Güncelleme Tarihi:
Tarih öncesi ve özellikle son 10 bin yıllık döneme ait insanlardan elde edilen DNA örnekleri üzerinden ağız mikrobiyatasının evrimini inceleyerek, insan sağlığı üzerindeki etkilerini araştıran Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Biyoinformatik Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Dr. Gülşah Merve Kılınç, Türkiye’nin en gelişmiş İskelet Biyolojisi Laboratuvarı’na ve Human-G adlı ileri teknoloji bir Antik DNA Laboratuvarı’na sahip Hacettepe Üniversitesi’nde antik DNA ve popülasyon genetiği üzerine çalışmalar yürütüyor. Tarih öncesi dönemlerde yaşamış insan topluluklarının genetik yapılarındaki değişimi ve bu değişimlerin günümüz hastalıklarına etkilerini anlamayı hedefleyen Dr. Kılınç, “Bilime olan tutkumun bir yansıması olan bu çalışmayla gelecekteki bilim insanlarına ilham kaynağı olmayı umuyorum” dedi. Bu yıl, ‘L’Oréal-UNESCO Bilim Kadınları İçin’ programı kapsamında ödül alarak başarılarını taçlandıran Dr. Kılınç aynı zamanda da birçok kadına ilham oluyor. Dr. Kılınç, yürüttüğü çalışmaları ve projeyi özetle şöyle anlatıyor:
BİNLERCE YILLIK KÖKENİ ARAŞTIRILIYOR
“Doğaya, yaşama dünyaya duyduğum merak beni bilim insanı olmaya yöneltti. Paleogenetik ile Türkiye’nin ilk antik DNA laboratuvarı olma özelliği taşıyan Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Biyoloji Bölümü’nde Prof. Dr. İnci Togan ve Dr. Füsun Özer tarafından kurulan laboratuvarda Prof. Dr. Mehmet Somel’in danışmanlığında başladığım doktora sonrası araştırmalarla tanıştım. Şu anda ise, Prof. Dr. Yılmaz Selim Erdal tarafından kurulmuş olan Türkiye’nin en gelişmiş İskelet Biyolojisi Laboratuvarı’na ve Human-G adlı ileri teknoloji bir Antik DNA Laboratuvarı’na sahip Hacettepe Üniversitesi’nde antik DNA ve popülasyon genetiği üzerine çalışmalar yürütüyorum. Projede antik DNA kullanarak ağız mikrobiyatasının evrimini inceliyoruz. Böylece ağız mikrobiyatasının zaman içindeki değişimini ve günümüz hastalıklarıyla olan bağlantılarını ortaya çıkarmayı amaçlıyoruz. Antik DNA, canlı olmayan biyolojik materyallerden elde edilen genetik bilgilerdir. Bu, tarih öncesi ve tarihi popülasyonların genetik yapısını anlamamıza olanak tanıyor.
ANADOLU CANLI BİR LABORATUVAR GİBİ
Projemde, binlerce yıl önce yaşamış insan kalıntılarından elde ettiğimiz diş ve diş taşından antik DNA elde edip analiz ediyoruz. Dişler, ağız mikrobiyatamız hakkında en iyi bilgiyi sağlayan materyallerden biri. Ağız mikrobiyatasının kanser, diyabet gibi hastalıklarla ilişkisi birçok çalışmada gösterilmiş. Çünkü, ağız sağlığı ve genel sağlık durumu hakkında önemli ipuçları barındırıyor. Bu analizler sayesinde, geçmişte insanların ağız mikrobiyatasının hangi evrimsel süreçler altında değiştiğini ve bu değişimin bizim genetik yapımızda gerçekleşen değişimle nasıl bir ilişki içinde olduğunu inceleyebiliyoruz. Özellikle, antik DNA’nın analiz edilmesi, insan ağız mikrobiyatasının evrimini ve günümüz hastalıklarıyla nasıl ilişkili olabileceğini anlamamıza yardımcı oluyor. Projem, aynı zamanda günümüz tıbbına da ışık tutabilecek potansiyele sahip. Ağız mikrobiyatasının evrimi hakkında daha fazla bilgi sahibi olarak, modern sağlık sorunlarıyla daha etkili mücadele yöntemleri geliştirebiliriz. Bilime olan tutkumun bir yansıması olan bu çalışmayla gelecekteki bilim insanlarına ilham kaynağı olmayı umuyorum. Öte yandan, bu çalışmanın Anadolu topraklarında yapılması da son derece önemli. Çünkü Anadolu canlı bir laboratuvar gibi, neredeyse bütün kültürlerin merkezi. Verimli yarım ay dediğimiz Anadolu’da zamanla yaşanan değişim ve dönüşümün izlerini bulabiliyoruz.”
BAŞARI, ADANMIŞLIK VE FEDAKÂRLIK İSTİYOR
“Dünyanın bilime, bilimin kadınlara ihtiyacı var” yaklaşımıyla L’Oréal Türkiye’nin UNESCO Türkiye Milli Komisyonu iş birliğiyle yürüttüğü, Türkiye’nin en uzun soluklu kurumsal sosyal sorumluluk projelerinden olan ‘Bilim Kadınları İçin’ programında aldığı ödülün kendisi için oldukça kıymetli olduğunu söyleyen Dr. Kılınç, “Kadınlarımızın görünürlüğü ne yazık ki hep geride kalıyor. L’Oréal Türkiye’nin yıllardır sürdürdüğü bu program, kadınların üreten projelere imza atabilmesi ve bunu göstermesi açısından oldukça değerli. Özellikle kız çocuklarına ve bilim alanında ilerlemek isteyenlere ilham kaynağı. Bu yolda azimli olmak ve hayal etmek oldukça önemli. Çünkü her iş dışarıdan çok ideal ve güzel gözüküyor, işi yapmaya başladığınızda o yoğunluğun dışarıdan göründüğü kadar romantik ve düz bir şekilde ilerlemediğini görüyorsunuz. Karşımıza sürekli engeller çıkıyor yani zorlu bir mücadele oluyor üretim de tam olarak böyle bir süreç. Ekstra bir adanmışlık ve kendinden fedakârlık gerektiriyor” ifadelerini kullandı. L’Oréal Türkiye, genç bilim kadınlarını desteklemek ve bilim dünyasında daha fazla kadının sesini duyurmak amacıyla UNESCO Türkiye Milli Komisyonu iş birliğiyle ‘Bilim Kadınları İçin’ Programı’nı 22 yıldır yürütüyor. Bu kapsamda 22 yılda 124 bilim kadını ödüle layık görüldü.