Güncelleme Tarihi:
Kent haberciliğinde öncü gazete olan Hürriyet Ankara’nın yeni yazı dizisi “Ankademi: Şehir ve Üniversite”nin ilk durağı Ankara Üniversitesi. Rektör Prof. Dr. Erkan İbiş’le, üniversitenin üst yönetimi, merkez müdürleri ve akademisyenleriyle kenti ve üniversiteyi konuştuk. “Üniversitemizin en büyük gururu temelini Mustafa Kemal Atatürk’ün atmış olması ve Başkent’in ilk üniversitesi olması” diyerek söze başladı Rektörü Erkan İbiş:
Bugün hukuk fakültemiz, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi(DTCF), yüksek ziraat enstitüsü, veteriner fakültemiz her ne kadar 1948’de katılmış olsa da 1936’da Ankara’ya taşınan mülkiye, Ankara Üniversitesi’nin Atatürk zamanındaki vizyonuna katkı yapan fakültelerdir. Bizim temel misyonumuz Atatürk üniversiteyiz. Bizim temel vizyonumuz Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ne dair hayalleri aslında. Demokrasi, çağdaşlık, laiklik, akıl ve bilim vazgeçilmez unsurlarımız. Bunun ötesinde Ankara Üniversitesi’nin farklı misyonları da var. Bilimde öncü olma, bilimin nitelikli olması, eğitimin nitelikli olması gibi temel unsurların yanı sıra kültür ve sanatta da rolünün yüksek ve öncü olması gibi. Bunu da topluma ve paydaşlarına yansıtması gerekiyor. Topluma yansıtma denilince sosyal sorumluluk projelerinden toplumsal farkındalık projelerine kadar pek çok konuyu başlık olarak alabiliriz. Bizim o sorumluluğumuz var. Halkın üniversitesi olabilme sorumluluğunu taşımamız ve vizyonumuzu buna göre yönlendirmemiz gerekiyor. Halkla her zaman iletişim içerisinde her zaman paylaşım içerisinde olmamız gerekiyor. Ankara Üniversitesi’nin misyonu Türkiye Cumhuriyetiyle demokrasiyle ve Türk milletiyle özdeşleşmiştir, tanımlaması hepsini kapsıyor. Burada alanlarında çok iyi arkadaşlarımız var. Türkiye’nin önde gelen insanlarıyla gurur duyuyorum. Konumuz müzeden başlar öğrencilerin refahına kadar uzanabilir. Kültür sanattan başlar teknoloji transfer ofisindeki projelere uzanabilir. Çok geniş bir yelpazesi olan bir grup var.
DAHA YAŞANABİLİR BİR KENT
Ankara’dan ne beklentimiz var dediğinizde sonuç olarak daha yaşanabilir, rahat, insani bir kent beklentimiz var. Koruluklarıyla, yaya üstünlüğüyle, yayaya yönelik toplu ulaşımıyla, havasıyla, suyuyla, çevresiyle, doğasıyla, engelli dostu olmasıyla farklı bir kent olması en büyük arzumuz. Örnek verecek olacak olursak şu anda içinde bulunduğumuz kampüsümüz. Bu kampüsü önceki yıl doğal sit alanı ilan ettik. 14 çeşit kuşun yaşadığı bunun içinde yeşil papağanlar sürüsü de var yaz kış yaşıyor. 13 çeşit memeli hayvanın yaşadığı 34 çeşit mantarımızın olduğu şehir içinde bir flora burası. Mikroklima ortamı diyebilirsiniz. Kente örnek olması gereken bir koruluk yaşam alanı burası. Şu kampüse baktığımızda biyoloji bölümümüzde herbaryum var. Çocuk oyuncak müzesi var. Doğa müzesi var. Yakında üniversitenin sosyal tarih müzesi açılacak. Burada üniversitenin 13 dilimlik sergi salonu varlığına katkı yapan bir kampüs. Bunun büyütülmüş örneği olarak kent hayal ediyoruz. Açık hava müzeleriyle kültür sanat etkinlikleriyle bambaşka bir kent.
CUMHURİYETİN İLK YILLARI VURGUSU
Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki bazı değerleri tekrar hatırlamamız gerektirecek adımları atıyoruz ama daha sık yoğun atmamız gerekiyor. Bu üniversitesinin zenginliği çok fazla. Bölüm çeşitliliğine baktığınızda Türkiye’de böyle bir şey yok. DTCF’de 72 ana bilim dalı var. Coğrafyadan arkeolojiye felsefeden sosyolojiye dil bilimlerine kadar bambaşka bir yer uçsuz bucaksız bir dünya. Ankara bu açıdan da şanslı bir kent, Türkiye’nin en başarılı üniversiteleri Ankara’da. Bugün sıralamaya baktığınız zaman Hacettepe, Ankara, Bilkent, ODTÜ, Gazi Türkiye’nin ilk bin üniversitesi arasında. Dünyada 30 bin üniversite var baktığınız zaman Türkiye’deki en başarılı kent Ankara’dır. 250 bini aşkında öğrencisi var. 20 bine yaklaşan yabancı öğrenci var. Hürriyet Ankara’nın yaptığı bu toplantılar kentin gelecek vizyonu açısından çok değerli. Keşke bu benzer toplantıları yerel yöneticilerle de yapabilsek ve kent yönetimine üniversitelerin katılması tam anlamıyla sağlansa. Keşke bizden daha çok yararlansalar. Ankara’ya yönelik üniversitemizin öğrencisinden öğretim üyesine idari personelinden mezununa kadar katkısı var. Bizim 300 bini aşan mezunumuz var. Önemli olan bunları bir araya getirip aktiviteye dönüştürebilmek. Buradan kendimize çıkardığımız somut önerilerimizi yayınlayacağız. Kentin yapılaşmasıyla ilgili ne yapılması gerekir, kültür sanat yada sosyal yaşamı birleştirecek uluslararası öğrencilere ve yerli öğrenciye yönelik neler yapılabilir bunları paylaşacağız. Ankara Üniversitesi’nin kente dair deklarasyonunun olması lazım. Ankara Üniversitesi’nin başkente dair deklarasyonu diyebileceğimiz somut önerileri de içeren kapsamı geniş öneri paketini de ortaya koyacağız.
ANKARA’NIN ÜRÜNLERİNİ TESCİLLEDİK
Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ayhan Elmalı:
İddialı şehirlere baktığımızda cazibe merkezlerini oluşturmuşlar. O şehre girdiğinizde hoş geldiniz kartı var. O kartı aldığınızda yanında broşürü de var siz havaalanına indiğinizden itibaren üç beş günlük her şey bedava. Müze ziyaretleri ve şehrin gezilebilecek yerleri bedava. Bizim aslında Ankara’nın paydaşları olarak üniversiteler, yerel yönetimler STK’lar Ankara’nın cazibeleri neler olabilir bunu düşünmemiz lazım. Ankara’nın paydaşları olarak üniversiteler, yerel yönetimler, STK’lar Ankara’nın cazibeleri neler olabilir bunu düşünmemiz lazım. Örneğin Ankara’da betonun altına hapsedilen jeolojik kalıntılarla bir açık kaya müzesi yapılsaydı belki de Türkiye’de ilk olacaktı. Ankara ile ilgili konulara üniversite olanaklarından ciddi proje destekleri veriyoruz. Bu Ankara bölgesindeki sınırlarla ilgili olmuyor. Orta Anadolu bağcılığının geliştirilmesi, Kalecik Karası üzümü gibi çalışmaları düşünebilirsiniz. Ankara’nın sorunları, civarındaki kene türleri, Ankara ekolojisinde zambak yetiştiriciliği, Ankara çevresindeki aktif fayların jeolojik jeofizik yöntemlere incelenmesi gibi projelerimiz var. Asartepe barajındaki balıklardan başlıyor Gölbaşı’ndaki sulama sorununa kadar gelen üstelik uluslararası Birleşmiş Milletler kalkınma programıyla yapılan projeler. Küçük projeler değil, somut uygulamaya dönük projeler. Ankara Kalkınma Ajansı (AKA), Kızılcahamam Belediyesi Çamlıdere Belediyesi ile Kızılcahamam Çamlıdere jeoparkının kurulması var mesela bugün o parkı kuran üniversitemizdir. Yerel belediyelerle yerel turizmin ve kırsal turizmin kalkındırılmasına da önemli bir katkıdır. Sosyal projeler de yaptık. AKA ile geliştirilmiş mesela Mamak’la çocuk dostu sokak projesi, belediye ile çok iyi işbirliğiyle uygulamaya geçti. AKA ile Ankara kentinin uluslararası öğrenci rehberi yine üniversite işbirliğiyle hazırlandı. Mamak ilçesi çocuk yoksulluğu haritalandırılması, Nallıhan uygulamalı eğitim çalışmalarını örnek verebiliriz. Ankara’ya yönelik coğrafi işaret çalışmalarımız var. Ankara Üniversitesi Ankara’nın üniversitesi olarak Ankara tavası, Ankara simidi, Ankara dönerini tescilledik. Bu ürünlerin markalaşması Ankara’nın da markalaşmasına katkı sağlayacaktır. Buna benzer çok sayıda çalışmamız var.
PARK AÇARAK HER ŞEY OLMUYOR
Sanat Tarihi Bölümü Prof. Dr. Ziya Kenan Bilici:
Kentin bazı mekânsal konularına dokunmalıyız. Kentler ve üniversiteler arasındaki ilişkilere baktığımızda hayallerimiz artıyor. Lizbon Üniversitesi ile kent meydanı arasındaki ilişki gözümün önüne geliyor. Ankara’da dağınık bir kampus yapısındaki üniversitemizi değerli kılan, binalarıyla erken Cumhuriyet döneminin birinci ulusalın anılarını taşıyan bir üniversiteden bahsediyoruz. Sadece bilgiyi muhafaza eden bir kurum değil binalarıyla da tarihselliğimizi ortaya koyuyor. Kentsel mekânların tarihselliğine Türkiye’de pek önem verilmiyor. Ankara’da da yığınla yer var. Hepimiz içinde yaşıyoruz bu kentin. Mesela Çinçin nedir bilinmiyor. Hepimizin öğrenmesi ve içselleştirmesi gereken yerlere ilişkin bilgilenmeyi sağlamalıyız. Park açarak her şey olmuyor. Bunları tasarlayacağımız bir süreç olur diye ümit ediyorum. Yapılacak çok şey var ama Murphy kuralı gibi yumurtalarımı aynı sepete koymuyorum. Bu kente tasarımla katkıda bulunabiliriz. İnsan gözüyle gördüğünden daha çok etkileniyor. Sunum önemli. Kentin ruhuna üç boyutlu tasarımlarla katkı sağlayabiliriz. Ankara’daki mevcut objelerin Ankara’yı yansıttığı kanısında değilim. Ankara tanımlanmamış bir kent. Herkesin kendine göre bir şekilde Ankara tasviri var. Kimilerine göre bu Selçukluyla sınırlı bir şey. Kimilerine göre cumhuriyet anılarıyla örüntülü bir şey. Kimilerine göre de çok uzak zamanlara giden bir tarih. Birbirleriyle uzlaşabilir bir şey değil bunlar. Cumhuriyetin kurguladığı bir kent içerisinde bu şehirde yaşayan birilerinin Ankara’nın kentsel gelişme planları üzerine bilgi sahibi olmasını isterim. Jansen’in planlarının herkes tarafından bilinir kılınması hatta şu içinde yer aldığımız yerin Tayyare Meydanı olarak tasarlandığının bile bilinmesi gerekir. Bunu bu kampüste yaşayanlar da bilmek durumunda. Sergileyecek çok şey var. Yazılımlardan tutun da üç boyutlu objelere kadar. Otobüs durakları geliyor mesela aklıma. Kentsel simgeleri oluşturabilmek için bilgiye ve üç boyutlu unsurlara ihtiyaç olabilir. Kentin tasarımı bölge bölge yapılmalı. Kente bağlanmak, ait hissetmek simge yaratmakla mümkün.
22.00’DAN SONRA MERKEZDE BİLE RAHAT DOLAŞAMIYORUZ
Ankara Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ANKAMER) Müdürü Prof. Dr. Hülya Taş:
Merkez 2009 Haziran’da disiplinler arası çalışmayı hedefleyen bir merkez olarak kuruldu. Amaç Ankara kentinin içerisinde yaşayan bireylere kentli olma bilincini bir şekilde yansıtmak. Bunu panellerle, konuşmalarla, yapılacak sergilerle veya geçmişte yapılan sergilerle bunu bir şekilde Ankaralılara duyurmak. Ankara kenti nasıl bir kenttir, nasıl bir kentin içerisinde yaşıyoruz. Geçmişi nedir. Tarihçiler ağırlıklı olarak ilk dönem merkezde faaliyet gösterdi ama Ankara dediğimiz zaman Başkent kimliğiyle öne çıkıyor. Cumhuriyet döneminin önemli bir kenti olduğu kadar aslında Ankara hepimizin bildiği gibi çok daha eski bir geçmişe dayanan özellikle Osmanlı döneminde de çok önemli bir kent. Tıpkı Bursa gibi İstanbul gibi Halep gibi hem yakın mesafeden hem de yakın mesafeden uluslararası boyutta bir sanayi ve ticaret merkezi Ankara. O dönem içerisinde Ankaralılara baktığınızda mekan dediğiniz zaman bugüne göre çok daha kısıtlı. Kale ve civarını kapsayan bir kentten bahsediyoruz. Bu mekânda 16-17-18. YY’da yaşayan bireylere baktığınız zaman her ne kadar okuma yazma oranı düşük olsa da bir kentli olma bilincine sahipler. Geleneksel bir devlet ve toplum yapılanmasına baktığınızda o dönemdeki iletişim araçları bugünkü gibi değil fakat hem doğudan hem de batıdan gelen tacirlerle dünyadaki birçok aslında kültürel aktarımı yakalayabilmiş bir kent. Bu önemli bir özellik.
ANKARA GÖÇLERİ YAŞAYAN BİR KENT
Ankara’nın simgelerine baktığınızda keçi Ankara’yı nasıl simgeler. Her dönem farklı farklı yönleriyle öne çıkmıştır. Keçi bir dönem Ankara’yı çok da güzel simgelemiştir. Uluslararası ticaretin merkezi haline getiren bir simgedir. Tiftik denilen kumaş türünün üretildiği ve dışarıya pazarlandığı alandır. Simgeler zaman zaman değişebilir. En önemli vizyon hem merkezin hem de Ankara üniversitesi’nin her şeyden önce üniversite paydaşlarına, bizlere Ankara’da yaşayan üniversitelerde öğrenim gören tüm öğrencilere, tabi ki halka Ankaralı olma bilincini bir şekilde aşılayabilmemiz gerekiyor. Bunu STK’lardan destek alarak diğer üniversitelerdeki pek çok üniversitede kent araştırma merkezleri gibi merkezler var oralardan yararlanarak sağlayabiliriz. Yerelleşme diyoruz yerelleşmeyle birlikte bizler çoğumuz pasif katılımcıyız. Bunu aktif katılımcılığa yükseltmemiz gerekiyor. Bu da bilinçlenme ile olacaktır. Üniversitenin ilk kurulduğu yıllara bakarsak DTCF’yi biliyoruz. Diğer fakültelerde de güzel faaliyetler gerçekleştirilmiş. DTCF Farabi salonunda halka yönelik birçok aydınlatıcı seminerler etkinlikler düzenlenmiş bence bunların tekrar gündeme gelmesi gerekiyor. Biz bize konuşmaktan ziyade bunu olabildiğince halka götürebilmekle mümkün olacaktır. Kim Ankaralı dediğimizde bu da bir problem. Sosyolojik açıdan kim Ankaralı kim değildir. Ankara’da yaşayan ve bu kentin sorunlarından kendisini sorumlu hisseden herkes her birey aslında bakarsanız bir Ankaralıdır. Geçmişin üç dört yüz sene öncesine gitmek gerekmiyor. Türkiye’de 1950-80 arasındaki hızlı sanayileşme atılımıyla birlikte dışarıdan birçok kente göç gerçekleşti. Ankara bu göçleri yaşayan kentlerden biri. Yerleşiklerin kökenleri çok fazla değişebiliyor. Fakat bu yeni gelen yerleşiklerin yaşadıkları problemler ve bunlara bir kentte yaşıyor bilincinin verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğitim çocuklardan itibaren başlıyor bu nedenle Milli Eğitim Programlarına her kent için geçerli bu o kentle ilgili o bilincin yaratılabilmesi için teorik ya da uygulamalı bir takım dersler konulabilir. Bildiğim kadarıyla milli eğitimde daha çok öğretmen inisiyatifiyle gerçekleşen bir takım aktiviteler var.
HALKIMIZI AVM’LERE HAPSETMEKTEN KURTARABİLMELİYİZ
Müzelerden bahsettik ama bildiğim kadarıyla Ankara’nın bir kent müzesi yok. Yıllar öncesinde Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (VEKAM) ile ANKAMER arasında böyle bir çalışmaya girişildi. Sonra bir takım olanaksızlıklar yüzünden atıl kaldı. Bursa kent müzesi hakikaten çok güzel teknolojik anlamda da pek çok açıdan iyi donatılmış bir müze. Neden böyle bir müzenin Ankara’da olmadığını sorabiliriz. Bunları yerel yönetimlere ilgili birimlere çok iyi anlatabilmek gerekiyor. Onların böyle girişime katılım sağlayabilmeleri için onların hedeflerinin ilk sıralarında yer alması gerekiyor. Ankara’daki tüm yöneticileri de bunun içerisine katmak gerekiyor. Konulu sergiler düzenlenebilir bu sergiler gezici sergiler olabilir. Dışarıdan kente gelen kişilerin ilk gözlemledikleri ilk temasa başladıkları yerler kente giriş yerleridir. Kapılardan bahsediliyor ama havaalanlarıdır. Japonya’daki bir hocamız bize ‘her kentin bir kokusu vardır Ankara farklı kokuyor’ derdi. Çünkü havaalanının etrafında bir takım tarımsal alanlar olduğu için böyleydi. Sergilerden bahsettim. Bu gezici sergiler neden havaalanlarından başlamasın. Kamusal alanlarda insanların yoğun olarak kullandığı AVM’lerden bahsetmiyorum. Bence biraz gençleri ve halkımızı AVM’lere hapsetmekten de kurtarabilmeliyiz. Bunun için çeşitli kültürel ve sanatsal etkinliklerin çok daha yoğun olması gerekiyor. Bu kentte tiyatro sayısının çok daha artması gerekiyor. Ulaşım olanaklarının daha fazla artırılabilmesi gerekiyor. Akşam 10’dan sonra en merkezi dediğimiz yerlerde bile dolaşamaz hale geldik. Bu ister kadın ister erkek olsun fark etmiyor. Ankara’nın şu anda en büyük problemi tüm dünya için de geçerli güvenlik problemi. İnsanların bir kente aidiyet hissedebilmeleri için her şeyden önce kendilerini güvende hissetmeleri gerekir. Üniversite olarak baktığımızda kampüsler içerisindeki güvenlik çok çok önemli. Bu amaçla üniversiteler, fakülteler tedbirleri zaten almış durumda. Kampüsün dışına çıktığınızda şehrin güvenli bir şehir olması gerekiyor ki insan kendisini o şehirde dolaşırken kendi evinde gibiymiş gibi hissedebilsin. O kenti sahiplenebilsin. Kenti sahiplenebilmesi için de bu bilince ulaşması gerekiyor. Bunun için sadece akademik konuşmalar yapmak yeterli gelmiyor. Olabildiğince internette Ankara ile ilgili daha fazla bilginin olması da gerekiyor.
STAJA İSTANBULA GİDİYORUZ
Öğrenci Konseyi Yönetim Kurulu Üyesi Araştırma Görevlisi Melek Karacaoğlu:
Ankara Üniversitesi kentin sağlığı alanında Ankara’yı çok destekliyor. Hem halk sağlığı anlamında hem hayvan sağlığı anlamında katkıları var. Bunun dışında neler yapılabilir. AVM’lerden uzaklaşmak için alteratifler yaratılmalı. Kentin merkezinde hobi bahçesi olursa, kişiler düşük ücretlerle kiralayabilirlerse AVM’lerle sınırlı bir sosyal hayattan sıyrılabiliriz. Ulaşım da gerçekten çok ciddi sorun. Özellikle yeni açılan yerleşkelerde ve meslek yüksekokulu olan ilçelerde arkadaşlarımızın çok ciddi sıkıntıları oluyor. Bunu gerek hocalarımıza gerekse belediyelerimize de iletiyoruz. Sosyal sorumluluk projeleriyle tıpkı eğitim fakültesinin yaptığı gibi öğrenci arkadaşlarımızla bire bir ulaşmaya çalışıyoruz. Tanıtım günleri de çok yararlı. Ankara’da liselerde okuyan öğrenciler çok ciddi motive oluyorlar. Gelip hem öğretim üyelerinden hem öğrenci arkadaşlardan bilgi alıyorlar. Sıkıntılarımızdan birisi de staj imkânı. Sanayi kenti olmadığı için staj noktasında ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Neyse ki hocalarımızın İstanbul’daki çeşitli birimlerle çok kuvvetli bağlantıları var, öğrenci arkadaşlarımız İstanbul’a staj yapmaya gidiyor.
KENT HAFIZA MERKEZİ İÇİN HAREKETE GEÇELİM
Bilgi Hizmetleri ve Yayınevi Koordinatörü Prof. Dr. Doğan Atılgan:
Halkın bilgilenme ihtiyacını karşılayacak bir yapı yok Ankara’da. Ankara Halk Kütüphanesi yıllardır kapalı. Ulus’taki Valilik binasının restorasyonu sırasında kent hafıza merkezi adında bir proje başlatılmıştı. Daha sonra o kaldı orası idari bir birim oldu. Ankara’da bir müze bilgilendirme merkezinin olması hep konuşuluyor. Ankara’nın geçmişten günümüze belgelerinin orijinal kopyalarının yer alacağı bir kent hafıza merkezimizin olması lazım. Biz üniversite olarak burada danışmanlık yaparız, her türlü bilgi için destek olabiliriz. Ankara Üniversitesi olarak Ankara’nın tarihsel yapısıyla ilgili büyük bir koleksiyonumuz var biz bu kopyalardan oraya koyabiliriz. Müzelerimizdeki objelerin bir kopyasını kent hafıza merkezi için sağlayabiliriz. Hem müze, hem kütüphane, hem de arşiv özelliği taşıyan bir merkezimizin olması lazım. Örneğin Kayseri’de kuruldu. Belediye ve odalar bu işi işbirliği içerisinde götürüyorlar. Erciyes Üniversitesi de bu işin içinde. 2017’nin sonunda bir mekan belirleyip bu mekanda kent hafıza merkezi için girişimi başlatalım. İçin de ne gibi dokümanlar bulunmalı ne gibi objeler olmalı biz destek olalım. Bir yer belirleyelim. Bu Etimesgut’taki zırhlı tugayın yeri de olabilir Çayyolu Ümitköy’deki sancak da olabilir, Mamak da olabilir fark etmez. Kalkınma ajansları bu konularda büyük desteklerde bulunuyorlar. Ortak projeler yapılabilir.
BUGÜN YEŞİL ALAN YARIN TİCARİ ALAN
Ankademi oturumunda en çarpıcı değerlendirmelerden biri Prof. Dr. Harun Tanrıvermiş’den geldi. Tanrıvermiş, “Biz insanların ihtiyacına göre değil kafamızdaki şehir mantığına göre şehirleri planlıyoruz inşa ediyoruz. Bugün yeşil alan yarın ticari alan” dedi.
Başkent’te yaşayanların öncelikle ‘Ankara’dan bir kentli olarak memnun muyum’ sorusunu sormaları gerektiğini savunan Uygulamalı Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Harun Tanrıvermiş şu değerlendirmelerde bulundu:
Önce şu soruyu sormalıyız Ankara’dan bir kentli olarak memnun musunuz. Kente önceden havalimanından girerdik gecekondular bizi karşılardı. Arkasından gecekonduların yerini çok katlılar aldı. Nasıl diye sorarsanız doğu blok ülkelerindeki işçi lojmanları gibi. Kentin bir tarafı böyle. Bir diğer tarafı öğrencilerimize tez de yaptırdım. Kızılay’da bir park vardı. Adı Kızılay Parkı’ydı. Kızılay’da biz her zaman yaptığımız hastalığa düştük Kızılay’daki parkı ticari alana dönüştürdük Kızılay genel müdürlüğüne gelir kaydedici olmak üzere direkt Kızılay Genel Müdürlüğü’ne bıraktık. Bir alışveriş merkezi yapıldı insanın üzerine yıkılacak gibi duruyor. Cephe kaplaması inanılmaz kötü, mimari tasarımı da öyle. Yine hatırlarsınız Eskişehir Yolu üzerinde çelik kafes vardı. Çok şükür onun yıkılmasını sağladık. Yerine çok daha büyük bir kütle oluşacak gibi duruyor. Hep konuşuyoruz ama hiçbir şey yapmıyoruz sorusu gündeme gelebilir. 4 yıl önceydi sayın rektörümüz Sincan belediyesi ile 42 ay süreli bir anlaşma imzaladı. Sincan’da bir Çinçin daha vardı Saraycık’ta. Suçluluk oranı yüzde 32. 100 kişiden 30’u suça bulaşmış. Çinçin’i biz dönüştürdüğümüzü zannediyoruz. Biz kenti dönüştürmüyoruz biz sorunları öteliyoruz. Biz Çinçin mahallesine bir zamanlar giremezken şimdi Çinçin’i dönüştürdük, dönüştürürken de insanlara ihtiyaçlarını sormadık. Çinçinliler başka bir yere göç ettiler gidip Sincan’da toplandılar. Bundan 2 yıl önce çalışmaya başladığımızda alana giremedik polis ve zabıta ile alana girebildik. Burada bir dönüşüm projesi yapıyoruz. Bunun ne farkı var. Burada üniversitenin yaptığı şu; önce insanlara ne istiyorsunuz neye ihtiyacınız var diye sorduk. Okula mı, kütüphaneye mi, alt yapıya mı, üst yapıya mı, konuta mı, kaç metrekare konuta, kaçıncı katta olmak istiyorsunuz, tasarım bunun üzerine oturdu. Kafamızdaki mimariyi veya bir mimarlık ofisini getirip üzerine küt diye oturtmadık. Burada tasarım insanların ihtiyaçları üzerine oturdu. Bu projenin mimari tasarımı ve uygulama aşaması hariç tüm uygulamaları Ankara Üniversitesi’ne aittir. Saraycık’ta 5 bin hak sahibi var uzlaşma görüşmelerini bizzat biz yaptık. Ben de birçok uzlaşma görüşmesinde bulundum. 5 bin hak sahibinin yüzde 91’i ile uzlaştık. Normal şartlarda bu uzlaşma olmazdı. Son seçimlerde hangi partiler oy almış diye baktığımız zaman etnik olarak gelir seviyesi suçluluk olarak çok farklı bir yer. Ankara’nın profilinden çok farklı. Yüzde 90’ıyla uzlaşma yaptığımıza insanlar inanmıyor. En son 200 metrekare bir gecekondusu olan bir insan birinci blokta nereye oturmalısına kadar detaylandırdık. Bunu Birleşmiş Milletler’in sosyal içerleme ve dışlama konferansında da sunduk. Biz insanların ihtiyacına göre değil kafamızdaki şehir mantığına göre şehirleri planlıyoruz inşa ediyoruz. Bugün yeşil alan yarın ticari alan. Ne oldu yeşil alanın üzerine geliyoruz. İmar kanunu buna izin vermiyor olmaz diyoruz yer yerinden oynuyor. Belediye başkanları memnun olmuyor diğerleri memnun olmuyor. Esasında belediyelerin elinde çok iyi imkânlar var. Biz bu projeye entegre olmasaydık sıfır uzlaşma çekerlerdi bunun davaları kaç yıl sürerdi. Bu projede şu anda inşaata başlandı devam ediyor. Çok daha az yoğunluk mümkün olduğunca yeşil alan mümkün olduğunca spor ve rekreasyon alanları olan kent saçağında bir yer olacak. İş yoksa bir yere iş yaratmıyorsa yüzde 30’u suça bulaşmışsa burayı kim ıslah edecek.
BELEDİYE BAŞKANLARI KENTİN CEO’SU GİBİ ÇALIŞMALI
Kuvvetle muhtemel burada oturmayacaklar burayı satıp veya kiraya verip başka yere gidecekler. İşte belediye başkanlığı burada önemli. Belediye başkanları yerel yönetimler kentin CEO’su gibi çalışmalı. Bu bireyleri topluma kazandırmak lazım. Kent saçaklarında böyle ciddi bir uyuşturucu, suçluluk güvensizlik olabiliyor. Orada Ulubatlı Hasan diye bir mahalle daha var. Orada da aynı şeyin önümüzdeki günlerde yapılması düşünülüyor. Kurumların birbiriyle çalışmaya da yatkın olması gerekir. Benim burada en fazla gördüğüm şey hep uygulamanın içinde olalım, birlikte proje geliştirelim proje uygulayalım diyoruz ama burada yeterince başarılı değiliz. Kentin kapıları diyoruz mesela 38 milyon lira harcanmış. Kentte kale çevresinde bir kapıdan bahsedilebilir kentin kapısının ne anlama geldiğini doğrusu ben anlamadım. 38 milyon devasa bir para. Saat kulesi bir zamanlar insanların saatinin olmadığı saatin sosyal bir refah göstergesi olabileceği dönemde olurdu. İzmir’de, İstanbul’da namaz vakitlerini gösteren eski saat kuleleri var ama 21. yy da saat kulesine ne gerek var. Çirkin ve renkleriyle de uyumlu değil. Kentte bir estetik ararsanız bulabilir misiniz emin değilim. Allah’a şükür derim ki bu ülke 4. sınıf deprem bölgesi. Çukurambar’ı ben Manhattan bulvarı olarak tanımlıyorum. Bizim derslerimizde göğü, güneşi görmek için ayrıca bir özel renkle göstermek gerekiyor. Böyle bir şey olabilir mi. Bir parselde 5 katlı yapı var bitişiğinde 28 katlı. Yanında başka bir şey var. Kavşaklara 30 metre daha yakın parsel giriş çıkışı olmaz ama imar sahiplerinin giriş ve çıkış hakkı var. Ankara kenti nasıl bir kent derseniz maalesef rant ve yağmalama kenti ve bu rantı insanlar arasında adil bölüşememekte. Özel sektör ile kamu arasında adil bölüşmemek üzerine kurulu bir kent. Rektörümüz biliyor ilk göreve başladıkları zamanlarda biz halk konferansları yapmıştık. Nasıl gayrimenkul alınır diye alo gayrimenkul isimli bir de hattımız vardı. Problemi olanlar oraya geliyordu. İstanbul Kadıköy’den sonra kapattık. Cevap da vermiyoruz. Ama yine mail gönderiyorlar. Günde 10’a yakın soru geliyor. Kamu yönetimi profesörü o zamanlar YÖK’te çalışıyor bize soruyor filanca yerden konut aldım diyor. Bir projeden 450 bin liraya konut aldım diyor. Meğer olmayan bir projeden konut almış. İnsanlar bir şey aldıklarını, ne alınır, nereden alınır, nasıl alınır bilmiyorlar. Ama herkesin kafasında bir şey var. Acaba bir arsa bulabilir miyim. Buradaki 3 emsali 5’e çıkarabilir miyim. Kottan yararlanabilir miyim, biraz çalabilir miyim. Kentin kültüründe acayip bir şey var. Böyle bir düzlem içerisinde biz belki en fazla suçlananlar olabiliriz.
BU KENT NASIL NEFES ALACAK
Nitekim geçtiğimiz seçimlerde de en fazla gayrimenkul inşaat sektörü konuşuldu ama tartışmada yersiz. Gayrimenkul inşaat dediğinizde içinde köprü de var alt yapı da var üst yapı da var. Ayrıştırmadığınız zaman sıkıntı olabiliyor. Ankara, kentsel gelişmesi çok iyi kontrol edilmeyen bir kent. Jansenler meşhur. 300 bin nüfuslu bir şehirden 5 milyonluk bir şehre giderken şehir nerelere doğru büyümeli, şehrin merkezleri neresi olmalı, sanayi nerede olacak, merkezi iş alanı (MİA) nerede olacak bunu doğru dürüst tartıştığımız ve ortak akılla yönettiğimiz bir kent değil burası. Ulus’u yayalaştırır Ankara’nın kendi ürünlerini pazarladığı Beypazarı, Kalecik’in ürünlerinin pazarlandığı, tarihin, kültürün pazarlandığı en önemlisi kongre merkezlerinin olduğu kale çevresindeki konutların tamamen yıkıldığı Ankara çayından Ankara hastanesine kadar olan aksı, cumhuriyeti kuran irade işte burasıydı eski meclisi Ankara Palas’ı Ankara Kalesi ve arkasındaki meşhur Ulucanlar ile bu adayı toparlarsanız bu kent için önemli bir katkıdır. Dikkat ederseniz Herkes bunu söylüyor ama kimse bunu yapmıyor. Burası merkezi iş alanı bölgesi kentin merkezi burası olması lazım bize göre merkezi iş alanı olmalı. Kent buradan itibaren merkeze doğru ulaşım ağlarıyla bağlanmalı. Ama biz kendiliğinden gelişen bir kentten bahsediyoruz. Biz Çinçin dönüşmeden önce bir proje yapmıştık. Dedik ki bu bentderesinin altında bir dere var. O yamaçlardaki gecekondu alanları kaldırılsın yeşil alana dönüştürülsün, aşağıdaki dere de açılsın. Hemen bitişiğinde Hürrem mahallesi var orada da bir kısım kamu arazisi var 6 katlı yapılarla mevcut iskan etmek mümkün. Yerine 9-10 katlı kütleler oluştu. Bentderesinin bir özelliği var kentin hava koridoru. Onun için orası boş bırakılsın dedik. Orayı dolduruyoruz İmrahor’u dolduruyoruz. Bütün vadileri doldurduk kent nasıl nefes alacak bilemiyoruz.
“ATLAYIP ESKİŞEHİR’E GİDİYORUZ” YANITI BANA ÇOK ACI GELİYOR
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü’den Prof. Dr. Tayfun Yıldırım:
Üniversitemiz Ankara arkeolojisinin temel taşıdır. Üniversitenin tarihsel gelişimi ile Ankara arkeolojisinin tarihsel gelişimi birbirine paralel gitmiştir. Bugün belki arzu ettiğimiz noktada değiliz ama 1940’lara baktığımızda DTCF’nin en önemli hocaları büyük bir seferberlik içerisinde Ankara’nın eski tarihsel kimliğini ortaya çıkarmak için çok büyük çaba vermişler. Bugün biz Anıtkabir’in eğer altında bir frig nekropolü olduğunu biliyorsak bu hocaların çabaları gayretleri sayesindedir. Ya da Ankara’nın havagazı fabrikasının altında taş devrine ait kalıntılar çıktığını biliyorsak bunları biz Ankara Üniversitesi’nin çalışmalarına bağlı olarak öğrenmişizdir. Bugün kentleşme süreci içerisinde birçok alan talan oldu ama Ankara Üniversitesi arkeologları bu talanı önleyebilmek için çok büyük gayretler sarf ettiler. Adını kısmen duyurdular zaman zaman da duyuramadılar. 1930’lu yıllarda DTCF’nin en eski bölümlerinden birisi arkeoloji bölümüdür. Bizdeki dinamizmle birlikte sadece Ankara arkeolojisi değil Ankara çevresinin de arkeolojisi muazzam gelişmiştir. Bugün neler yapmalıyız bizim bulduklarımızın dışında Ankara Üniversitesi’nin özellikle alt yapısını güçlendirerek bu da maddi ölçekle oluyor kolay kolay olmuyor. Yerel yönetimlerle birlikte veya Kültür Bakanlığı’nın yetkili kurumlarının destekleriyle yeni projeler hazırlamalıyız. Bugün Ankara Üniversitesi’nin Ankara’daki kazı yaptığı bir alan ortaya koyup kendi çocuklarımızı buralara transfer etmeliyiz. Ankara’yı biz böyle daha fazla tanıtabiliriz. Ankara’nın kent kimliğinde arkeolojinin çok fazla önemi vardır ama hep göz ardı edilir. Arkeoloji denilince tarihi eser ve müze gelir. Müzeye çocukları göndermeye çalışırsanız bıkkınlık içinde giderler. Burada da çok başarılı değiliz. Rektörümüz 13 tane müze olduğunu söyledi bu üniversitemiz için sevindirici bir rakam ama mesele o çocuklarımızı o müzelere götürebilmek. Bizim fakültelerimiz birer müzedir aslında.
KENT KİMLİĞİ İÇİN YAŞAYAN MÜZELER
DTCF’nin bina olarak kimlik olarak bir müze statüsü vardır. Bugün yabancı ülkelere gittiğimiz zaman üniversite öğrencileri eski anıtsal üniversite müzelerini yada üniversitenin bizzat kendisini gezerek öğrenmeye çalışırlar. Bu kültürel kimliği tanımaya çalışırlar. Burada biraz çaba sarf etmemiz gerekiyor. Sadece üniversitenin kendi binalarıyla müzeleriyle değil kent kimliği açısından yaşayan müzelere ihtiyacımız var. Bu kadar kültürel ürünlerimiz var mesela tiftik dedi sayın hocamız tiftiğin nasıl üretildiğini Ankara’da gösteren hiçbir mekanizma yoktur. Siz bunu öğrenmek istiyorsanız kitaplar açmak zorundasınız veya ansiklopedilere filan bakmak zorundasınız. Ankara’nın bakır işçiliği meşhur dersiniz ama Samanpazarı’na gittiğiniz zaman kaybolmuş dükkanların içinde bir tane yaşayan mekanizma göremezsiniz. Bunları neden söylüyorum. Bunlar cazibe merkezleridir. Ben öğrencilerime soruyorum nereye gidiyorsunuz Ankara’da Hocam trene atlayıp Eskişehir’e gidiyoruz diyorlar. Bu bana çok acı geliyor. Sorunun cevabı burada. Cazibe merkezlerimiz eksik. Müzeler, eğitim kurumları aslında cazibe merkezi haline getirilmeli. Gördüğüm kadarıyla her şey var. Topluluklar var, kağıt üzerinde vizyonlar var ama bunları hareket ettirecek herhalde bir mekanizmaya ihtiyacımız var. Bu da medyayla birlikte olur. Dünyanın en önemli profesörleri bizim üniversitemize gelirler. Konferanslar verirler. Asur dilini okuyan mektup gibi okuyan bir profesör geliyor bizim üniversitemize ama medyayla ilgili hiçbir bağlantımız yok. Üniversitenin sayfalarında yayınlanmasına rağmen medya bizi sadece DTCF’nin önünde kargaşa olursa orada çekim yapabilir miyiz düşüncesiyle geliyorlar. Bu zenginliklerimizi anlatmamızın yolu biraz da size bağlı. Arkeolojiye yatırımlarımızı artırmalıyız. İlktik ama son olmamalıyız. Diğer dinamikleri de devreye sokarak bir kültür seferberliği başlatmamız gerekiyor. Buradaki değerlerin birçoğunu unutmaya başladık. Ulaşımı çözemediğimiz zaman bu turizm kısmını bir tarafa bırakmanız lazım. Bizim öğrencilerimizin Ankara kültüründe en büyük eksikliği sanıyorum ulaşım. Buradan başlarsak iyi şeyler yapmaya başlarız diye düşünüyorum. Ankara Üniversitesi topluma fayda açısından çok önemli konferanslar düzenliyor. Konuşmacılar 1930’lu yıllarda DTCF Farabi’de yapılıyordu dedi ama biz bunları yine yapıyoruz. Üniversiteden halka yönelik sadece üniversite değil Ankara’nın en önemli müzesi Anadolu Medeniyetler Müzesi’nin konferans salonunda halka yönelik DTCF konferanslar veriyor. Bunlarla ilgili sesimizi duyurabilirsek halkı da öğrencileri de katabiliriz.
ŞEHRİN YÖNETİCİLERİ BİZİ YETERİNCE DİKKATE ALMIYOR
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İhsan Çiçek:
Gerçekten bir şehir üniversitesiyiz ve bu şehrin içinde çalışıyoruz. Bazı şeyleri belediyelerle karşılaştıramadığımızda problemde yaşıyoruz. Aklımda bir şehir için şu tasarım vardır. Yurtdışına gittiğinizde sitelere bakıyorsunuz Amerika’da mesela bir şehrin sıcaklık haritasını veriyor. Lokal lokal sıcaklığını veriyor. Ne kadar yağış düşer veriyor. Veya yaz aylarında sıcak çarpma tehlikesi var mıdır yok mudur günlük ve saatlik olarak veriyor. Geçen sene TÜBİTAK projesiyle belediye işbirliğiyle bunu yapalım dedik. Ankara’da meteorolojinin 6 tane istasyonu var. Bunun için istasyon da kurduk. 2002 yılında BAP projesiyle şehir ısı haritası dediğimiz şeyleri çalıştık aslında biraz alt yapımız da vardı. Mesela yüksek binayı yapıyorsunuz bunun arkadaki binalara büyük bir rüzgar yükünü hesap etmiyorsunuz. Veya bunun kirletim dağılımını hesap etmiyorsunuz. İşte biz buna ait 36 tane istasyon kuralım diye belediyeler ile beraber uğraştık. İstasyonların yollara ve bir kaç yerlere geliştirilmesi vardı. Ancak belediye genel sekreterinden öteye geçemedik, iş yapamadık. Şehir üniversitesiyiz şehre bir şey yapmaya çalışıyoruz ama şehrin yöneticileri tarafından yeterince dikkate alınmıyor, karşılanmıyoruz. Bu gerçekten çok önemli. Özellikle yeşil alanların planlanması ve vasfının planlanması çok önemli. Yeşil alandan şunu anlıyoruz. Bir yeşil alan ortasına da betonarme binalar yapalım. Fakat bu sistem bunları taşımıyor. Klimatoloji ve coğrafyada çalıştığım için bu büyük şehir parkları ve yeşil alanlar şehir meltemleri dediğimiz bir şeyi yaratıyor. Kirlilik dağıtıyor. Sıcaklık reflektörü olarak çalışıyor ama Ankara’da bunu yapabilecek bir şey kalmadı. Şehir içinde yeşil alan olarak Kurtuluş’taki alan dışında başka bir alan kalmadı. Bunun bir de kültür coğrafyası tarafı var. Kültür coğrafyası alanında da tartışılabilir. Siz Çinçin gibi bir yere yüksek katlı binayı yaptınız ama özellikle halkın yerleşmesini düşünmeden proje yapmadığınız zaman orada yaşamı engelliyorsunuz. Zaten orada göç başladığı zaman farklı bir kültür geliyor zaten o kültürü yerinde korumuyorsunuz. Önemli olan oradaki talepler. Evet, dönüşebilir ama bu oranın doğal peyzajı içinde yapılabilir. Yüksek siluet yerine daha alçak binalarla beraber yeşili görünür koruyarak bir şeyler yapılabilir. Çünkü buralardaki bir sorun da yoğunluğu artırdığınızdaki problemler. Yeşil alan problemi, taşıt problemi ve yüzey sıcaklıklarının değişmesi problemi var. Uygulama çok önemli. BAP tarafından yaptığımız çalışmada bulunduğumuz fakülte alanıyla Yenikent arasında 7 santigratlık sıcaklık farkı ölçüyoruz. Uygun koşullar olduğu zaman 7 santigrat sıcaklık vardı. Buraya yoğun binayı koyduğunuz zaman doğal ortamdan çok farklı bir ortama geçiriyorsunuz.
YABANCI ÖĞRENCİLERİN TANIMI: UYUYAN ŞEHİR
Uluslararasılaşma Koordinatörü Prof. Dr. Sibel Süzen:
Uluslararasılaşma bağlamında üniversite olarak şehre çok büyük katkımız var. Başkentin ismini taşıdığımız için ilk muhatabız. Yabancı öğrenci Türkiye ile ilgili bir yere bakmak istediğinde Ankara Üniversitesi ile karşılaşıyor. Bu avantajı çok iyi kullanabiliyoruz. Çok yaygın bölümlere sahibiz. Sağlık bilimleri, fen bilimleri ve sosyal bilimlerde bu yaygınlığı uluslararası açıdan çok iyi değerlendiriyoruz. Başkentte olmamız açısından şöyle bir misyonu da taşıyoruz; diplomatik bir kimliğimiz var. Bütün Ankara’daki büyükelçilerle bağlantımız var. İlk atanan büyükelçinin ziyaret ettiği ilk üniversite biziz, bizi tanıyor. Üniversitenin sunduğu imkânları ilk onlarla tanışarak yaşıyoruz. Anlaşmalarımız da ilk o ülkenin üniversiteleriyle oluyor. Diplomatik bir kimlik taşıdığımız için bu da ayrı bir sorumluluk getiriyor. Bütün imkânlarımızı farklı şekilde sunuyoruz. Onlarla birlikte yaptığımız farklı işbirlikleri hem Ankara’yı temsil ediyor hem ülkeyi de temsil eden bağlantı doğruyor. Uluslararasılaşma Türkiye’nin olduğu gibi tüm dünya ülkelerin ilk hedefi. Bizim de ilk hedefimiz uluslararasılaşma ve kalitenin artırılması. Bu bağlamda değerlendirmelerimizi yapıyoruz. Bir kere eğitim dilimiz Türkçe ve bütün programlarımız Türkçe. Fakat son 5 senedir özellikle İngilizce bölümlerimiz de açıldı böylece uluslararasılaşmada daha çok öğrenci çekebilme, daha çok üniversiteyi uluslararası boyuta taşıyabilme niyetindeyiz. Şehre bazı gizli katkılarımız var. 3 bin kadar uluslararası öğrencimiz var. Bunlar 4 yıl biz de eğitim alıyorlar. Çoğu Türkçe öğreniyor ve Türkçe programları takip ediyorlar. Bu büyük bir katkı. Türkçe konuşarak ülkesine döndüğünde çok farklı bir şey sunuyoruz. Ankara’ya çoğu üniversitede olmayan bir şeyi yaşatıyoruz. 82 farklı ülkeden öğrenci var. O kadar geniş bir yelpazeki yüksek lisansta 89 ülke çeşitlendirmesi. Ankara’nın içinde 90’a yakın farklı ülkeden genç öğrenci yaşıyor bunlara biz yurt olanağı da sağlayabiliyoruz. Büyük ve köklü bir üniversite olmanın avantajı Ankara’da yer almaya bir katkı. Gelen öğrenciler yurtsuz kalmıyor. Büyük üniversitelere baktığımızda Roma gibi Paris gibi şehirlerin yurt sunma imkânı yok. Birçok olumsuzluğu yaşıyoruz ama bazı olumlu şeyler de var. Bu yurt imkânı üniversite seçiminde çok önemli bir şey.
KENT YABANCI ÖĞRENCİ DOSTU DEĞİL
Ankara olarak bizim problemimiz İstanbul. Aslında öğrencilerin seçiminde her ne kadar başkent olarak Ankara’nın ismini görseler de İstanbul çok cazip bir yer. Ankara’daki tüm üniversiteler yabancı öğrenci kaybını İstanbul’a karşı yaşıyorlar. O nedenle biz devreye onları çok daha çekici kılacak imkanlar sunmakla giriyoruz. En yakın zamanda kayak merkezimizde mesela bir toplantı düzenledik. Yabancı öğrencilerin neredeyse tamamını götürdük. Bu tip sosyal imkânlarımızı onlara kullanıyoruz sıralamakla bitmez. Elmadağ bir örnek. Beypazarı gezisi gibi civar kültürlerimizin tanıtımı gibi konularda uluslararası öğrencilerimize çok büyük hizmet veriyoruz. Öğrencilerden de hep anket alıyoruz. Nasıl bir şey yaşadınız diye soruyoruz gerekli bilgileri alalım diye dönüşüm olmadan iletişimi kesmiyoruz. Öğrencilerin karşılaştıkları sorunlar şehre yönelik oluyor. Üniversitelere yönelik çok fazla problem yaşamıyorlar buradaki dönemlerini çok mutlu geçiriyorlar. Geleneksel misafirperverliğimiz sayesinde bütün üniversiteler aynı. Kent pek yabancı öğrenci dostu değil. Çocuklar ilk indikleri anda belediyelerin hazırladığı haritalardan istiyorlar. Bu haritalar diğer ülkelerde İngilizce ve çok detaylı. Nerede ne var öğrenci dostu restoranlar hangileri gibi bilgileri alamıyorlar. Biz üniversite olarak sunmaya çalışıyoruz. Daha kısıtlı haritalar daha kısıtlı bilgiler var. Biz onlara günlük ne kadar harcayacakları, ekmek ne kadara kadar bilgi veriyoruz. Bunu genelde şehir merkezinde belediye gibi bir kaynaktan almaları lazım. Her yerde ücretsiz olduğu için burada bulamıyor ve şaşırıyor.Ankara Üniversitesi’nin Uluslararası öğrencilerimiz için uygulamaya soktuğumuz bir telefon programı yaptık. Bu Türkiye’de ilk olarak uygulanan bir şey. Öğrenciler telefonlarına indirdikleri programdan bütün bu bilgilere ulaşacaklar. Başvurularla ile ilgili sorunları ve bilgiye de buradan ulaşacaklar. Yeni uyguluyoruz. Öğrencilere büyük bir katkısı olabilir. Şehirle de üniversite ile ilgili de bilgiler var.
HAVAALANINDAN METRO OLMAMASI BÜYÜK SIKINTI
Öğrencilerden aldığımız geri dönüm şöyle. Biz şehre geldiğimizde etrafa bakıyoruz. Diğer şehirlerle kıyaslandığında burada en çok öğrenci ve işe giden insan profili görüyoruz. Ankara şehrinin görünümü özel sektör ve kamu kurumlarında çalışan insanlar ve öğrenciler. Aslında genç ve dinamik bir nesil var fakat şehir uyuyor. Birçoğu uyuyan şehir tanımlanmasını kullanmışlar. Uluslararası festivaller yok. Çok ünlü bir festivali olur her sene o festivalde bir şey yapılır. O şehre özgüdür ve yer eder. Kültür sanat, müzik veya benzer bir şey olabilir. Bu tip heyecanlar yok. Geliyorsun dersini yapıyorsun diplomanı alıp gidiyorsun. Uluslarasılaşmada geri kalma nedenimiz olabilir üniversitenin çabası yeterli olmayabilir şehrin de uluslarasılaşmaya katkı sağlaması lazım. Metro sisteminden şikâyet ediyorlar. İlk karşılaştığımız soru havaalanından metro yok mu oluyor. Biz genelde öğrencileri karşılıyoruz. Body öğrenci uygulaması sistemi var. Kendi kendilerine iş halledemiyorlar bir üniversite öğrencisini kendilerine arkadaş yapıyoruz. Bir hafta boyunca Türk öğrenciyi yabancı öğrenciyle body yapıyoruz. Bu olmazsa telefon alamıyor, hesap açamıyor, göç idaresine gidip yerleşme işlemlerini yapamıyor. Adaptasyonu body sistemiyle sağlıyoruz bir haftalık diyoruz ama gidene kadar onun bodysi oluyor çünkü çok fazla işi oluyor. Bu göç idaresi işlemi biraz meşakkatli mesela tüm üniversiteleri bağlayan şeyler. Ona rağmen geliyorlar. 3 bin küsur uluslararası öğrenci var. Yeterli değil. Biz bu sayıyı nasıl düşürmeyizi de sürekli düşünüyoruz. Ankara Üniversitesi olarak toplamda neredeyse 80 bine ulaşıyoruz. Türk öğrencilere oranla bakarsak düşük ama İngilizce bölümlerin açılması ile çok artacaktır. Türkçe öğrenmek isteyen öğrencilerin tercih ettiği TÖMER gibi bir merkezimiz var, oraya da gelen çok öğrenci var. Türkçe öğrenmek isteğiyle gelen öğrenci çok değerli. O da genelde Afrika ve Asya ülkelerinden gelenler oluyor, onlar genelde kendi ülkelerinde seçilip geliyorlar biz o avantajı da yaşıyoruz.
GELEN ÖĞRENCİYE ŞEHRİ ANLATAMIYORUZ
Öğrenci ve Bilişim Koordinatörü Prof. Dr. Ayşen Apaydın:
2011 yılında Ankara Üniversitesi, Ankara Ticaret Odası, Ankara Kalkınma Ajansı ve Türkiye İstatistik Derneği Ankara algısı şeklinde bir proje yaptı. Çok önemliydi yabancı öğrenciler Ankara’da neyi görüyor. Orada benim dikkatimi çeken şu olmuştu öğrenci Ankara’ya ilk geldiğinde Ankara’yı hiç sevmediğini, Ankara’ya zorla geldiğini, ailesinin zoruyla geldiğinden bahsediyor. Ama sonuna doğru Ankaralı olmak kavramını kendisine özdeşleştiriyor ve alışıyor. Şunu söylüyorlar; biz burayı bilmiyoruz gelirken sadece ailemizin isteğiyle yakın çevremizden bildiklerimizle geliyoruz. Sadece üniversitenin tanıtımı da yetmiyor. Yerel yönetimler ve ilgili kurumlarla bunun yapılması gerekiyor. Öğrenci algısı çok zayıf. Dediğim gibi 4. yılın sonuna kadar Ankaralı olmayı pekiştiriyorlar. Şehri anlatamıyoruz. Bizim öğrencilerimizin yüzde 15’i Ankara’dan yüzde 85’i Ankara dışından geliyor. Ankara’yı niye tercih etmiyorlar. Ankara’daki yaşam bir kere yapısı sosyal değil, yeşillik ve kültürel yapılar yok. Daha çok AVM’lerin ortaya çıktığı gelenlerin yürüyüş yapabileceği, spor yapabileceği, bisiklet binmek için yer bulamadığı bir yapısı var Ankara’nın. Yabancı uyruklu öğrencilerde özellikle kız öğrenciler tercih etmiyorlar. Güvenlik açısından çok gözleri korkutuyor. Öğrencilerimiz yurtların çok hijyenik, sağlıklı ve zaman zaman güvenli olmadığı belirtiyor. Bu noktada Ankara Üniversitesi olarak akredite yurtlar projemiz var. 2008 yılında başlattığımız bir projeydi. En azından yurtları akredite edebileceğimiz, öğrencilerimizi güvenle oraya teslim edebileceğimiz yapılarımız olsun dedik. En büyük sıkıntımız buydu. Üniversite ve yerel yönetimlerle daha çok ortaklaşa çalışmaların yapılması lazım. İletişim çağının hızlı gelişmesinden dolayı öğrencinin okuma alışkanlığı biraz daha bireysel telefon ve internet üzerinden oluyor. Dokuyla okuma yapan çok az şu anda. Öğrencilerimizin kitaba ulaşımında da ders kitabı olarak bize gelen sıkıntılar var. En azından ders notlarının sisteme konulması anlamında bir arşiv çalışması yapıldı. Bizde daha çok farklı kitaplara yönlendiriliyor öğrenciler. Yabancı öğrencilerin bir de kurumlarla İngilizce iletişime geçememe sıkıntıları var. İngilizce personel olmaması en büyük sıkıntılarımızdan birisi.
ŞEHİR HASTANELERİNİN TIBBİ ATIKLARINA DİKKAT
Sağlık Kültür ve Spor Koordinatörü Prof. Dr. Duygu Özel Demiralp:
Sağlık, kültür, spor bizim eskiden öğrenciyken medikolar diye bildiğimiz sağlığın çok daha ön planda olduğu yerlerken şimdi kültür, sanat spor etkinliklerinin özellikle öğrencilerin yurt, yemek gibi temel ihtiyaçlarının karşılandığı birimleri tanımlıyor. Bu anlamda tüm hocalarımın bir kısmına destek oluyoruz. Mesela Elmadağ örneği Ankara’ya yaptığımız katkılar için de güzel bir örnek. Elmadağ ÖRSEM tesisi bir süredir kullanılmayan bir tesis iken rektör hocamızın döneminde 4-5 yıllık süreç içerisinde tekrar kazandırılan şu anda da çok aktif günlük rekreasyon kampları şeklinde kullanılan bir tesis oldu. Bu Ankara için öğrenciler için çok daha farklı imaj oluyor. Elmadağ aslında Ankara’da belki de en çok ihtiyaç olan rekreasyon alanlarından bir tanesi. Bizim orada bir kayak evimiz var. Şu anda 3 tane ÖRSEM tesisimiz aktif olarak kullanılıyor. Ankara sınırları içerisinde de Elmadağ bu anlamda önde. Hocalarımıza dönük 40-50 metrekarelik hobi bahçeleri var. Öğrencilerimiz paintball oynuyor. ÖRSEM tesisleri içerisinde bu şekilde öğrencilere katkı sağlıyor. Mesela düzenlediğimiz uluslararası öğrenciler etkinliğinde birbirlerini tanıyorlar. Türk öğrencilerle body usulünü biz de özellikle yurtlarda kullanıyoruz bu şekilde daha kolay alışmalarını sağlıyoruz. Uyum haftası bizde çok önemli hangi ilden gelirse gelsin İstanbul’dan da doğudaki bir ilden de gelse uluslararası bir öğrenci de olsa onlara bir uyum programı uyguluyoruz. Kendilerine özgü oluyor. Bu yıl uluslararası öğrencilerimiz uyum programından da çok memnun kaldılar. SGK’larını nerede yaptırmaları gerektiğinden yurt numarası nasıl alacak, nereye başvuracak bunlarla ilgili sağlık kültür ofisi olarak uluslararası ofise yardımcı oluyoruz. Yurtlar gerçekten çok önemli. Özellikle kız öğrenciler aileleri tarafından eğer güvenli bir KYK yurdu veya öğrenci yurdu yoksa özel yurtları sadece maddi imkânsızlıktan değil bu bahse konu hem güvenlik hem diğer konulardan dolayı endişelenip göndermek istemiyorlar. 7 tane yurdumuzda öğrencilerimize hizmet veriyoruz 2’si erkek 5’i kız yurdu. Kızlara ihtiyaçtan dolayı biraz daha öncelik vermiş oluyoruz. Bir de özel olan yurtlara yönlendireceksek bile Milli Eğitim’in denetimlerine ilave olarak oluşturulan komisyonlarımız gidip denetliyorlar. Böylelikle de yurt kapasitemizi de artırmış oluyoruz.
ÖĞRENCİLERİ BİLMEDİKLERİ SPOR DALLARIYLA TANIŞTIRIYORUZ
Uluslararası opera ve bale festivalleri, kapalı gişe oynayan filme, tiyatroya eserlere rektörümüzün de yine bizimle gelmesiyle giderek öğrencilerin motivasyonunu da sağlıyoruz. CSO’dan devlet tiyatrolarına kadar ücretsiz olarak öğrencilerimizi götürüyoruz. Onları yakinen hangi fakülteden ne kadar öğrenci yararlanmış takip ediyoruz. Uluslararası öğrencilerimize pozitif ayrımcılık yapıyoruz ayrı kontenjanlar sağlıyoruz. Sosyal kültürel faaliyetlerin haricinde spor tesislerimiz de önemli. Bu kampüste olimpik yüzme havuzumuz var. Hemen her yerleşkemizde kullanılabilir uluslararası standartlara uygun müsabakaların yapılabileceği spor salonları var. Hepsi halka da açık kullanımlarda değil ama müsabaka olduğu zaman açık. Bize başvurdukları zaman oynamalarını sağlayabiliyoruz. Teniste bin raket bin tenisçi isimli bir proje yapmıştık. Geçtiğimiz yıl üniversitemizin kuruluşunun 70. yılıydı. 70. yılda 70 bin kulaç ismiyle yüzme sporunda da proje yaptık. Burada amaç belki de öğrencilerin hiç tanışmadıkları, okul süreçlerinden sonra tanışamayacakları spor dallarıyla bungee jumpingten bu tür etkinliklere kadar bir kere tatmaları için hem ekipman sağlıyoruz hem de hocalarla ücretsiz dersler veriyoruz. Genelde bunlardan binlerce kişi yararlanıyor. Bize bağlı olarak çevreden de bahsedeyim. Çevre Koordinatörlüğü süreç içerisinde rektör hocamızın gördüğü ihtiyaç üzerine kuruldu. Başından beri çevre koordinatörlüğünü yürütüyorum. Kendim moleküler biyoloji genetik uzmanıyım, laboratuvarcı olduğum için bir takım yöntemler önererek üniversitemizde başta bir atık yönetim sistemini oturtturduk.
ŞEHİR HASTANELERİNE TIBBİ ATIK GÖRÜŞÜ VERDİK
Çevre ve Sağlık Bakanlığı’na özellikle bu şehir hastaneleri için görüş verdik. Çünkü şehir hastaneleri yapılıyor ancak atık bertaraf yöntemleri hem maliyetli hem de çevreyi çok tehdit eder şekilde yapılıyor. Bir kısmı Büyükşehir Belediyesi tesislerinde yakma ünitelerine dönüştürüldü. Ancak halen kontrolü ve diğer kısımlarla ilgili bir takım sıkıntılar var. Çevrede önemli olan aslında atığın tanımıdır. Biz bunların azaltılabilmesi için geliştirdik. Cebeci ve İbni Sina hastanemizde günde 3 bin kilo atıktan bahsediyoruz. Şu anda bunların toplamı 1.5 tonun altında. Doğru tıbbi atık tanımlamalarıyla pek çok hocamızdan görüş alınarak oluşturulan çalışmalar sonucunda maddi kısmı bambaşka bir şey ama çevre açısından çok büyük katkı olduğunu düşünüyoruz. Bunların yine şehir hastanelerinde gözetilmesi için üniversitemiz üzerinden görüşler verildi. Öğrenci topluluklarımız da SKS’den destek alıyorlar. Örnek vererek açıklayayım üniversitemizin hibrid bisiklet topluluğu var etkinlikleri basında çok yer alıyor. Öğrenci topluluğunun danışmanlığını da yürütüyorum. Bu öğrenci topluluklarına üniversite olduğumuz için rol modeliz. Bizim verdiğimiz mesajlar halka açıldığı zaman çevreyle de ilgili diğer sosyal kültürel alanlarla da olsa çok farklı etkiler yapıyor. Bunun bilici içinde yine rektörümüzün de katıldığı bir etkinlikle çöp toplama etkinliği yapılıyor. Bizim bir de dönüşüm orkestramız var. İkisinin bir araya geldiği bu etkinlikte biz aslında tamamen çevre temasını işliyoruz. Çöp toplanıyor aynı zamanda bisikletin bir ulaşım aracı olarak kullanılabildiği, yenilenebilir enerji kaynakları içinde olduğu gibi pek çok mesajı da veriyoruz.
ÜNİVERSİTE ETKİNLİKLERİNİN ŞEHRE YANSIMASI BÜYÜK
Rol model olduğumuzu düşünerek bu tür etkinliklerde birkaç öğrenci topluluğunu bir araya getiriyoruz. Mesela geri dönüşüm orkestrası Ankara Üniversitesi’nin öncülüğünde başladı ama İstanbul’da bile birkaç belediyede benzer etkinlikler geçtiğimiz yıl olmuş. Öğrencilerimiz geri dönüşüm ürünlerinden yaptıkları enstrümanları bir müzik dinletisinde kullanırken verdiği mesaj diğerlerinden çok farklı oluyor. Bunun gibi farklı alanlarda da var. Bir hidrocat var. Güneş enerjili ve hidrojenli araç yapıyorlar. Şehrin içinde uyuşturucuya hayır yürüyüşü yapan öğrenci topluluğumuz da var. Bizim hem çocuk üniversitemizin hem de öğrenci topluluklarımızın yaptığı bir takım etkinlikler var. Avrupa bilim şenliğinde Ankara’nın her yerinden bir kısmını yerel yönetimler bir kısmını biz getirdik pek çok okuldan öğrenciler buraya geldiler. Musa Göçmen’in katıldığı çocuk şarkılarıyla ilgili festival yaptık ona yine çocuklar geldiler. Özellikle bisikletle ilgili etkinliğimizde de bisikletle oryantinge hemen hemen tüm okullar ve halk katılımı aktif sağlanabildi. Bu anlamda Ankara Üniversitesi olarak şehre bu etkinliklerin yansıması anlamında güzel bir örnek olduğumuzu düşünüyorum. Çocuk Üniversitesi çocuk bilim merkezi var. Her yıl yaklaşık 5 bin ilkokul ortaokul öğrencisi buradan geçiyor. Böcekten toprağa kadar tohumdan matematiği kadar pek çok alanda kurslar veriyor. Sertifikalarını alıyorlar. Yaşlı ve kadın engelli çalışmaları toplumun her kesimine dönük merkezi olan toplumla çalışmaları özdeşleştiren birimlerimiz de var.
BAŞKAN GÖKÇEK’E ‘RÜZGARLI’ TEKLİFİ
İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Prof. Dr. Gökhan Atılgan:
Türkiye’nin ilk iletişim fakültesiyiz. Türkiye’nin ilk iletişim fakültesi gazetesi bizim fakültede çıktı. Radyomuz 5 kıtada dinlenen uluslararası bir radyo, fakültemizden yayın yapıyor. Ama bilinmeyen bir yön bizim fakültenin içi aynı zamanda bir basın müzesi. İlkel kameralar, ilk baskı aletleri, ilk daktilolar ilk kullanılan her şey ilk döküm kalıpları fakültede sergileniyor. Buradan yola çıkarak benim şöyle bir önerim olacak. Medyanın merkezi olarak hep İstanbul bilinir ama Ankara Türk basın tarihinin en önemli merkezlerinden birisi. TRT, Anadolu Ajansı burada kurulmuş. Bazı gazeteler burada kurulmuş. Türkiye’nin entelektüel tarihine damga vuran dergiler burada yayınlanmış. Siyasi, fikir, sanat, şiir dergileri pek çok düşünce hayatımıza damga vuran dergiler de burada yayınlanmış. Bir de Rüzgârlı sokağımız var. Türkiye‘de Cağaloğlu’ndan sonra basının önemli merkezlerinden birisi olarak adlandırılan bir yer. Hazır sayın belediye başkanımız Rüzgârlı’ya çeki düzen vereceğini ilan etmişken, kendisi de gazetecilik okulu mezunu iken acaba Ankara’da büyük bir basın merkezi kuruluşunun Rüzgârlı Sokak’ta inşa edilmesi mümkün olabilir mi. Buraya katkımızın büyük olacağını düşünüyorum. Türkiye’ye hem müzecilik hem de şehircilik tarihi bakımından da son derece önemli bir katkı olabileceğini düşünüyorum. Bizim fakültemiz bu işe dört elle sarılacaktır.
ANKARALI OLMANIN BELGESELİNİ YAPALIM
Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatma Bıkmaz:
Özellikle yurtdışına çıkıp geldikten sonra şehirle olan ilişkiniz daha bir göze batar bir hale geliyor. 2011’de bir sene yurtdışında kalıp geldikten sonra şehrin hakikaten insan yaşamından uzaklaştığını kendimizi ait hissetmediğimizi görme tecrübesini yaşadım ve çok üzüldüm. Yaşam alanlarımız zayıflamaya başlamış yollar çok abartılı. Şehre olan aidiyetimizi git gide kaybettiğimize ait olan bir farkındalık gelişti. İnsan yaşadığı yere nasıl ait olur onu düşündüm. Ne olsaydı daha iyi ait hissederdim diye bulunduğum yeri şöyle bir gözlemledim. Yeni yerleşim yeriydi. Uzun süre bir park yoktu bir süre sonra bir park yapıldı. Park olmadan önce insanlar yoktu bir süre sonra baktık orada çok güzel bir yaşam alanı yeşerdi. Gençler, çocuklar hareketlenmeye başlandı. Yapılan mimari şehrin yaşamını değiştirdi, dönüştürdü. Bizzat bunu 1.5-2 ay içinde gördüğümde ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Aidiyet insanın yaşamına dönük bir düzenleme yapıldığında ortaya çıkıyor. Üniversitemiz olarak şöyle bir fırsatımız var; 17 tane fakülte bir o kadar yüksekokul var ve hemen hemen Ankara’nın tüm ilçesinde de var gibiyiz. Elimiz her dakika şehrin içinde. Eğitim fakültesi olarak çok sesimiz çıkmıyor görülebilir ama biz aslında elimiz taşın altında hızla çalışıyoruz. Özellikle Mamak bölgesi ilgi alanımızın çok içerisine giriyor. Orada sadece öğrenci ve okullarla değil velilerle de geçtiğimiz yıl çok güzel bir çalışma başlattık. İlgi duydukları ve ihtiyaç duydukları çocukların eğitiminde ilçe milli eğitim müdürlüğüyle bağlantı kurarak o konular belirlendi ve onların ayağına biz gittik. Onları kampüse davet etmedik belediyenin ayarladığı büyük bir kongre merkezinde buluşma yaptık. Güzel dönükler aldık. Konuları biz belirlemedik. Onların ihtiyacını biz belirlemedik onlardan geldi. Davranış problemleri, daha iyi anne babalık nasıl yapılır, çocuğun okuldaki başarısına nasıl katkıda bulunabiliriz gibi konular oldu. Bir taraftan bu çalışmalar sürerken bir taraftan da ilçe milli eğitim müdürlüğü dedi ki sizin çok güzel Tandoğan kampüsünüz var biz orada bilim şenliği yapmak istiyoruz, anne ve babalar katılmak istiyoruz. 10 bin kişinin ziyaret edeceği ama üniversite olsun istedik dediler. Cebeci’yi söylediler ama bizim o kampüsümüzde o kadar büyük bir alan yok. Buradaki müthiş güneş meydanımızda onlara bu yaz birkaç gün sürecek bir organizasyonu yapacağız. Orada bilim şenliği olacak anne ve babalar da ziyaret edecek. Böylece öğrencisiyle, velisiyle ve hocalarıyla birlikte daha büyük bir kitle ziyaretçiye açık olacak. O havayı anne babaların da öğrencilerin de solumuş olmaları bence çok önemli. Çocuk Üniversitesi yaptığı birçok çalışmayla zaten anneleriyle babalarıyla birlikte çocukları buraya davet ediyor. O üniversiten havasının soluma bilincini çok erken yaşta çocuklara zaten kazandırıyor.
TOPLUMA HİZMET ÜNİVERSİTENİN ÇOK ÖNEMLİ GÖREVİ
Kentli olmak konusu konuşulurken de aklıma şunlar geldi. Burada çok farklı alanlardan hocalarımız var çok güzel bir projeye dönüştürülüp eğitim fakültesi olarak biz de Ankaralı olmak ne demektir bir belgesel haline dönüştürüp güzel bir çalışma yapabiliriz. Ne görmek istiyorlar, nasıl bir Ankara, tanınmak istedikleri yönleri neresidir. Belki bu boyutları daha disiplinlerarası bir çalışmayla yapılabilir. Bir kadın olarak özellikle bu şehirde yaşarken özellikle trafikteki faciayı bir şekilde dile getirmeli miyiz diye de düşünüyorum. Ankara’da trafikte kadın olma gibi bir çalışma da yapılabilir. Hem artıları hem eksileriyle çok güzel olabilir. Çocuklara bunun eğitimini veriyoruz ama halkın eğitimi açısından biraz bu konuya özel dokunulması gerekiyor. Topluma hizmet çalışmaları üniversitenin çok önemli bir görevi. Biz de öğretmen adaylarına zorunlu olarak bu çalışmaları yaptırıyoruz. Bu noktada da epey çalışmamız var. Engelliler için, yarı açık cezaevlerindeki özellikle çocuklar için geçtiğimiz yıl çok ciddi çalışmalar yaptık. Topluluklarımız çok emek de verdi. Drama, tiyatro ve halk oyunları topluluğu özel istekle onların sağladığı olanaklar ve bizim sağladığımız olanaklarla çok güzel çalışmalar yaptılar. Bunlar dile gelmiyor gerçekten öğretmenlerimiz de hocalarımız da bu çalışmaların içinde oluyor.Kütüphanelerimize dışarıdan talep çok. Okuyucu olarak yararlanmak itiyorlar. Hep şunu düşündüm her semtte neden bir tane halk kütüphanesi yok. Çok rahatlıkla yapılabilir ve halk çekebilir. Ev kadınları için de yaşlılar için de sadece çocuklara değil herkese. Bu mekânları oluşturursak ilk başta söyledim mekânları oluşturduğunuzda talep olmuyor ama bir süre sonra orada başka bir yerde yaşam başlıyor.ODTÜ’de bir mimarı dinlemiştim o söylemişti Atatürk’ün çiftlik bölgesini aldığında yolları yaparken ve lokantaları yaparken oradakiler bu kadar büyük yapmayın bu kadar gelmeyebilirler demişler ve o göreceksiniz bir süre sonra kendi yaşam biçimini oluşturacak burası demiş. Onun için biz yapalım ben inanıyorum eğer belediyelerde bu konuda destek verirse halkı da dönüştürecek bir noktaya gelebiliriz.
MEZUNLARIMIZIN CİDDİ BİRİKİMİ VAR
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kadir Güldal:
Kuruluş amacımızı ve Ankara’ya geliş amacımızı düşündüğümüz zaman Ankara’dan yada başkentten ayrılmamız mümkün değil. İlk kuruluş amacımız Osmanlı döneminde olmakla beraber sonuçta devlete bürokrat yetiştirmek ve Ankara’ya gelişimizin temeli de bu aslında. Sonuçta cumhuriyet ilkelerini benimsemiş cumhuriyet idaresini layıkıyla sürdürebilecek bürokratlar yetiştirmek. Kuruluş tarihi olarak baktığımız zaman ilk gelen fakültelerden birisi olduğumuz için en Ankaralı fakültelerden birisiyiz. Kamu çerçevesinde yürütülen birçok faaliyetimiz var. Biz sadece sanki kamuya, siyasete hizmet ediyormuşuz gibi bir faaliyetimiz yok. Pek çok gazetecimiz, şairimiz, yazarımız, siyasetçimiz, başbakanımız var. Mutlaka bu işlerin hep içerisindeyiz. Özel sektörle de çok yakından ilişkiliyiz. Başka üniversitelerde iktisadi idari bilimler fakültesi olarak faaliyet gösteren bölüm biz de siyasal fakültesi içerisinde. İşletme, iktisat, maliye, çalışma ekonomisi. Bunlar Her ne kadar devlete üst düzey insan yetiştiriyorlarsa da özel sektörle de yakından ilişkiliyiz. Klasik ifade ile üniversite ile pratik arası kısmen kopuk. Bu bizim bölümler olarak yaşadığımız en önemli sorun. Zaten bir işletme bölümü, iktisat bölümü ne kadar dışarıyla, iş hayatıyla, şirketlerle buluşabiliyor tartışılır. Biz de zorunlu staj uygulamalarımız yok öğrenci dışarı çıkıp staj yapmıyor ama kendileri bir yer bulabiliyorlarsa bir şekilde staj yapabiliyor. Üniversitemizde mühendislik, fen fakültesi iş dünyasıyla her zaman biraz daha yakın görünüyor. KOSGEB’le olsun sanayi odasıyla olsun çok daha iç içe görülüyorlar. Bizim belki o boyutuyla işi biraz daha ileriye götürmemiz lazım. Özellikle KOSGEB bizim çok daha yakın çalışabileceğimiz bir kurum. Ankara bir sanayi kenti değil. Sanayi var ama büyük şirketler yok veya çok az sayıda daha çok KOBİ’ler var KOBİ’lerin bir şekilde girişimcilik boyutuyla finans boyutuyla olabilir muhasebe alanıyla olabilir danışmanlık verebilmek ya da onlara yol gösterebilme açısından projeler yürütülebilmesi çok açık. Belki bizim daha çok Ankara açısından verebileceğimiz katkı bu şekillerde olabilir diğer türlü kamuya her zaman katkımız var. Devlet yönetimine, bürokrasiye, uluslararası ilişkiler yönüyle Dışişleri Bakanlığı gibi her zaman bir katkımız var. Ülke yönetimi Ankara’dan yapılıyorsa burada her zaman katkımız oluyor. Kent hafıza merkezi önerisiyle ilgili yıllar önce AKM’nin olduğu bölgenin bu iş için uygun olabileceği hep söylendi. Ulus’a yakınlığı, şehrin eski merkezi diyebileceğim yerlerden bir tanesi orası olabilir. Onun üzerine gidilirse o tip bir şey olabilir. Müzecilikten bahsediliyor. Bizim mezunlarımızın çok ciddi anlamda bir birikimi var. Bu zaman zaman gündeme geliyor. Bir Mülkiye Müzesi gibi bir müze olabilir. Önemli bir şey olacak eğer yapabilirsek arşiv anlamında ülkenin geçmişine dönük çok ciddi bir birikimimiz var. Bu sadece sergilenecek eşyadan çok belge arşivi çok ciddi anlamda belge arşivi var. Bunları harekete geçirebilirsek Ankara’ya bu anlamda çok ciddi katkı sağlayacağımızı düşünüyorum.
YETENEKLERİMİZDEN KENT YARARLANMIYOR
Teknoloji Transfer Ofisi Yöneticisi Prof. Dr. Atila Yücel:
Teknoloji Transfer Ofisi olarak biz üniversitemizin maddi olmayan varlıklarının yönetimini yapıyoruz. Maddi olmayan varlıklardan kastımız bilgi birikimleri, teknolojik deneyimleri, kamu ve özel sektöre verebilecek hizmetlerin yönetimini yapıyoruz. Bu Türkiye üniversitelerinde büyük bir eksiklik olarak görüldü ve bunun üzerine üniversitemizde böyle bir organizasyonel yaparak üniversitenin dışarı verebilecek hizmetlerinin temas noktası olarak bizi görevlendirdiler. Ankara Üniversitesi’nin yetenekleri çok fazla. Ben şahsen eski bir Ankara Üniversiteli olarak bu kadar yeteneğimizin olduğunu bilmiyordum. Daha fazla öğrenmeye başladım. Üniversitemizde 4 bin 500 akademisyen var. Bu 4 bin 500 akademisyenin 2 bine yakını öğretim üyesi yani profesör, doçent, yardımcı doçent. Bunlar ilginç bir şekilde yüzde 50’si sosyal, yüzde 50’si yaşam bilimleri şeklinde ayrılmış vaziyette. Bu kadar geniş kadrolu üniversitenin yeteneklerinden kentlerimizin yararlanamadığı kesin. Üniversite kendisi açısından bu boşluğu doldurmaya çalışıyor fakat tabi oradaki sorun şu; kentlerin sahibi kim, problemleri çözmekle kim yükümlü. Bu soruların biz kendimizi sahip olarak görüyoruz. Kentle ilgili yeteri kadar yetkimiz var mı derseniz bence yok. Ne parasal yetkimiz var ne de bunu icra etme yetkimiz var. Değinilmeyen noktalara değinmek istiyorum. Tıp alanında yaptığımız birçok çalışmalarımız var. Kordon kanı bankacılığı, beyin araştırmaları, kalp kapakçığı üretimi, kök hücre çalışmaları, kanser tespitleri, yapay organlar gibi yeni teşhis ve tedavi yöntemleri üzerine akademisyenlerimiz çalışıyor. Bazıları doğrudan doğruya bazıları sanayi yoluyla, ticarileşme çalışması içinde olduğumuz alanlar. Ziraat alanında çok fazla çalışmamız var. Zararlılarla mücadelede kimyasal yerine biyolojik mücadele, akıllı tarım, topluma yönelik sağlıklı ve güvenilir tarım ürünleri diye özetlenebilir. Veterinerlik alanında zehirlenmelere karşı tıbbi ürünler, probiyotikler, tehlike altındaki endemik bitkiler ve hayvan türlerinin korunması çalışmalarımız var.
TEKNİK OLARAK YAPAMAYACAĞIMIZ ÇÖZÜM YOK
Mühendislik fakültelerimizde yenilenebilir enerji, enerji tasarrufu teknolojileri üzerine çalışmalar, süper iletken malzemeler, stratejik kimyasallar, uzay bilim teknolojileri, sağlıklı gıda teknolojileri, yapay zekâ teknolojileri, radyolojik görüntüleme cihazları gibi çok sayıda çalışmalarımız var. Hukuk fakültemizde fikri sınai haklar mülkiyet alanında hakların korunması, patent faydalama değer alanında önemli çalışmalar yapılıyor. Eczacılık fakültemizde doğal kozmetik ürünler üzerine geliştirilen teknolojiler ve ürünler mevcut. Her fakültemizin aslında sayfalar dolusu ürünleri var. Burada esas olan kent yönetimiyle üniversitemiz arasındaki görev tanımlarının yapılması lazım. Ankara Keçisi ile ilgili veteriner fakültemizde çok ciddi çalışmalar var. Irkın korunması ile ilgili çok önemli çalışmalar yapılıyor. Sosyal bilimlerde de benzer katkıların üniversitemiz tarafından verilebileceği çok açık. Sosyal bilimlerde bine yakın öğretim üyemiz var. Çok olağanüstü, çok geniş yeteneklerimiz var bu yeteneğimizi kentlerin kullanması lazım. Görevleri dağıtması lazım bize belirli alanlarda 10-20 yıllık projeler verip bizleri görevlendirmesi, çalışmaları desteklemeleri çok önemli. Bu tamamen organizasyon. Siyasal Bilgilerin mesela burada çok katkısı olacaktır. Çünkü bizim ana problemimiz yönetim. Gerçekten teknik olarak yapamayacağımız çözüm yok. Bize verilen herhangi bir soruyu hallederiz biz üniversite olarak ama yönetim olarak bunun görev tanımı altında yeterli mali kaynakla desteklenmiş yıllara yayılmış şekilde bize sunulması lazım.
GÖKYÜZÜYLE DE UĞRAŞIYORUZ
Fen Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Özlem Yıldırım:
Astronomi ve uzay bilimleri çalışmalarımızla yeryüzüyle değil gökyüzüyle de uğraşıyoruz. Mesela Rasathanemiz var halka açık. Geleneksel olarak yılda bir kere düzenlenen özel günler var. Yıldız kayması gibi. Çocukların ayrıca eğitim programlarında yer alan bir çalışma. Aynı zamanda Çocuk Üniversitesine katkımız var. Herbaryumumuz var müze olarak gezilebilir. Zooloji müzemiz var. Herbaryumda yaklaşık 40 bin çeşit bitkimiz var. Buna ait güzel bir sergileme yerimiz var. Hayvan müzesi de daha gelişmiş bir yere kavuşacak. Özellikle sadece Ankara içindeki okullar değil Ankara dışından da talep var. Probiyotiklerden tutun kimya bölümümüzdeki çalışmalara kit oluşumuna kadar hocalarımız kendi alanlarında uzmanlıklarını oluşturuyorlar. Bunun halka yayılması çalışmaların dönüşümü zaman alacak bir süreç. Rektör hocamız bize el uzattı. Fakülteler para anlamında çok zengin değildi. Bu gelişmeler laboratuvarlarla başladı projelerle desteklendi şimdi meyvelerini vermeye başlayacak. Organize olursak bize yapacaklarımız söylenirse her alanda bunları daha iyi kullanıma açabiliriz diye düşünüyorum buna gücümüz var.
RAKAMLARLA ANKARA ÜNİVERSİTESİ
62 bin 460 öğrenci, 9 bin 482 öğretim görevlisi ve idari personel, 17 fakülte, 1 konservatuvar, 1 yüksekokul, 10 meslek yüksekokulu, 13 enstitü, 108 lisans, 43 ön lisans programı, 603 proje, 2 bin 531 yayın
Hürriyet Ankara ile bir araya gelen Ankara Üniversitesi’nde heyetinde Rektör Prof. Dr. Erkan İbiş, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ayhan Elmalı, Teknoloji Transfer Ofisi Yöneticisi Prof. Dr. Atila Yücel, Öğrenci ve Bilişim Koordinatörü Prof. Dr. Ayşen Apaydın, Bilgi Hizmetleri ve Yayınevi Koordinatörü Prof. Dr. Doğan Atılgan, Sağlık Kültür ve Spor Koordinatörü Prof. Dr. F. Duygu Özel Demiralp, Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatma Bıkmaz, İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden Prof. Dr. Gökhan Atılgan, Uygulamalı Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Harun Tanrıvermiş, Ankara Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ANKAMER) Prof. Dr. Hülya Taş, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İhsan Çiçek, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kadir Güldal, Öğrenci Konseyi Yönetim Kurulu Üyesi Araştırma Görevlisi Melek Karacaoğlu, Fen Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Özlem Yıldırım, Uluslararasılaşma Koordinatörü Prof. Dr. Sibel Süzen, DTCF Arkeoloji Bölümü Prof. Dr. Tayfun Yıldırım ve Sanat Tarihi Bölümü Prof. Dr. Ziya Kenan Bilici yer aldı.