Güncelleme Tarihi:
Özcan Karabulut; Hüzünle Bazı Günler, Baştan Sona Yalnızlık, Belki de Kaybeden Zaman, Aşkın Halleri öykü kitaplarından sonra 2009 Yunus Nadi Ödülü’nü kazandığı ilk romanı Amida, Eğer Sana Gelemezsem ile okurlarının karşısına çıktı. Ankara’da yaşayan ve Ankara için üretmeye devam eden Karabulut, aynı zamanda Ankara Öykü Günleri’nin kurucusu ve 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nün fikir ve isim babası...
- ODTÜ Edebiyat Kulübü ve Edebiyatçılar Derneği Başkanlığı, öykü dergilerinde Genel Yayın Yönetmenliği görevlerini üstlendiniz. Öykücü ve roman yazarısınız… Birden fazla kimliğiniz var. Bu süreç nasıl gelişti?
1978 yılında yazmaya başladım. ODTÜ’de öğrenciydim, çoğu üniversiteli gibi ben de politik mücadelenin içindeydim ve bir ucundan da edebiyatla ilgileniyordum. Edebiyat hayatımı besliyor, zenginleştiriyordu. Beni şaşırtan, etkileyen yazarlar, şairler oluyor, okuyordum. Eleştiriler, sorgulamalar başladı. Kendimi Edebiyat Kulübü’nde buldum. Edebiyat Kulübü’nde, bir etkileşim ortamında arkadaşlarla birbirimizi yetiştiriyorduk diyebilirim. Haydar Ergülen, Ali Cengizkan o yıllardan anımsadığım arkadaşlarım. Dergi, bülten çıkarır, edebiyat söyleşileri yapardık. Şiirin sergilendiğini biliyordum da, sanırım ilk kez biz sergiledik öyküyü. ODTÜ’lüler duvarlar boyunca öykü okudular. ODTÜ yurtlarında yazdığım ilk öyküm “Gecedeki Sevgili”den son yazdığım öykü “Cin Ziyaretleri”ne, ODTÜ Edebiyat Kulübünden kurucularından biri olduğum Edebiyatçılar Derneği’ne, ardından Türkiye PEN Merkezi’ne ve Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği’ne, Sait Faik’ten Cemal Süreya’ya, Çehov’dan Cortazar okumalarına, ODTÜ’de çıkardığımız Yasak, Vurgu dergilerinden Düşler Öyküler ve İmge Öyküler’e, Dünyanın Öyküsü dergisinden 14 Şubat Dünyanın Öyküsü dergisine, Uluslararası Ankara Öykü Günleri’nden fikir babalığını yaptığım 14 Şubat Dünya Öykü Günü’ne, beni ODTÜ’lü kimliğimin, Edebiyat Kulübü’nün taşıdığını söyleyebilirim. Yazınsal türümün sadece öykü olduğunu düşünüyordum. Sonunda ben de bir roman yazdım: Amida, Eğer Sana Gelemezsem. Cortazar’ın deyişiyle, bu kez bir boks maçında olduğu gibi nakavtla değil de, puan toplayarak kazanmayı denedim.
KENDİ SESİMİ BULMA ARAYIŞI
-“Kendi sesimi bulma yönünde bir arayıştır öykü, benim için.” diyorsunuz. Tutkulu bir öykücü için o arayış bir gün biter mi ya da biterse, sesinizi nasıl duyurmayı seçersiniz?
Bugüne kadar yaşadıklarımdan, okuduklarımdan ve yazdıklarımdan öğrendiğim şey, arayışın kolay kolay bitmeyeceğidir. Bana birden fazla kimliğimi veren ne varsa, sesimi bir şekilde duyurabileceğimi gösteriyor. Bir roman daha yazmak isterim, uzun süre dergi çıkarırım. Öykü yazmakta ısrar ederim elbette. Günüyle, günleriyle, dergileriyle öyküyü yükseklere çıkarmakta da ısrar ederim.
- Öyküye adanmış bir ömürden sonra roman yazdınız. Katıksız bir öykücünün roman yazmayı istemesinin nedenleri sizce nelerdir?
2000’li yılların başında sokakta çalışan çocuklarla ilgili bir projeyi hayata geçirmek üzere Diyarbakır’a gittim. Doğduğum kent Adana dâhil, Türkiye’nin pek çok bölgesinde bu tür projelerde çalıştım, ama Diyarbakır’dan etkilendiğim kadar hiçbir kentten etkilenmedim. Diyarbakır’dan dönmüştüm ve hâlâ kentin etkisi altındaydım. Kafamı meşgul eden, yazmadan rahat edemeyeceğim temalar vardı. Bir ya da birkaç öykü yazıp Diyarbakır’dan kurtulacağımı sanıyordum. “Gece, Bir Otel Odasında” adlı bir öykü de yazdım. O yıllarda son öykü kitabım Aşkın Halleri’nden bu yana yazdığım tek öyküydü bu. Üstelik ısmarlama bir öykü... Elim ne zaman yazmayı düşündüğüm öteki öykülere gitse, kendimi uzun bir anlatının içinde buluyordum. Bana kendini duyuran temalar, elimdeki malzeme daha fazlasını dayatıyordu: Bu bir romandı. Öyküden gelmiş, öykü günleri düzenlemiş, 14 Şubat’ın Dünya Öykü Günü olarak kutlanmasını önermiş, öykü dergileri çıkarmış bir yazar olarak, romanın revaçta olmaya başladığı bir dönemde roman yazmamak için direndim, ama başaramadım: Roman, yazmaya mecbur etti beni adeta.
EDEBİYAT SUYA SABUNA DOKUNUYOR
-“Amida,...” yasak aşk teması üzerine kurulsa da, 2000’lerde ülkenin hâlâ önemli sorunlarından biri olan çocuk işçiler gerçeğini de vurguladı. Uğur’un “üç pantolon” hikâyesindeki “Amcalar pislik yapıyor.” itirafı, belki de en sarsıcı bölüm. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Amida, bir zamanlar Diyarbakır’ı yöneten bir kadın hükümdar. Onu günümüze kapalı bir kadın imgesiyle taşıdığımızda törelere zincirle bağlanmış, çaresiz bir kadın imgesi geliyor gözümüzün önüne. Yoksulluk, çocuk işçilik, çatışmalar, kadın intiharları, töre cinayetleri sorunu daha da katmerleştiriyor. Amida, Eğer Sana Gelemezsem romanıma otobiyografik açıdan yaklaşılacak olunursa, kurulabilecek en anlamlı ilişkilerdin biri de, benim çocuk işçiliği projelerinden gelmem ve Diyarbakır’da da çocuk işçiliği projeleri uygulamamızdır. Ensest, taciz, tecavüz, cinsel istismar konularında pek konuşmayan, hatta son dönemde de kimi örneklerde görüldüğü gibi, cinsel istismarı aklayan bir toplum olduğumuz söylenebilir. “Pislik,” Amida romanında üç pantolon giyen Uğur örneğinde dile getirdiğim gibi çok yaygın bir şey. “Pisliğe” her yerde rastlıyor, biliyor, ama üzerinde konuşamıyor, araştırma yapamıyor, sınırlı araştırmalar yapılsa bile sonuçları gün yüzüne çıkaramıyoruz. Doğayı, insanı, çocukları, kadınları kirleten “pislikleri” göstermek için, edebiyat sokağa da çıkmalı, evlere girmeli, fabrikaları dolaşmalı, bence. “Pislikle” mücadele için, edebiyatın gerektirdiği biçimlerde suya sabuna dokunmalıyız. Diyeceğim, amcaların çocuklara pislik yaptıkları bir dünyada kimse, hiç kimse rahat uyumamalıdır.
HAYATLA BİR DERDİNİZ YOKSA YAZAMAZSINIZ
- Kendi kuşağınızın öykülerini ve temalarını yazdınız. “Hayat insanın canını acıtıyor. Canım yandığında yazıyorum. Okurun da canını acıtmak istiyorum” diyorsunuz. Sırada “canımızı acıtacak” ne var; öykü mü, roman mı okuyacağız sizden?
Bana göre edebiyat dediğimiz şey, insanın ve hayatın trajedisinden çıkıyor. Kendinizle, başkasıyla, hayatla bir derdiniz yoksa yazmazsınız gibi geliyor. Edebiyat insanın acısını alır herhalde, galiba çok ötelemez; edebiyat hayata senin tuzaklarını biliyorum der ve imkânsızı ister, bence. Önümüzdeki yıl okurun karşısına bu kez bir öykü kitabıyla çıkmak istiyorum.
ÖYKÜDE DÜNYADA EN KÖKLÜ FESTİVAL
-“İnsanı insan yapan düşleridir” cümlesinin peşi sıra, bir hayali gerçek kılmak için 14 Şubat’ın Dünya Öykü Günü olarak kutlanmasını öngördünüz. Fikriniz o dönemin atmosferinde olgunlaşarak, ulusaldan uluslararası kutlamaya nasıl dönüştü?
Nisan 1996’da çıkardığımız Düşler Öyküler dergisi, 1997’de Ankara Öykü Günleri’ni başlatmış, öykü günleri Ankara’dan başka kentlere geniş bir coğrafyada yaygınlaşmıştır. Yıllardır kesintisiz olarak sürdürdüğümüz Ankara Öykü Günleri, Kasım 2003’te 69. Uluslararası P.E.N. Dünya Kongresi’nde onaylanan Dünya Öykü Günü’nü doğurmuştur. Türkiye’ye ve dünyaya açılan ‘öykü penceresi’ olarak www.worldshortstoryday.org sitesini doğuran ise, 14 Şubat 2002’de yine Ankara’da yaptığımız “Öykü Forum”la hayat bulan Dünya Öykü Günü projesi olmuştur.
TOSUNER ONUR KONUĞU
-Ankara Öykü Günleri’nde, 2007-2012 arasında aksamalar yaşansa da 12 ve 13. etkinliği uluslararası ölçekte gerçekleştirdiniz. Peki, 14. Ankara Öykü Günleri için neler düşlüyorsunuz?
Uluslararası Ankara Öykü günleri şimdiden dünyanın en köklü öykü festivali. Bunun gerçekleşmesinde öykücü arkadaşlarımın, çeşitli kurum ve kuruluşların da payı var elbette. Önümüzdeki yıl öykü günlerini Ankara Üniversitesi’yle birlikte yine uluslararası düzeyde gerçekleştireceğiz. Yerel yönetimlerin, çeşitli kuruluşların da katkısı olacak. Geçen yıl 100’ün üzerinde yazarı konuk ettik. 2014’tte bu sayının altına düşeceğimizi sanmıyorum. 2014’te etkinliğimizin onur konuğu Necati Tosuner. Amin Maalouf’u da onur konuğu olarak Ankara’da görmek istiyoruz.
- Bir hayali daha gerçekleştirerek Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği’ni 18 Eylül 2013’de kurdunuz, faaliyet alanınız ve planlarınızdan söz eder misiniz?
Derneğimiz, yayıncılık, 14 Şubat Dünya Öykü Günü ve Ankara Öykü Günleri etkinlikleriyle birlikte yaratıcı yazarlık atölyeleri, uluslararası kültürel ve sanatsal projeler gibi faaliyet alanlarında çalışma yapan bir çatı örgütü bizim için. 14 Şubat Dünyanın Öyküsü adını taşıyan öykü-roman-eleştiri dergimiz 1 Ocak 2014 tarihinde yayımlanmış olacak. CerModern ve Ankara Üniversitesi’nde ortak edebiyat atölyeleri yapıyoruz. İstanbul Kadıköy’de Hayal Yayıncılıkla atölye çalışmalarımız devam ediyor. 15 Kasımda Edebiyatçılar Konuşuyor başlığıyla yeni bir etkinlik başlattık. 14 Şubat Dünya Öykü Günü’yle ilgili hazırlıklarımız geniş bir coğrafyayı içine alacak şekilde devam ediyor…