Güncelleme Tarihi:
‘Anlatılmaz yaşanır’ diye bir hisse kapılıyor insan Cebeci’deki Ankara Devlet Konservatuvarı’nın hikâyesini dinleyince. Kapısından geçen isimler telaffuz edildiğinde dahi tüyleri diken diken eden bir geçmişe sahip. 1974-1979 yılları arasında konservatuvarda eğitim alan ve yüksek bölümden mezun olan Türk tiyatrosunun duayen isimlerinden, Devlet Tiyatroları Eski Genel Müdürlerinden okuluna olan sevgisini şu sözlerle anlatıyor: “Bana deseler ki, ‘10 yılınız var ne yapmak istersiniz?’, ‘Bana 5 yıl öğrencilik yıllarımı verin, gerisi sizin olsun’ derim.” Mezun olduktan hemen sonra okulda hocalık yapmaya başlayan Bilgin, binanın her bir noktasındaki onlarca anıyla bizi gezdiriyor. Öğrencilik yıllarına ve okuluna olan aşkını sıklıkla dile getiren Lemi Hoca, bizi hayranlıkla dinlediğimiz okul yıllarına götürüyor:
“Atatürk dâhil her başbakan ve cumhurbaşkanının konuşmasında ‘Devlet Konservatuvarı’ vurgusu vardır. Çok önemli bir tarihçesi var. Cumhuriyet’in ilk yıllarında ilkokul ve ortaokullarda müzik eğitimi vermek istiyorlar ama hoca bulunmuyor. Bunun üzerine ‘Okul kuralım, hem senfoni orkestrasına müzisyen yetiştirelim hem de müzik öğretmeni yetiştirelim’ fikri oluşuyor. Atatürk’ün talimatıyla 1936’da ‘Temsil Akademisi’ olarak açılıyor.
Lemi BİLGİN
CEBECİ ÇOCUKLARI
Buranın mezunlarına biz ‘Cebeci Çocukları’ deriz. Buradan mezun olmak çok kolay değildi. Ben buranın her santimetrekaresini bilirim. Basamakların kaç basamak olduğunu, hangi basamağın kırık olduğunu en ufak ayrıntısına kadar bilirim. Bana deseler ki, ‘10 yılınız var ne yapmak istersiniz?’, ‘Bana 5 yıl öğrencilik yıllarımı verin, gerisi sizin olsun’ derim. Biz okula girdiğimiz zaman, ilk olarak takım elbise ve kravat verilirdi. Adabı muaşeret dersleri vardı. Bizi salı günleri tiyatroya, çarşambaları operaya, perşembe günleri baleye ve cumaları da senfonik müzik dinlemeye götürürlerdi. Bazı günlerde ise devletin resepsiyonlarına katılırdık. Düşünebiliyor musunuz haftanın dört günü böylesi bir program içindesiniz. Bazı eserleri birkaç kez dinlerdik ve izlerdik. Kimse de izlemekten geri durmazdı. Çünkü hepsinde arkadaşlarımız ya da hocalarımız sahne alırdı. Ertesi gün eser üzerinde tartışırdık.
EKOL DEVAM EDER
Konservatuvar iki ana bölümden oluşuyor. Müzik ve sahne bölümü. Müzik bölümünde bütün enstrümanların eğitimi verilir. Sahne sanatları bölümünde ise opera, bale ve tiyatro bölümleri yer alır. Operanın 7 yıl, balenin 11 yıl, tiyatronun 5 yıl eğitim süresi var. Ankara dışından gelenler yatılı kalırdı. Ama biz de neredeyse 24 saat vaktimizi burada geçirirdik. Bizim buradaki en büyük şansımız konservatuvarın ilk mezunlarının hocamız olması. Cüneyt Gökçer benim hocamdı, ben okulu bitirdiğim yıl buraya hoca olarak başladım. Cüneyt Hoca’nın asistanıydım. Okulda öğrenciyken seçersiniz ‘Bu hocalık yapabilir’ diye ve ekol devam eder. Hocalarımız bize ‘bey’ ve ‘hanımefendi’ derlerdi. Geleceğin sanatçıları olarak görürlerdi. Saygı gösterdikçe saygı kazanırlardı.
MÜZİK SESİ İLE DOLUYDU
Ana girişteki merdivenlerde, sütunlarda sarılmış halde herkesin sayısız fotoğrafları vardır. Ana kapıdan girdiğinizde arka kısımda yer alan tiyatro bölümüne gidene kadar en az 10 tane enstrüman, 10 tane operacının sesi sizi karşılar, en az 5 tane tiyatrocunun tirat çalışmasını duyardınız. Burası müzik sesi ile doluydu. İnanılmaz bir aidiyet duygusu vardı. Herkesin taşı parselliydi. Okul içinde herkesin kullandığı, sırtını yasladığı bir duvar ve taş vardı. O kişiyi orada görmezseniz ‘gelmemiş’ derdiniz. Havuz sezonumuz vardı. Nisan sonu gibi başlardı. Orta havuz suyla doldurulurdu. Yukarıdan balona su doldurulur ve aşağıdakilere atılırdı. Hele mezuniyet zamanında havuza atılmanız kaçınılmazdı. Orta havuz bizim için çok önemli bir bölümdü. Açık hava temsillerini de burada yapardık. Okulda ilkokul çağından 40 yaşına kadar öğrenciler vardı. Büyükler ve küçüklerin kantini farklıydı. Küçükler, büyüklerin kantinine giremezdi. Ancak öğle yemeklerinde küçükler ön tarafa gelirdi ve yanlarında mutlaka büyük abileri ve ablalarıyla birlikte dışarı çıkabilirlerdi.
TARİF EDİLEMEZ HEYECAN
Büyük Sahne (Muhsin Ertuğrul Sahnesi) bizim mabedimizdi. İlk defa sahneye ‘Godot’yu Beklerken’ oyunuyla burada çıktım. Sahnede durursunuz. Korkunç bir heyecan, yavaş yavaş salondan uğultular başlar. Siz titriyorsunuzdur. Perde açılmaya başlar ve yavaş yavaş seyircinin nefesi gelir. O heyecan tarif edilemez. Tiyatro Bölümü’ndeki bir diğer sahne olan sahnemiz de bizim için çok özeldi. Bu büyüklükte ve sofit yüksekliğe sahip Ankara’da Büyük Tiyatro dışında sahne yok. Orkestra çukuru ve kedi yolu vardır. Bu sahne Küçük Tiyatro’dan, Şinasi’den, Altındağ’dan sahne olarak daha iyidir ama sadece 70 kişiliktir. Neredeyse bütün günümüz burada geçerdi. Gece geç saatlere kadar çalıştığımız günlerde orkestra çukuruna saklanır, orada uyurduk. Okulda ömrümüzün geçtiği yer, bu sahne ve hareket odasıydı. Bütün flörtlerimiz pencere önlerinde ve kalorifer üstünde olurdu. Kalorifer üzerinde flört başlangıçları çok özeldi. Not defterlerimiz hep çizgi çizgi olurdu. Çünkü kaloriferin üstüne koyar ve öyle otururduk. Zamanla da kaloriferin izi deftere geçerdi.”
ADIM ATMADAN OKULUMA ÂŞIK OLDUM
“Babam hukuk okumamı istedi. Ben de sınava girdim ve hukuk bölümünü kazandım. İstanbul Üniversitesi Hukuk Bölümü’nde birinci sınıfta okuyorum. O yıl konservatuvar sınavına girdim ve kazandım. Babama söylemem lazım ama çok zor. Bir gün İstanbul Büyük Ada’da uzunca bir masada oturuyoruz. Masada akademisyenler, edebiyatçılar var. Babam, ‘Benim küçük oğlum İstanbul Hukuk Fakültesi’ni kazandı, orada okuyor’ dedi. Masadakilerden çok bir tepki gelmedi. Ben o sırada ‘Baba ben konservatuvar sınavını kazandım’ dedim ve masadakilerin hepsi ayağa kalktılar, sarıldılar, tebrik ettiler. Ben daha okuluma adım atmadan okuluma âşık oldum. Nasıl bir okulu kazandım! Hukuk Fakültesi’ni kazanmışım, o da Türkiye’de tek, çok prestijli ama konservatuvarın yanında hiç havası olmadı.”
12 ÖĞRENCİ İLE HAYATINA BAŞLIYOR
Ankara Devlet Konservatuvarı, ilk olarak müzik öğretmeni yetiştirmesi amacıyla 1924 yılında Cebeci’de ‘Musiki Muallim Mektebi’ olarak kuruluyor. O yıl 12 öğrencisi ile Şakir Ağa isimli birinin yaptırdığı eski bir otel yapısında faaliyetine başlayan kurum, yıllar geçtikçe öğrenci sayısını artırıyor. Günümüze kadar gelen yapının mimarı ise İsviçreli Ernst A. Egli. Konservatuvar binası, Egli’nin Ankara’daki en önemli eserlerinden biri olarak görülüyor ve bulunduğu Cebeci semtinin simgesi kabul ediliyor. 1927-1929 yılları arasında inşa edilen yapı, sonradan yapılan eklemelerle bugünkü halini alıyor. Bina içinde derslikler, erkekler ve kızların kullandığı yatakhaneler, konser ve tiyatro salonları, ortasında avlu olan ana kütle, döner odalar, kütüphane gibi pek çok bölümden oluşuyor. Musiki Muallim Mektebi, Atatürk’ün talimatlarıyla müzik ve sahne sanatlarının gelişmesi amacıyla 1936 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı’na dönüşüyor. Kültür Bakanlığı’na bağlı bir kurum olan konservatuvarda, tiyatro ve opera bölümünü kurmak üzere Almanya’dan Prof. Carl Ebert getiriliyor. Ankara Devlet Konservatuvarı, Kültür Bakanlığı bünyesinde 1982 yılına kadar Cebeci’deki adresinde faaliyet gösteriyor. Sonrasında Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kapsamına alınan okul, Hacettepe Üniversitesi’ne bağlanıyor ve 1983 yılında Cebeci’den Beşevler’deki adresine taşınıyor. Yapı, şu an Mamak Belediyesi tarafından kültür merkezi olarak kullanılıyor. Kültür Merkezi içinde idari birimler ve nikâh salonunun yanı sıra müzik eğitimleri de veriliyor.