İbrahim KARAOĞLU
Oluşturulma Tarihi: Ekim 17, 2011 00:00
Prof. Adem Genç’i, 1980’li yılların başında İzmir’de tanıdım ilk kez. Uzun yıllar yaşadığı İngiltere’de (Bournemout ve Londra’da) gördüğü uzmanlık öğreniminin birikimlerini resimlerinde en yoğun bir biçimde yansıttığı, kendi kuşağının ressamları içindeki özgün ve sıradışı duruşuyla, kendine özgü bir biçemle ürettiği yapıtlarını art arda açtığı sergilerle sunduğu, aldığı önemli ödüllerle yaratıcılığını daha bir boyutlandırdığı ve sanatı bilinçle algılamanın bibliyografyasına “Dada” kitabıyla katkılar yaptığı bir dönemde başladı dostluğumuz.
Kordon’daki, entellektüel tartışmaların yaşandığı mekanlarda, geceler boyu sanat söyleşilerini sürdürürdük. O söyleşilere katılan herkesin eve zamanında gitmeyi unuttuğu, kimi kez gece yarılarına kadar sanat kavramlarına yolculuk ettiğimiz günlerde...
Ben Ankara’ya döndüm İzmir’den, o da yıllar sonra İstanbul’a. Uzun yıllar görüşemedik hiç. Ve üç yıl önce, Van Gogh’un Fransa’da yaşadığı yerlerde gezerek, yaşamının izlerini, imgelerini aradığımız; “Vincet Van Gogh’un Peşinde, Modernizmin İzinde” projesinde kesişti yollarımız. Günlerce Van Gogh üzerine düşünüp, onun yaratıcılığının en önemli dönemlerini yaşadığı mekanlarda; Van Gogh’a ilişkin düşüncelerimizi paylaştık. Tarifsiz anılar biriktirdik. Bir keresinde, Van Gogh’un ruhunu da yanımıza alıp, bir kuşluk vakti yürüyüşe çıkmıştık Prof.Özdemir Altan ve Adem Genç’le.
Paleti hep ıslak
O gün tarlalara çıkıp resim yapmayı düşünüyordu Adem Hoca. Güneş ufuktan biraz yükselince, yürüyüşü yarıda bırakıp ayrıldı yanımızdan. Şövalesini, tuvallerini, boyalarını, paletini Van Gogh’un buğday tarlalarına taşıdı Adem Hoca. Gün boyu, yaz güneşinin sarı sıcağında, Van Gogh’dan ödünç alınmış mekanların imgelerini biriktirdi tuvallerinde. Gerçekliğin dilsizleştirdiği görüngüleri, kendi vizörünün soyut resimlerine dönüştürdü.
İlk tanıdığım günden beri, hep yoğun bir temposu vardır Adem Hoca’nın. Hep bir yaratı ve düşünsel eylem içindedir. İzmir günlerinde de öyleydi. Ne zaman üniversitesindeki atölyesine uğrasam; paleti hep ıslak ve şövalesinde yeni başlanmış bir resim olurdu. Entellektüel birikiminin yansımasıydı iç sesleriyle renkler arasında kurduğu bağlantı. Düşsel derinliklere odaklanırdı hep. Soyut, renklerin çağrışımsal anlamlarıyla yüklü, yoğun bir yaratı serüveninde gerçekleştirirdi yaratılarını.
Başlangıçta figüratif, hiperrealist resimlerle kurduğu sanat evrenini. 1980’li yılların başlarında soyuta yönelerek; deneysel, boyanın ve rengin olanaklarını soyut yenilikler yaratma çabasıyla kullanarak, kendine özgü resimsel sesleri arayan bir kulvarda yürüyerek varsıllaştırdı yapıtlarını. Sanatçı duyarlılığını, yetkin bir yaratıcı çeşitlilikle sundu.
Ankara’nın güz döneminde başlayan sanat sezonunun en önemli sergilerinden birini, “Kendi Sesini Bulmak” adıyla Arete Sanat Galerisi’nde açtı Adem Genç. “Gerçekliğin, dondurulmuş fotoğraf kareleri gibi zaman ve mekan koordinatlarına mahkum olmadığını göstermek, soyut imgelemin özgür ve sınırsız gücünü yansıtmak, alışılagelmiş uzlaşımsal görme biçimlerinin dışında yepyeni pencereler açmak istedim” dediği sergisinde; gerçeğin öteki yüzünü, sezgileriyle duyumsadıklarını soyut seslere ve renklere dönüştürdüğü muhteşem bir şölen sunuyor izleyicilerine.