Güncelleme Tarihi:
Ankaralı söyleşilerde ağustos konuklarımız, bu yıl basılan “Ankara Öyküleri”nin derlenmesi ve yayına hazırlanmasında emeği geçen iki yazar, Tekgül Arı ve Tolga Aydoğan. Hayatlarının bir döneminde veya büyük kısmında Ankara’da bulunmuş 21yazarın, yaşadıkları kentle özdeşleşmiş öykülerinin yer aldığı, benim de bir öykümle katıldığım “Ankara Öyküleri”, yazarlarının bağ kurduğu kadar, kent yaşamında iz bırakan mekânlara taşıyor okurlarını. “Bedenim Tetikte” öykü kitabı ile Nisan 2013’de Ankara Hürriyet’in konuğu olan (http://www.hurriyet.com.tr/ankara/23094504.asp) Tekgül Arı, bu söyleşimizde eylülde raflarda yerini alacak yeni romanı “Aşk Susmadan Git”in haberini bizlerle paylaşırken, Ankara’da yaşamanın ve yazmanın inceliklerini anlattı. “Daha fazlası, söyleşimizin satır aralarında saklı…
TEKGÜL ARI: ANKARA YAZAN-YAZDIRAN KENT
-“Bedenim Tetikte” öykü kitabınız üzerine yaptığımız söyleşiden bu yana yazın çalışmalarınız nasıl sürüyor? Derlemeler, dergiler ve köşe yazıları dışında okurlarınıza hangi tür üzerinden seslenmeyi düşünüyorsunuz?
T. Arı: Sizinle yaptığımız ilk söyleşide, onkoloji hastanesindeki tedavim yeni tamamlanmıştı. İçimde kırılmış harfleri ayağa kaldırmış, kaybettiğim kelimelerin peşine düşmüştüm. Gülsün öykülerine, o uzun tedavi döneminde, kaybettiklerimi yakalamak için hastanede sığınmıştım. Şu bir gerçek ki, kelimelerinizi kaybetseniz bile düşlerinizi hiç kaybetmiyorsunuz. Düşler, sizin yolunuzu açıyor, kaybettiklerinizi yeniden size sunuyor. Aslında 2011 yılında kapıma yardım için gelen genç bir kızın bana yazdırdığı bir öykü vardı ve sürekli uzuyordu, yani öykünün doğasından oldukça uzaklaşmıştım. Bir kenara attığım bu öykü, tekrar ortaya çıktı. Gülsün öykülerinin arasına sızdı ve evrilerek bir roman oldu. Eylül ayında, Notabene Yayınları tarafından “Aşk Susmadan Git ” adıyla okuyucunun karşısına çıkacak.
- Son yıllarda Ankara seçkilerinin sayısında bir artış var. Efnan Dervişoğlu’nun “Kadın Öykülerinde Ankara”sından sonra, sizin yayına hazırladığınız “Ankara Öyküleri” kentin yazın hayatında bir farklılık/farkındalık yarattı mı, ne dersiniz?
T. Arı: Yazar arkadaşım Tolga Aydoğan’ın fikriydi Ankara öyküleri. İyi ki düşünmüş. Ankara, yazan-yazdıran bir kenttir. Yazın adına değil de, Ankara öykülerinin görülmesi adına bir farkındalık yarattığını düşünüyorum.
“Kaldırım taşlarının arasında aşkı bulur, sokak aralarında kaybedersiniz”
İSTANBUL'A YAZAR GÖÇÜ AZALIYOR
-Ankara, İstanbul karşısında neden hep kendini savunma çabasındadır? Cumhuriyet döneminden itibaren yazar ve edebiyatçıların en nihayetinde İstanbul’a göçmesi buna bir nedendir diyebilir miyiz?
T. Arı: Elbette yazarın göç etmesi bu savunmayı tetikliyor. Aslında bu göçe direnen önemli Ankaralı yazarlarımız da oldu. Hasan Ali Toptaş, Cemil Kavukçu gibi. Son yıllarda bu savunma hali teknoloji sayesinde kırılıyor ve İstanbul’a yazar göçü azalıyor artık.
- Elbette ki Ankara’nın başkent olduktan sonraki kazanımları büyüktür, fakat Ankara ne yoktan var edilmiş “gri bir şehir”, ne de Anadolu ortasında bir “kasaba azmanı”dır. Ankara’nın evrimleşmesi kent edebiyatçılarına nasıl yansımıştır; bu dönüşümün etkileri günümüzde nasıl hissedilmektedir?
T. Arı: Ankara, tüm siyasi ve ekonomik kararların alındığı, ülkenin nabzını tutan bir kenttir. Bunu kimse görmezden gelemez. Edebiyatçı, yazın adına bu atışların getirdiği değişimlerden etkilenmekte ve bunları eserlerinde artık göstermektedir. Özellikle son yıllarda Ankara temalı eserlerin yazılıyor olması ve ilgi çekmesi bu evrimleşmenin etkisi diye düşünüyorum.
- Ankara onlarca romanı, yüzlerce öyküyü yazdıracak malzemeyi kuytularında, çıkmazlarında, caddelerinde biriktiriyor; yazarların onu keşfetmesi için saklıyor mu gerçekten? Bu noktada sizin açınızdan Ankara’da yaşamak ve yazmak nasıl gerçekleşiyor?
T. Arı: Ankara gerçekten düşleri ortaya çıkaran bir kent. Gökyüzüne baktığınızda; bulutların arasında denizleri, su birikintisinde gölleri bulursunuz. Bir ağaçla ormanlar kurarsınız, bir damla gözyaşıyla yağmurları yağdırırsınız. Bir üflemede fırtınalar çıkarırsınız. Kaldırım taşlarının arasında aşkı bulursunuz, sokak aralarında kaybedersiniz. Aslında kendinizi dinlemenizi sağlayan, bu arada fısıltıları bol bir kenttir. Sizinle konuşur, konuşturur.
TOLGA AYDOĞAN: MAHZUN BİR ÇOCUKTUR ANKARA
-Ankaralısınız, senaristlik yapıyorsunuz, aynı zamanda edebiyat yazarısınız. Yazın yolculuğunuz Ankara’da sürüyor; bu noktada Ankara’nın edebi hayatını nasıl görüyorsunuz?
T. Aydoğan: Ankara ile ilgili kitaplar maalesef çok az. Karalanan metinlerin hemen hemen hepsi İstanbul’u konu ediniyor. Edebiyatı yaşatma, söyleşi ve kültürel etkinlik bakımından da yine Ankara çok kısır bir durumda. Ankara’nın biraz sevgiye ve ilgiye ihtiyacı var. Kızılay’daki Dost Kitabevi sadece buluşmak için sözleşilen bir nokta olmamalı, içine girip kitap da alınmalı.
-“Yalnızlık Mevsimi” ve “Yabancı”da siz de Ankara’yı mekân olarak kullanıyor; kaldırımlarında soluk alıp vereceğiniz bir Ankara romanı olarak tanımlıyorsunuz. Aynı zamanda tahrip edilen, kıymeti bilinmeyen, “gri bir şehir” tanımlaması yakıştırılan bir kent Ankara; peki bu yaklaşımlara katılıyor musunuz?
T. Aydoğan: İstanbul evlattır; Ankara ise üvey evlat… Senaryonun, edebiyatın, ekonominin, kültürel aktivitelerin hep merkezi İstanbul’dur. Ankara bu noktalarda maalesef dışlanmış, gri ve soğuk bir şehir olarak belleklerde yer etmiştir. Türkiye’nin başkenti Ankara’dır ama kalbi İstanbul’dur. İstanbul, bu noktada zengin ailenin şımarık bir çocuğudur, Ankara ise bayram sabahı şeker toplayamayan mahzun bir çocuktur.
-Yakup Kadri’nin “Yaban”ıyla başlayan süreçle, Ankara pek çok yazarın öykü ve romanlarında mekân olarak yer aldı. Ama Kafka-Prag, Joyce-Dublin, Dickens-Londra örneğindeki gibi Türk Edebiyatında Ankara’ya vurgu yapacak, adı Ankara’yla özdeşleşerek anılacak tek bir yazarın öne çıkmamasının nedeni ne olabilir?
T. Aydoğan: Attila İlhan, Nazım Hikmet, Orhan Veli belki Ankara’da doğup büyüse Ankara’yla ilgili anılacaktı. Orhan Veli, İstanbul’u dinlemezdi gözleri kapalı, Ankara’yı dinlerdi; ama bu sefer Orhan Veli de Orhan Veli olamazdı belki de. Çünkü yazarları, İstanbul’da hâkim olan bir medya parlatıyor, medyada değilseniz çemberin dışındasınızdır. Ayrıca rahatsız olduğum bir konu da şu; Kafka Prag’sa Behzat Ç. Ankara mı? Bunu da sorgulamalıyız. Dizisi yapılınca “Aaa! Ankara’da geçiyor” diye Ankaralılar sahiplendi. Lan’lı lun’lu konuşmak, “la bebe” diye hitap etmek Ankara değildir. Ankara’yı daha saygın eserlerle özdeşleştirmeliyiz.
ANKARA KORUNAKLI VE SAKİN BİR LİMAN
-Bir söyleşinizde “İstanbul’da yaşayacak kadar çılgın değilim.” diyorsunuz. Yazarlığınızı, üretkenliğinizi burada sürdürmek istemeniz nedendir; Ankara daha mı korugan İstanbul’a göre? Bu kentte sizi besleyen ayrıntılar, kaleminizin mesai yaptığı mekânlar hangileridir?
T. Aydoğan: İstanbul’da öyle bir koşturmaca var ki yazmaya vakit bulamıyor insan. Benim 4-5 yılım İstanbul’da geçti ve adeta kaçıp Ankara’ya sığındım. Yahya Kemal demiş, İstanbul’a bakıp şiir yazan da var, küfür eden de… Ben sanırım ikinci kısma giriyorum. Evde çalışmaktan bunaldıysam laptopumu alarak Tunalı’da bir kafeye gidiyorum. Bazen Seğmenler’de yürüyüş yapıyorum ve notlar alıyorum. Ankara’da deniz olmasa da Ankara benim için korunaklı ve sakin bir liman…
-Sizin de derlenmesine katkıda bulunduğunuz, hatta bir öykünüzle katıldığınız “Ankara Öyküleri” seçkisinden söz eder misiniz? Sizce öyküler Ankaralıya ulaştı mı ve Ankaralı okur bu kitabı ne kadar sahiplendi?
T. Aydoğan: Ankara Öyküleri’nin düşünce babası benim, derlemesinde de Tekgül Arı’nn büyük emeği var. Kitabın içinde de Hakan Bıçakcı, Yunus Nadi Ödüllü Adnan Gerger ve Alper Akçam gibi önemli isimler de yer aldı. Çok da iyi bir kitap oldu. Bildiğim kadarıyla üç bin adet sattı. Beş milyona yakın Ankaralı bir nüfus var. Sanki biraz daha fazla ilgiyi hak ediyordu bu kitap. Ben hep “Ankara’nın kıymetini en iyi Ankaralılar bilir.” derim, bu noktada Ankara Öyküleri’nin de kıymetini bilmeliyiz diye düşünüyorum.