal laboratuvarlar ve çeşitli merkezler ya da bir sorunu olan kamu kuruluşlarına yerel yönetim ya da bir STK’ya gelip bu sorunu biz de yani sosyokentte çözebilirsiniz diyebileceğiz. Şu anda kurmuş olduğumuz sosyal inovasyon merkezi hem bu olguların hazırlığını yapıyor hem de aslında pratik olarak sosyokent kurulduğunda şu anda mevcut olan teknoloji transfer merkezleri var, bunu da bilgi transfer merkezi olarak kavramlandımaya çalışıyoruz. Bir sorun var o soruna yönelik bir çözüm önerisi var. Ya da çözüm var piyasada buna yönelik uygulanabilirliği altyapı ya da imkan oluşturabilir miyiz diye bakıyoruz.
TEKNOKENTLER OSB’LERİN KADERİNİ PAYLAŞIYOR
Aslında üniversite, sosyal inovasyon merkezini temsilen bu köprü görevini de görecek. Uygulayıcılar ile üretilen bilginin ticarileştirilme potansiyelini bir araya getirmiş olacak. Burada temel odaklanılacak olan konu sosyal bilimler. Sosyal inovasyon yapılıyor ama birçok kişi sosyal inovasyon yaptığının farkında değil, bu yaptığımız anketlerde de ortaya çıkıyor. 5 teknokentte anket yaptık oradaki firmalara sosyal inovasyon nedir diye soruyoruz, ‘bilmiyoruz’ diyorlar. Ama anlattıkları projeler sosyal inovasyonla ilgili. Böyle bir model dünyada yok. Özgün bir model olması lazım çünkü transfer edilen olduğu gibi kopyalanan modeller ne yazık ki Türkiye’de çalışmıyor. Teknokentler çok başarılı mı derseniz ne yazık ki çok başarılı değil. Ülkenin temel istatistikleri içerisinde ne yazık ki çok düşük bir düzeyde, ama sayı gittikçe artıyor. Bu da iyi bir şey değil. 40’ın üzerinde şu anda teknokent var. OSB’lerin kaderini paylaşıyor gibiler. Türkiye’de 270 kadar OSB var bunların yüzde 50’si aktif. Bunlar içerisinde tam dolulukla çalışan sayısı da çok düşük. Ankara’da şu anda 10 küsur OSB var. 3 OSB’nin dışındakilerin hepsi ne yazık ki düşük kapasitede çalışmakta. Sosyal inovasyon konusunda, inovasyonun teknik inovasyonla hiçbir farkı yok. Sadece inovasyonu sosyal sorunlara odaklamaya çalışıyoruz. Ya da kamu hizmeti, kamu da inovasyon olgusu var batıda, ülkemizde de var. E-devlet uygulaması var ya da birçok uygulama var. Devlette bunu diyor; kamuda inovasyon yapmamız lazım. En son geçen sayın cumhurbaşkanı da siyasette inovasyon diyerek çok doğru bir tabir kullandı. Bu sosyokent, sosyal inovasyon merkezi buna da yoğunlaşacak. Kamudaki hizmetler, kamudaki yapılanma ne kadar verimli, orada nasıl bir inovasyon oluşturabilir bunun da kaygısı içerisinde olacak. Özellikle girişimcilik potansiyelini oluşturmamız lazım. Çünkü kâr amacı gütmediğimizde, kâr olgusunu ortaya koymadığımızda sürdürülebilirliği çok sorunlu olmakta. STK’lar da Türkiye’de bu konuda bilinçli olmaya başladılar. Batıdaki STK’lar ciddi gelir elde ediyor ve bu gelirle ayakta durabiliyorlar. Bizim formatımızdaki sosyokentteki laboratuvarlar, merkezler STK’lar bir yandan da aslında en güçlü temsiliyet girişimcileri olacak. Olması gereken de bu. Üniversiteler de artık endekse tabi tutuluyor ve bizzat devlet tarafından endekse tabi tutuluyor. En girişimci ve inovatif üniversite nedir. Yıllardır 4- 5 senedir hep aynı üniversiteler çıkıyor. 3 tane üniversite var ilk üçü sürekli onlar paylaşıyor diğerleri hiç bir şekilde bu üçe yaklaşamıyor. Araştırma yaptığımızda ciddi bir şekilde alt yapı kurmuşlar. Daha erken bu işe girişmişler. Sosyal Bilimler Üniversitesi’nin de girişimci olarak hocalarımızın da değerli katkılarının da çok ciddi şekilde sosyokent üzerinden olacağını düşünüyorum.
ANKARA’NIN GÜÇLÜ YÖNLERİ VAR
Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Erol Kahveci
Dünyanın birçok şehrine baktığınızda bir konuda uzmandır. Başkentlerin talihliliği yâda talihsizliği pek çok alanda uzmanlaşıyorlar. Politik anlamda, siyasal anlamda başkentler genelde ticaretin kesiştiği noktalarda kurulan şehirler. Ankara’da olduğu gibi İpek Yolu üzerinde mesela. Ekonomik anlamda, ticari anlamda, eğitim anlamında tarih kültürel edebi anlamda Ankara’yı diğer başkentlerle karşılaştırdığımızda başkentlerin ortak özelliği şu; Ankara’nın bir dezavantajı şu; müzelerden söz ettik mesela. British Museum’ a gittiğinizde müzenin içine giriyorsunuz Anadolu’dan birçok medeniyetten parçalar orada. Hindistan’dan orada, Mısır’dan orada. Belki Mısır’daki Kahire Müzesi’nden daha çok Mısır medeniyetlerine ait birçok eser Londra Müzesi’ndedir. Aynı şeyi Louvre Müzesi’nde, yâda Berlin’e gidiyorsunuz bakıyorsunuz Bergama Tapınağı orada. Etnografya Müzesi’ne gidin Anadolu’ya bu topraklara bu kültüre ait olmayan herhangi bir artifak dediğimiz bir parça görebilir misiniz, mümkün değil. Ankara’nın kendi tarihinden, kültüründen almış olduğu onu güçlü yapan birçok yönü var.
KENTLER KENDİLERİNİ YENİLEMEK ZORUNDADIR
Ticari anlamda böyle, entelektüel anlamda böyle. Ankara’nın tek bir yönü öne çıksın çabası içinde olmak sürdürülebilir çaba olmaz. Çünkü Ankara birçok başkentlerde olduğu gibi ticari anlamda güçlü, eğitim anlamında güçlü, turizm anlamında güçlü olabilir, çok potansiyeli var. Bu potansiyellerin ne ölçüde kullanılabildiği gündeme getirilebilir. Ankara konum tarih ve kültür itibarıyla çok özel şehirlerden bir tanesi. Hatta bu özelliklerini yitiriyor olarak da bakabilirsiniz. Kentler yaşayan organizmalardır, kendilerini yenilemek zorundadırlar. Bir şehrin gökdeleni AVM’si elbette olacaktır. Ama o dengeyi çok çok iyi kurmak gerekiyor. Ankara’da en çok boş zamanların geçirildiği mekanlar alışveriş merkezleri. Alternatif var ama bunların öne çıkarıldığı bir mekanizma yok. Bütün şehir AVM’lerin etrafında yoğunlaşabiliyor. Metro istasyonları oraya yakın inşa ediliyor. Ben dünyanın pek çok değişik şehirlerinde yaşadım. Erken cumhuriyet mimarisi açısından mesela buradaki örnekler hiçbir yerde yok.
ÜLKE VE BÖLGE UZMANI YETİŞTİRME HEDEFİ
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nasuh Uslu
Uluslararası bir üniversite olma hedefimiz var. Kuruluş aşamasında oluşturulan merkezlere baktığımızda bunu anlayabiliyoruz. Neredeyse dünyanın tüm bölgeleriyle ilgili araştırma yapacak merkezler oluşturuluyor. Öğrenci, öğretim görevlisi olarak da yine üçte birinin yabancılardan olmasını düşünüyoruz. Türkiye’nin yeri dünyada çok önemli. Özel bir yere sahip. Dünya olaylarına baktığınızda hepsi Türkiye’nin etrafında gerçekleşiyor. Uluslararası siyaset burada çıkan olaylarla şekilleniyor. Türkiye’nin soğuk savaş sonrasında kendine özgü politikalar oluşturmaya çalışırken önceden bir hazırlığı bir altyapısı yok. Basit bir örnek olarak dış politikayı oluştururken belli bir bölgenin, belli bir ülkenin uzmanlarına sahip değiliz. Oranın dilini bilen, orayı kültürüyle, sosyal yapısıyla her yönüyle bilen uzmanlar yok. Ezbere politikalar oluşturuluyor. Üniversitemizin bu bağlamda da ciddi bir misyon üstlenebileceğini düşünüyorum. Hedeflerimizden bir tanesi ülke ve bölge uzmanı yetiştirmek. Genel olarak uluslararası ilişkiler, dış politika bilsin değil bir yere odaklansın yeriyle ilgili uzmanlığı olsun, devlete belli bir katkı sağlayabilsin istiyoruz. Türkiye’de çok sayıda STK’lar var. Dünyanın sorunlarına yönelik çözümler üretmek yâda o sorunlarla ilgili mücadele ediyorlar. Onların da yine uluslararası bağlantıları zayıf. Göç olgusu, terörizm gibi çok değişik olgularla mücadele ederken mevcut sivil toplum kuruluşlarının uluslararasılaşmaya ihtiyacı var. Önemli bir nokta da bizim bakış açımızla sorunları görmek ve çözüm üretmek. Batının STK’ları buraya gelip göçle veya diğer sorunlarla ilgilenmeye kalktığında bölgeyi bilmeden kendi perspektifleri açısından hareket ediyorlar. Sorunu yaşayan biziz sorunun ürediği yerler burası. Biz kendi bakış açımızı geliştirmek durumundayız. Kendi çözümlerimizi daha kalıcı şekilde üretmek durumundayız.
KURULUŞ AŞAMASINDAYIZ BİRLİKTE YÜRÜTÜYORUZ
Bu bağlamda da uluslararası niteliğe sahip yâda olabilecek STK’larla ciddi bağlantılar kurup yeni paradigmalar, bakış açıları oluşturmak için o yönde de değişik kuruluşlarla işbirliğimiz görüşmelerimiz var. Onları somuta dönüştürmeye çalışıyoruz. Kuruluş aşamasındayız birçok şeyi birlikte yürütme gayreti içindeyiz. Çok kolay olmuyor ama bizim üniversitemizin vizyonunun rektörümüz sayesinde çok açık bir şekilde ortaya konduğunu ve o yönde hareket edildiğini biliyoruz. Bütün çabalarımız o yönde. Umarım diğer devlet kuruluşları STK’lar da o yönde biraz teşvikçi olabilirler, yol gösterebilirler. En azından engel de olmayabilirler. Mesela bir araştırma üniversitesi olmak üzere lisansüstüne ağırlık vereceğiz diyorsunuz ama yasaların getirdiği dayatmalar olabiliyor. Size zorla yüz tanesinin lisans öğrencisi olma şartı getirilirse birçok şeyiniz sıkıntıya girebiliyor, umarım bu tür şeyler de dile getirilebilir. En azından bizim de alternatifimiz olsun. Bütün üniversiteler aynı olmak zorunda değil, bütün her şeyi kapsamak zorunda değil. Biraz odaklı olsun belli noktalara yönelen üniversiteler olsun. Bir araştırma üniversitesi olsun. Sadece enstitü değil de araştırmaya odaklanmış bir üniversite olsun. Türkiye’de YÖK’ün de böyle bir eğilimi var. 5 tane üniversiteyi araştırma üniversitesi olarak belirlemek. Yine onu büyük üniversiteler üzerinden yapabilirler, onların avantajları da var. Dezavantajları ise çok değişik alanlara odaklanıyorlar. Tıp, mühendislik çoğu yerde aslan payını götürüyor. Herkes oraya odaklanınca en azından bir üniversite böyle kalmalı ve bu yönde destek elde etmeli diye düşünüyorum.
RAKAMLARLA ANKARA SOSYAL BİLİMLER ÜNİVERSİTESİ
Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, Ankara’nın altıncı devlet üniversitesidir. 2013 yılında kurulan ve 2016-2017 eğitim-öğretim yılında öğrenci almaya başlayan üniversite bünyesinde 5 fakülte, 5 enstitü ve 7 araştırma-uygulama merkezi bulunuyor. Uluslararası İlişkiler bölmünde 65, İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde 61 öğrencinin eğitim gördüğü üniversitede Uluslararası İlişkiler ve İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümlerinin yanı sıra, İşletme ve Ekonomi bölümlerine de öğrenci alımı planlanıyor ve her bir bölüm için 30 öğrenci alınması planlanıyor. Önümüzdeki sene 246 öğrencinin olmasının planlandığı üniversitede 13 profesör, 8 doçent, 36 yardımcı doçent olmak üzere toplamda 172 öğretim elemanı bulunuyor.
ASBÜ’DE SEÇKİN KATILIM
Hürriyet Ankara- ASBÜ Ankademi buluşmasında Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Barca ile birlikte Yabancı Diller Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Beyazıt Akman, Dini İlimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Latif Tokat, Sosyal İnovasyon Merkezi (SİM) Koordinatörü Doç. Dr. Erdal Akdeve, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Erol Kahveci ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nasuh Uslu yer aldı.