LS: Bugün SHP’nin Genel Başkanı olmakla birlikte, aynı zamanda Ankara’nın geçmişindeki en popüler belediye başkanlarından birisiniz. Son dönemde Melih Gökçek’in çok sık gündeme getirdiği bir konuyu sorarak başlamak istiyorum sohbetimize. Büyükşehir Belediyesi’nin borcu sizinmiş. Kime, neden borçlandınız? MK: Sayın Gökçek’in bu alışkanlığını hayretle karşılıyorum. Kimse şahsı için borç yapmıyor. Ayrıca alınan borç mu, alınan kredi mi? Bu ikisi arasında da çok önemli fark var. Borç deyince, daha çok üretken olmayan amaçlar için alınan para, ya da o amaçla kullanılan para diye düşünülüyor. Oysa kredi dediğiniz zaman, bir üretken kapasitenin yaratılması için ya da bir hizmetin görülmesi için alınan kaynak şeklinde değerlendiriliyor. Ben borç almadım, kredi aldım ve kullandım. İyi ki de kullandım. Bu kredi ile Ankara’nın metrosu bitti.
Sadece metro için mi kullandınız?
- Bu krediler olmasaydı, Ankara’nın raylı sistemleri, içme suyu, kanalizasyon, yağmursuyu şebekeleri, atık su arıtma tesisi, doğalgaz, Dikmen projesi, Çayyolu altyapısı, Hacı Bayram düzenlemesi, Kocatepe çok katlı otoparkı gibi önemli yatırımlar olmazdı. Büyük bayındırlık projeleri, ancak uzun vadeli kredilerle yapılabilir. Sayın Gökçek yıllardan beri üç metro güzergahını tamamlayabilmek için 1 milyar dolara ihtiyacım var diyor. Yıllardan bu yana metro güzergahı hazırlanıyor, metro inşaatı diye takdim ediliyor, ama ortada metro yok. Ben son seçimlerde hatırlıyorum. Sayın Gökçek (Benim vagonlarım, Karayalçın’ın vagonlarından daha ucuz) diye açıklamalarda bulunuyordu. Ortada vagon yok, ortada ray yok, ortada raylı sistem yok. Belediyenin tıkandığı görünüyor.
Belediyenin tıkanması konusunu biraz daha açar mısınız?
- Aslında vahim olan şu, kaynak bulunamıyor. Yıllardan bu yana metro inşaatı yapılıyor. Yıllardan bu yana Ankara ’ nın sağı solu kazılıyor. Plansızlık burada çok açık biçimde ortaya çıkıyor. Bir belediye yönetimi, kredisini bulmadan metro inşaatına başlayabilir mi? Böyle vahim bir şey olabilir mi? Dünyanın hangi kentinde, hangi ileri uygar kentinde böyle bir şey olabilir? Dünyanın her yerinde insanlar kredi satmak için, kredilerini, kaynaklarını kullandırmak için çaba sarf ediyorlar. Metro kredileri çok uzun vadeli kredilerdir. Bizim aldığım krediler de öyledir. Bizim kredi paketimiz içinde vadesi 50 yıla kadar uzanan krediler vardır. Fakat bu belediye yönetimi bulamıyor, çünkü kredi alacak itibarı yok. Bu çok büyük bir plansızlık.
Ancak devam eden yatırımlar da var şu an. Örneğin yeni açılan Kuğulu kavşağı alt ve üst geçitleri... - O iki inşaat, belediyenin ne kadar plansız olduğunu gösteren çok çarpıcı bir başka örnek bana göre. Verilen süreler uzadı. Söz verdikleri tarihlerde bunu yapamadılar. (Beklemediğimiz altyapı şebekesi ile karşılaştık) şeklindeki açıklamaları da okudum. Böyle bir şey olamaz, kabul edilemez. Türkiye’nin, Ankara’nın en yoğun caddesini, devletin kullandığı, protokol yolu diye adlandırılan bir caddeyi, altyapı şebekesi ile ilgili ön hazırlıkları yapmadan kazamazsın. Bir başka örnek, Rusya ve Avusturya ile kazı sırasında pazarlıkların yapılması.. Böyle bir şey olabilir mi?
Bir eleştiri noktası da şöyle. Çağdaş kentlerde trafiği kent dışına çıkarmanın yolları aranırken, Ankara’da tersi bir durum olduğu söyleniyor. Özellikle de sera etkisi ve hava kirliliği yönüyle.
- Evet. Araç öncelikli bir çözüm olamaz. Çözüm yaya öncelikli, toplum öncelikli olmalıdır. O nedenle dünyayı yeniden keşfetmeye gerek de yok. Çözüm rayı sistemdir. Ancak dünyanın her yerinde, her kent için geçerli vazgeçilemez bir altın kural vardır. Raylı sistemi bir kez yaptığınızda, her yıl bunu 3-4 kilometre genişletmek zorundasınız. Ankara’da bu yapılamadı. Gökçek yönetimi kredi bulamadı. Kredisi olmayan bu yönetim, kenti köstebek yuvasına dönüştürdü. Kent içinde otoyollar yapıldı. Kızılay şimdi kent içi otoyol durumunda, sağa dönemezsin, sola dönemezsin, duramazsın, kalkamazsın, yolcu indiremezsin, yolcu bindiremezsin. Böyle bir kent olur mu? Her şey araç öncelikli bir biçimde planlanıyor. Bu Ankara’nın havasını da kirletiyor, Ankara esnafının işini de kirletiyor, hemşerilik ilişkilerini de kirletiyor.
Kentin kavşaklar dışında bir diğer sıcak gündem maddesi de, baş gösteren susuzluk tehlikesi. Siz de tedirgin misiniz? - Bir başka vahim olay da bu maalesef. Bu yönetim, plansızlığı ve beceriksizliği nedeniyle Ankaralıların önüne çok ağır bir su faturası getirecek. Ankaralılar buna önümüzdeki günlerde hazır olsunlar. Bakın, Ankara’nın bir Su Ana Planı var. Belediye yönetimlerinin bu plan doğrultusunda kaynak harcama dengesini kurması, projelerini hazırlaması, tamamlaması gerekiyor. 2003 yılında Gerede sisteminin tamamlanması ve Işıklı Barajı’nın bitirilmesi gerekiyordu. Ama maalesef bu yapılmadı. Işıklı Barajı’ndan Gerede havzasındaki su toplanacak, oradan kanallarla Çamlıdere Barajı’na akıtılacaktı. Çamlıdere Barajı’nın bir milyar metreküplük su toplama kapasitesi var. Ama o kapasite üçte bir oranında kullanılıyor.
Kızılırmak’tan farkı nedir bu sistemin? - Kızılırmak 2020’lerden daha ileri tarihlerde devreye girme durumundaydı. Kızılırmak’tan su sağlanması güç. Çamlıdere’den doğal olarak akıyor, daha doğrusu Gerede sisteminden akarak geliyor. Ama Kızılırmak sisteminden su alınabilmesi için elektrik enerjisi kullanmanız gerekiyor, pompalamanız gerekiyor. Çok pahalı bir sistem. Ayrıca kirli bir sistem. Türkiye’de en temiz su kaynakları Gerede havzasındadır. Ama Kızılırmak havzası son derece kirli. Aslında Ankara’nın, Kızılırmak havzasındaki kentlerin arıtma tesislerini kurmalarından sonra, yani Kızılırmak’ın doğal suyunun temizlenmesinin ardından oradan su getirmesi gerekirken, plansızlık nedeniyle 7-8 ayda 250 milyon dolarlık bir kaynak bulmak zorundalar. Bunun da faturası getirilip Ankara’nın önüne koyulacak. Hem kirli su, hem de pahalı su getirilmiş olacak. Bu, zamanında bu çalışmaların yapılmamış olmasının ya da plansız davranılmasını bir sonucu gibi değerlendirilmelidir.
Ankara’nın eski belediye başkanı olarak, yaşadığınız kentte içinizi ’cız’ ettiren bir şey var mı? - Bir değil, birçok şey var. Gökkuşağı denilen yer, Seğmenler Parkı, Kızılırmak Sokağı’nın hali, Dikmen Vadisi’nde yaşananlar. Ama ben size, bana en ağır gelenini söyleyeyim: Hacı Bayram Camisi.
Hacı Bayram bizim Ankaralılar olarak sünnisiyle, alevisiyle, müslümanıyla, hristiyanıyla, Ankaralısıyla, dışarıdan geleniyle en çok ziyaret etiğimiz mekánlardan birisidir. Hacı Bayram için çok güzel bir proje hazırladık. İpek halı değerinde Ankara kırmızısı dediğimiz granitleri Hacı Bayram’ın meydanına döşedik. Şimdi o granitlerin üzerinde araçlar park ediyor, otopark olarak kullanılıyor. Hálbuki oranın 15 günde bir cilalanıp pırıl pırıl tutulması gerekiyordu. Oraya gelen, huzur içinde, güzellikler içinde onu görebilmeliydi. Şimdi çevresine bakıyorsunuz, pislik içinde. Tuvalet olarak kullanılıyor. Utanç duyuyorum. O kadar önemli bir yerde, o araçların oraya park edilmesi, o güzelim granit taşların tahrip edilmesi gerçekten çok üzüyor beni. Sağ sol derler.. Ben solcu bir belediye olarak onu yaptım, ama sağcı belediye yönetiminde orası tahrip ediliyor.
Bir de özellikle son bir yılda yoğunlaşan hayvan katliamları var. Bu konuda nedir düşünceleriniz? - Bu durum, (okullar olmazsa, milli eğitim iyi yönetilir) anlayışının bir başka ifadesi. Hayvanları öldürdüğünüzde, zaten sokak hayvanları diye bir sorun da kalmıyor. Araçlara öncelik verdiğinizde yaya diye bir derdiniz olmuyor. Kent yönetimi bir uygarlık işi. Ben dünyanın yeniden keşfedilmesine gerek olmadığını düşünüyorum. Hikmetleri kendilerinden menkul, yetenekleri kendilerinden menkul belediye başkanı tipinin, artık Türkiye için tahammül edilmez düzeylere geldiği kanısını taşıyorum. Dünyanın başka yerlerinde sokak hayvanlarının kent yaşamına katılması için ne yapılıyorsa, sen de onu yapacaksın. Dünyanın başka yerlerinde su temininde ne yapılıyorsa, sen de onu yapacaksın. Dünyanın başka yerlerinde
trafik nasıl çözüldüyse, sen de onu yapacaksın. Dünya deneyimi yaşayacaksın, taşıyacaksın. Planlar yapacaksın, önceliklerini saptayacaksın, geniş ufuklu olacaksın, geleceği de göreceksin.
ANKARA BUNU TAŞIYAMAZ
SHP Genel Başkanı ve Ankara Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Murat Karayalçın sohbetimiz sırasında, alkol yasağı ve harem-selamlık mekan uygulamalarını da şu cümlelerle yorumluyor:
"Bu aslında gelecekte Ankara’yı ya da Türkiye’nin kentlerini hangi tehlikelerin beklediğini gösteren çok çarpıcı bir gösterge. İnsanların tercihlerine, yediklerine, içtiklerine karışan bir belediye yönetimi, hem Ankara’da hem de Türkiye’nin değişik illerinde ortaya çıkmaya başladı. Kırmızı yerler, kırmızı sokaklar, kırmızıçizgiler. Böyle bir şeyi asla kabul edemeyiz, Ankara’da da başka yerlerde de. Özgürlüklerden yana olduklarını söyleyenler, (dileyen dilediğini yapsın) diyenler, ellerine fırsat geçtiğinde başkalarının tercihlerini engellemek için her türlü davranışı ortaya koyabiliyorlar. Alkol ile ilgili yasaklar, bilinen kararları, bilinen kuralları olan şeylerdir. Okulların yanında, ibadet yerlerinin yakınında, kamu kurumlarının bitişiğinde zaten bu olmaz. Belediye Başkanlığı yaptığım dönemde ben de buna özen gösterdim. Ama şimdi bu genişletiliyor. Yalnızca kadınların gittiği parklar, yalnızca kadınların ve çocukların gittiği yerler, alkol içilmeyen yerler. Ankara bunu taşıyamaz. Bu umarım Sayın Melih Gökçek’in hakkını teslim edenler için bir uyarı olur. Seçimlere bölünerek girenler ve Ankara’nın yönetimini Sayın Gökçek’e armağan edenler, umarım konuştuklarımızdan gerekli dersleri çıkarırlar."