Güncelleme Tarihi:
Mimar Haydar Topal, Mimarlık Vakfı İktisadi İşletmesi tarafından basımı yapılan “Kentler ve Taşlar” kitabının ilk cildini Şubat 2012’de, ikincisini Şubat 2015’de hazırlayarak okurlarına sundu. Bir alan araştırmasının ürünü olan kitaplar, tarihsel süreç içerisinde egemen doğal taşlarla yapılmış önemli yapıları tanıtıyor. Sırasıyla İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa, Bitlis, Kars, Erzurum ve Sivas kentlerinde incelemelerde bulunan yazar, çağlardan beri günümüze ulaşan tarihi yapıların mimari özelliklerini ve taklit edilemeyen, üstün ve özgün niteliklere sahip mevcut yapı malzemelerinden hangi doğal taşlarla yapıldığını aktarıyor. Adına türküler yakılan Ankara taşının özelliklerini; sertliği, pembe renkli oluşu, gözenekli olduğu için ısı ve ses yalıtımına uygunluğu gibi nedenlerle mimarlarca tercih edilen bir yapı malzemesi olduğunu ve başkentin öne çıkan tarihi yapılarını yine ondan öğreniyoruz. Mimar Haydar Topal, sorularımı Ankara Hürriyet okurları için yanıtladı.
- Mimarlık eğitimi aldınız ve bu doğrultuda “Kentler ve Taşlar” adıyla iki ciltlik bir kitap yazdınız. Okurlarımız için sizi yakından tanıyalım, kimdir Haydar Topal?
Malatya’da doğdum, ilkokul ve orta öğrenimimi Malatya’da tamamladım. Yazma merakım ortaokul birinci sınıfta başladı. İlk yazım okul gazetesinde yayınlandı; lise bitinceye kadar da yerel gazetelerde makale, şiir, röportaj ve öykülerim yer aldı. Tarihi eserlere karşı sevgim ortaokulda başladı. Bir gazetede Eski Malatya’da bulunan ve Selçuklu yapımı olan Ulu Camii hakkında bir yazı okumuştum. Eski Malatya uzak olmasına rağmen yürüyerek yıkık ve harabe halindeki camiyi görmeye gittim ve özellikle kubbe tuğla örgüsünden etkilendim. Yıllar sonra tekrar camiyi ziyaret ettiğimde yapılan kötü restorasyon karşısında çok üzüldüm. Tarihi eserlere karşı olan sempatimle lise sıralarında sanat tarihi dersine ilgi duyarak, tercihimi mimarlıktan yana kullandım. Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldum. Çeşitli şirketler grubunda, doğal taş üreten ve uygulamasını yapan firmalarda üst düzey yönetici olarak çalıştım. Halen bir mühendislik ve müşavirlik firmasında proje müdürü olarak görev yapmaktayım.
DOĞAL TAŞ REZERVİNİN YÜZDE 30’U TÜRKİYE’DE
-Türkiye’nin kentlerine gidip incelemelerde bulunma ve o kentlerin taş ocaklarından çıkarılan ana yapı malzemeleri ile inşa edilen tarihi yapıları kayıt altına alma fikri nereden doğdu? Bu kitap nasıl bir araştırmanın ürünü?
Bu kitapların yazımına başlamadan önce adı geçen kentlerin tarihi, eski binaların hangi yapı taşından yapıldığı konusunda herhangi bir belgeye ulaşamadım. Mimarlığın verdiği ivme ile doğal taş üreten ve uygulamasını yapan bir firmada uzun yıllar çalışmış olmam beni böylesine bir çalışmaya zorladı.
-“Doğal yapı taşı” dediğimiz nedir ve ne tür özelliklere sahiptir? Buna göre dünyadaki doğal taş üretiminde Türkiye’nin yeri ve önemi nerededir?
‘’Doğal yapı taşı‘’ çeşitli minerallerden oluşmuş sertliklerine göre sınıflandırılmış malzemelerdir. Taşların oluşumu yaklaşık 300 ile 500 milyon yılı bulmaktadır. Dünyada doğal taş rezervinin yüzde 30’nun Türkiye’de olduğu anlaşılmıştır. Üzülerek söylemek gerekir ki ihracatta yüzde 1’e dahi girememekteyiz.
-Kitapta, ülkemizdeki mevcut yapı malzemelerini ve tarihsel süreç içindeki egemen doğal taşları tanıyoruz. Yöresel pek çok taş var. Taşın üretimi ve kullanılması, yapıların tarihini, mimarisini ve kentlerin tarihsel dokusunu belirliyor diyebilir miyiz?
Taşların kullanımı ihtiyaçtan doğmuştur. Betonarme ve çelik yapılar uygulanmaya başlamadan önceki tarihi yapılarda taş ve toprak, ayrıca önemli yapılarda (şato, kale, sur duvarları ve saraylar) taş kullanılmıştır. Tarihsel süreç içerisinde günümüze kadar gelen yapıların sağlamlığı taşlardan yapıldığı için kalıcı olmuşlardır.
ADINA TÜRKÜLER YAKILAN ‘ANKARALI’ ANDEZİT
- Söz konusu Ankara olduğunda, doğal taş ile yapılan önemli tarihi yapılardan hangileri öne çıkıyor?
Ankara’da doğal taş ile yapılan tarihi yapılardan başlıcaları; Ankara Kalesi, Roma Hamamı, Augustus Tapınağı, Eski TBMM binası, Ankara Garı ve Anıtkabir’dir.
- Ankara’nın doğal yapı taşının andezit ve andezit tüfü (Ankara taşı) olduğunu görüyoruz. “Ankara’nın taşına bak/ gözlerimin yaşına bak” türküsüne adını veren, andezit midir? Peki, nedir bu taşın özelliği ve Ankara yöresinde çıkartılan başka taşlar var mı?
Ankara ile bütünleşen ve pembe renkli oluşu nedeniyle kaplandığı mekânlara sıcak bir renk veren taşın adı andezittir. İngilizce olarak da ‘’Angora Stone’’ olarak olan adlandırılır. Aşınmaya dayanıklı bir taştır. Sertliği yaklaşık olarak 5 ile 5.5 arasındadır. Ankara’da egemen taş andezittir. Bu nedenle adına türküler yakılan bu malzemedir. Ankara’da ayrıca bej mermer ve traverten de çıkarılmaktadır.
DOĞAL TAŞLAR O YERLEŞİM BİRİMİNİN ZENGİNLİĞİDİR
- “Kimlikli bir kentin oluşumundaki önemli unsurlar, yeraltı ve yerüstü doğal yapı taşlarını kullanmaktır,” diyorsunuz. Bu noktada bir mimar gözüyle, sizce Ankara kent kimliğini oluşturabildi/tamamlayabildi mi?
Kimlikli bir kentin ortaya çıkmasında birçok etken rol oynamaktadır. Yerüstü ve yeraltı kaynaklarının bir bütünsellik içerisinde kullanılması gerekliliği vardır. Sosyo-mekânsal dönüşümler, doğal ortam, çevre etkileşimleri, yörede bulunan yeraltı kaynaklarının verimli kullanılması kimliğin oluşmasına damga vuran etkenlerdir. Yeraltı kaynaklarında adı geçen doğal taşlardır. Yaşları 300 ile 500 milyon yılı bulan bu oluşum, o yerleşim biriminin zenginliğidir. Neden bu ürün sertliği ve rengi ile döşendiği mekânlara, o kente güzellik katmasın? Gelişmiş ülkelerde doğal taş hangi kentin sınırları içerisinde çıkıyorsa, o kentte kullanılması düşünülmekte ve önerilmektedir. Hatta bazı belediyeler zorunluluk getirmektedir. Üzülerek söylemek gerekirse, ülkemizden çıkarılan taşlar yerine, çoğunlukla yurt dışından getirilen taşlar kullanılmaktadır.
TARİHİ YAPILARI KORUYAN MERKEZİ BİR OTORİTE YOK
-Kentler gelişirken mimari de değişiyor. Sizce kentlere baktığınızda “eski ve/ya yeni şehir” kavramı nasıl oluşmalı, buradaki amaç ne olmalıdır? Tarihi binalar nasıl kullanılagelmeli ve korunmalıdır?
Kentlerin değişimi ile birlikte mimarinin de gelişmesi kaçınılmazdır. Eski yapılar aslına uygun olarak restore edilmeli ve yaşanılır mekânlar olarak kullanılmalıdır. Restorasyondan sonra işlevselliği iyi tespit edilmeli ve ona göre kullanıma açılmalıdır. Korunma konusunda üzülerek söylemek gerekirse merkezi bir otorite yok gibidir. Envanterde sahipleri olarak görünen, vakıf bölge müdürlükleri, belediyeler, milli emlak müdürlükleri, camii yaşatma dernekleri, milli eğitim müdürlükleri, üniversiteler vb. kurumlar kullandıkları binaların bakımını, onarımını sağlıklı olarak yapamamaktadırlar. Tarihi binalar iyice yıprandıktan sonra restorasyon girişiminde bulunulmaktadır. Bu da maliyeti arttırmaktadır. Önerim bu tür yapıların kontrolünü tek bir kurumun üstlenmesidir.
- Son dönemde gündemi meşgul eden Şile Kalesi’nin ve Aspendos Antik Tiyatro’sunun restorasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kale’ye “Sünger Bob”, tiyatronun basamaklarına da “mutfak mermeri” eleştirilerine katılıyor musunuz?
Şile Kalesi ve Aspendos Antik Tiyatrosunun restorasyonu konusunda görüşüm; aslına uygun taşın bulunup yerine konulmasıdır. Bugün bu konuda, üniversitelerimiz bünyesinde fiziksel ve kimyasal analizler başarıyla yapılmaktadır.