MS Mavianne
Oluşturulma Tarihi: Mart 05, 2008 00:00
Ünlü tiyatro sanatçısı Sumru Yavrucuk, Afife Jale ödülü aldığı tek kişilik oyunu "Yalnız Kadın" ile Ankaralı tiyatro severler ile buluştu. Ankara’da eğitim gören oyuncu Sumru Yavrucuk Sendeyolla.com’un gönüllü muhabiri Fatma Erdem’in sorularını yanıtladı.
MS Mavianne: Öncelikle sizi, başarılı performansınız ve oyununuz için tebrik etmek istiyorum. İzlemek çok büyük bir zevkti.
- Teşekkür ediyorum. Oyunumu her gün yeni bir seyirci ile daha güzelleştirmeye çalışıyorum. Oynamak izlemekten daha zevkli gerçekten. Allah’tan benim yaşadığım şey gerçek değil, ben rol yapıyorum ama, Türkiye’de ve Dünya’da kadınlar şiddete maruz kalıyor.
Oyunculuğunuzla Afife Jale Ödülü aldığınız "Yalnız Kadın" oyununda kocası tarafından ezilen, aşağılanan ve evden çıkmasına izin verilmeyen bir kadının gözünden, onu mal gibi gören erkek toplumunu keskin bir eleştiri bombardımanına tutuyorsunuz. Erkeklerin en temel sorunu ve kadınların en acil çıkışı nerededir sizce?- Zaten ’biz’ diye yaşamayı öğrenemezsek, ikili ilişkilerde ’ben’ ve ’o’ diye bakarsak kadın erkek ilişkilerine, bir yere varmak mümkün değil. Burada şöyle bir şansım var, dünyada tek kişilik erkek oyunları çok fazladır ama kadın oyunları çok azdır. O yüzden gerçekten de, Dario Fo ve Franca Rame işbirliği, repertuar olarak oyunculara çok eserler armağan etti. Onların dışında çok az kadın oyunu var. Bakıyoruz ki, İtalya, Türkiye, İspanya yada Amerika hiç birbirinden farklı değil. Yine kadınlara şiddet uygulanıyor, farklı ölçülerde. Yine baskı altındalar, yine kadınlar savaş veriyorlar. Burada amaçladığımız şey, kadınların gerçekten kendi istedikleri şekilde özgürce yaşayabilmeleri. Onun için bir kapı bu oyun. Kasvetli bir oyun değil, mizahi bir şekilde anlatılıyor. Burada, halk tiyatrosu yapmaya çalışıyorum. Alınacak dersler de oluyor, seyircimizle yer yer gülüyoruz, yer yer ağlıyoruz. İyi bir yerlere varacağını düşünüyorum.
SANAT VE SEYİRCİ BERABER OLUŞMUŞTUR Ankara seyircisine oynamanız, Ankara doğumlu olmanız nedeniyle size farklı bir heyecan veriyor mu?- Ankara Hacettepe Konservatuarı mezunuyum. Ankara, çok köklü bir sanat geçmişine sahip. Ankara’da sanat ve seyirci beraber oluşmuştur. O nedenle çok seçicidir. O yüzden de bana çok heyecan verir. Ben buraya geldiğim
zaman her oyunumda yeniden sınava girerim. Konservatuarı bir türlü bitiremem. Hep konservatuar sınavı gibi gelir bana buradaki oyunlarım. Çok şükür, seyirciler de çok keyifli ayrılıyor oyundan. İlk sınavımdı açıkçası, tek kişilik oyunumla ilk kez geldim Ankara’ya.
Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Yüksek Bölümü’nü birincilikle bitirip, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda çalışmaya başladınız ve 25 yıldır aynı kurumda çalışıyorsunuz. Bir tiyatro emektarı olarak siz de, insanların tiyatroya ilgisinin azaldığını düşünüyor musunuz? Sizce tiyatro, seyircisini televizyona ve özellikle dizilere mi kaptırdı?- Elbette bizleri, canlı performansta izlemeyi talep eden bir kitle oluştu televizyon sayesinde. Ama bunun dışında, gerçekten iyi yapımların seyirci ile buluştuğuna inanıyorum ben o açıdan. Daha seçici ve daha araştıran bir seyirci ile karşı karşıyayız. Artık, internette gideceği oyunu sonuna kadar araştırıp, öyle gelen bir kitle var. O yüzden de, iyi oyunlar daima seyirci ile buluşuyor.
HER OYUNUMDA FARKLI BİR BEN
’Leenane’in Güzellik Kraliçesi’ oyununu sekiz yıldır kapalı gişe oynamanızın ve bu oyunla onlarca ödül almanızın sırrı nedir?- Ayda bir hafta, İstanbul Devlet Tiyatrosu Aziz Nesin Sahnesi’nde oynuyorum. Çünkü, sahnelerimiz artık oldukça kısıtlı. Taksim Sahnesi şimdi bir hipermarket olma hazırlığı içinde.
Atatürk Kültür Merkezi tadilata girecek. O yüzden seyircilerin bu oyunu izleyebilmeleri için son ayları. Mesleğe başladığım zaman fazla iddialı değildim. Ben sadece, çok sevdiğim bir işi yapıyordum. Sevdiğiniz bir işte hesap kitap yapmazsınız. ’Tiyatroyu başarmak için beş saat çalışmanız gerekir’ diye bir kural yoktur. Seviyorsanız zaten çalışıyorsunuzdur. O nedenle de, her gün yeni bir seyirciye, yeniden ne bulabilirim diye araştırıyorum. Yani bir rol sekizinci yılda dahi sizin peşinizi bırakmaz. Hep onunla didişirsiniz, değişirsiniz. Bu değişim sizin oyununuza yansır. Sonuçta oluşturduğum karakterdeki sesler, vücut dili, bütün o katmanlar yine benden çıkıyor. O nedenle, sürekli yeni bir izleyiciye yeniden oynamanın heyecanı sanırım diri tutuyor oyuncuyu.
Hayvanları çok severim çekirge bile besledim
Sizi nasıl tanımlayabiliriz? Nelerden hoşlanır, nelerden nefret edersiniz?
- Tasarrufu seven ve çevreci olarak tanımlayabilirsiniz. Hayvanları ve doğayı çok severim. Üç tane köpeğim var, bir de tavşanım vardı. Maymun dahil olmak üzere, koyun, çekirge her hayvanı besledim. Annem çok hoşgörülü bir insandı. Bütün hayvanları getiriyorduk eve o da kabulleniyordu, birlikte bakıyorduk. Doğanın katledilmesine isyan ediyorum. Dünya susuzluk alarmı verirken insanların asfaltları ıslatarak serinletmesine dayanamıyorum. Ve siz de uyardığınız zaman, acaba bu kadının nesi var diye, yüzünüze şaşkın şaşkın bakıyorlar, bir türlü bilinçlendiremiyoruz insanları.
Sanatıma en iyi yatırım işitme engellilerle çalışmak
Profesyonel hayatınızın ilk yılında 1986’da işitme engellilerle yaptığınız bir çalışma sonucu dünya birinciliği aldınız. Ödül sonrası hayatınızda neler değişti? Onlarla çalışmak nasıl bir deneyim? Sanatınıza etkileri neler oldu? Engelliler için başka faaliyetlerde bulundunuz mu?- Evet, çok şaşırtıcıydı benim için. Sanıyorum kendi adıma, sanatım adına yaptığım en iyi yatırımdı. Çünkü sözle ifadenin dışında sembolik ifadeleri aramak olsun, vücut diliyle bir oyunu kurgulamak olsun, bütün görsel efektleri, tüm ritim gibi, dans ve müzik gibi, tüm öğeleri bir araya getirip bir bilmeceyi çözmeye çalıştım. Çok da gençtim, konservatuardan mezuniyetimin ilk yıllarıydı. Onlara bir şeyleri tarif ederken, aslında öğrendiklerimin sağlamasını yapıyordum. Barselona’da birinciliği getiren ilk oyunum ’Kurban’dı. Aslında 5-6 kişilik işitme engelli gruba rehabilitasyon amacıyla yola çıkılan bir projede, kendimizi birdenbire sahnede oyunlar oynarken, hem de müzikal oynarken bulduk. Sonra bunu yurtdışında değerlendirdiğimiz zaman, çok enteresan geldi insanlara, çok beğenildi. Sonra ikinci olarak Necati Cumalı’nın oyununu, ’Susuz Yaz’ı yine işitme engelliler için, müzikli bir şekilde sahneye koydum. Onda da, bizim sesiz tiyatro ekibinden öykünerek baktık ki, pek çok tiyatro topluluğu çıktı. Bundan yola çıkarak işitme engelliler okullarına drama dersi konuldu. Beni en çok gururlandıran şey o oldu. Bizim oyuncularımız dersler veriyorlar şimdi. Kendi problemlerini, kendi yazarları ile çözebiliyorlar.
15 yıl aradan sonra tekrar sinemadayımSizi nasıl bir senaryo heyecanlandırır? Hangi yönetmen ve oyuncular ile çalışmak istersiniz?
- Kesinlikle gençlerle çalışmak istiyorum. Bu yaz, 15 yıl aradan sonra ilk filmimi çekeceğim. Bu projei iki yıl önce geldi bana. Sinemaya olan kırgınlığım isyankarlığa dönüşüp beni her projeyi reddetme noktasına getirsin istemiyorum. Yönetmen Mustafa Nuri birlikte en uygun kastingi oluşturmamız uzun zaman aldı. Erkek başrol oyuncusu olarak projede Haluk Bilginer yer alıyor.
Haluk Bilginer ile birlikte oynamanız ne kadar güzel, yine çok zevkli bir paylaşım izleyeceğiz desenize.- Ben zaten Haluk’la aynı dizide oynamaktan müthiş keyif alıyorum. Haluk’un en kötü huyu, beni çok güldürüyor olması. Bu sinema filmi, çok farklı olacak. Bir "oyuncu" ile oynamanın değerini en iyi gene bir "oyuncu" bilir. Orada pek güldürmeyeceğiz galiba, biraz heyecanlandıracağız, biraz gereceğiz.
Nasıl bir rol oynayacaksınız? Biraz ipuçları verebilir misiniz?- Haluk ve ben çok farklı dertleri olan yitik insanları oynuyoruz. Sonra bir araya geleceğiz, belki de gelemeyebiliriz? Seyircinin izlemekten keyif duyacağı bir
film olacağını umuyoruz.
Hayal gücünü annem verdiİki ayrı dizide canlandırdığınız rolde de 2007 yılında kaybettiğiniz annenizden ilham aldığınızı okumuştum bir röportajınızda.- Sanıyorum annemin bana verdiği en önemli şey hayal gücüydü. En güzel kelimeleri söyleme kuvvetinde olan bir kadındı. Belki de, dramaya yönlenmeme cesaret veren kişi o oldu. Onunla ortaklaşa plan yaparak ben, Ankara’ya okumak için kaçmıştım. Hiçbir şeyin imkansız olmadığını gösterdi bana. O sevgisiyle, o sabrıyla, o duruşuyla sanıyorum o, benim olmak istediğim yeri çok güzel tahmin etmişti aslında.