Güncelleme Tarihi:
Patlamanın yaşandığı günden bu yana, özellikle sosyal medyada yayılan asılsız bilgiler, toplumda korku halini daha da artırırken, kentlinin yaşadığı travmayı ve korku halini Ankara Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülkadir Çevik’e sorduk. Türk toplumunun yas tutmayı bilemediğini ve bu yüzden yaşanan travmaların gelecek nesillerde daha acı sonuçlar doğurabildiğini belirten Çevik, tüm kentin bu acılarla yüzleşmesi gerektiğini ifade ederek, “Patlamaların olduğu yerlere anıtlar dikerek, bu acılarla yüzleşmemiz gerekiyor” diyor.
Başkent, Kızılay’daki patlamadan önce son dönemde biri Gar’da, diğeri de Merasim Sokak’ta olmak üzere iki büyük saldırı daha gördü. Ancak, bu saldırıların kentliyi Kızılay saldırısı kadar etkilemediğini gördük. Bu duygu farklılığını yaratan, diğer saldırılarda belirli hedeflerin gözetilmesi, Kızılay’dakinin ise hedef gözetmeksizin yapılması mıydı?
Maalesef, dediğiniz gibi önceki saldırılara toplum olarak yeterince tepki gösteremedik. Bu çok yanlış bir şey aslında. Örneğin, Merasim Sokak’taki saldırıda askeri personel hedef alınmıştı. İnsanların bunu üzerine alınmaması çok ayıp bir durum. Asker de bizden değil mi? Ama, Kızılay’daki saldırının ardından toplumdaki travma farklı bir şekilde gelişti. Kızılay Ankara’nın göbeği. Herkesin yolu bir gün oradan geçer. Keçiören’de oturan da, Yenimahalle’de oturan da, Ümitköy’de oturan da herkes mutlaka Kızılay’dan geçiyor. Buradaki travmanın büyük olmasının sebeplerinden biri de, çok acı vermesi ve hep gencecik çocukların hayatını kaybetmesi. Hepsi gelecek vadeden, istikballeri olan çocuklardı. Özellikle hamile bir genç kadının karnındaki 6 aylık bebeğin ölmesi toplumun tepkisini daha çok çekmiştir.
YAS TUTMAKTAN KAÇIYORUZ
Patlamanın yaşandığı akşam, sokakta, evlerde, bir araya gelinen bütün topluluklarda herkes bu olayı konuşuyordu. Oysa, ertesi gün televizyonların rayting listesine baktığımızda, “Survivor” adlı yarışma programının birinci olduğunu gördük. Böylesine bir travmayı bu kadar derinden hisseden bir toplumun aynı akşam bu saldırıyla ilgili yayınlara kayıtsız kalması, tezat değil mi?
Sürekli acılar yaşandığı için maalesef toplum, duyarlılığını kaybediyor. Benim tansiyonum ertesi gün 20’ye çıktı ve hâlen tam regüle edemedim. Üzülüyoruz çünkü; her vatanperver insanın bu konuda ciddi bir şekilde endişe etmesi gerekiyor. Türk toplumunda çoğunlukla yas tutmayla ilgili bir kaçma eğilimi vardır. Acıyı yaşamak elbette pek kolay olmuyor. Biz, acılardan kaçmaya çalışan, bunları inkar eden, yok sayan bir toplumuz. Hani bir söz vardır bizde, “Hafızayı beşer, nisyan ile maluldür” diye. Bu söz bizden çıkmış, demek ki toplumsal hafızamız çok zayıf. Olmamış gibi davranıyoruz. Bir imparatorluk kaybetmişiz, onun bile yasını doğru düzgün tutamadık. Şehitlerimiz oluyor, onun bile yasını doğru düzgün tutamıyoruz. Her gün başka terör olayları, yıkımlar, o tarihi şehirler yıkılıyor. Oturup gözyaşı dökmek istiyoruz. Ama bir bakıyoruz ki, sanki bir engel var önümüzde. Ağlamak, yas tutmak bir olumsuzluk gibi algılanıyor. “Türk’e ağlamak yakışmaz, hele erkeğe ağlamak hiç yakışmaz” gibi yaklaşımın olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Tam tersi biz bu yası erteledikçe, kayıplarımızla ilgili muhasebeyi içimizde yapamadığımız için, gerçekçi bir yol da tutturamıyoruz. Çünkü bir insan bir şeyi kaybettiği zaman, kendi içinde bir muhasebe yapmalı ve “Nasıl yapsaydım, bu kaybı yaşamazdım?” diye sorarak, ders çıkartmalı. Biz kayıplarımızdan ders çıkaramadığımız için tarih tekerrürden ibaret oluyor sürekli olarak. Dolayısıyla aynı akşam, bu tür programlara yönelinmesinin en önemli sebebi de, yastan ve acıdan kaçış psikolojisidir.
ÖRTBAS ETMEDEN KONUŞMALIYIZ
Toplum ne yapmalı, hem bu paranoyadan kurtulmak hem de travmayı atlatabilmek için?
Bir atasözü var, “Dertler, üzüntüler paylaşıldıkça azalır. Sevinçler paylaşıldıkça artar.” Çok doğru bir sözdür. Mesela bir yas evine gittiğimiz zaman ne yaparız? Ölen kişiyle ilgili konuşuruz, ondan bahsederiz. Dolayısıyla yasın yaşanması için bir süreç içerisine gireriz. Onun için de yasın yaşanma sürecini hızlandırmak için ve tamamlanması için de, toplumu yönetenlere çok iş düşüyor. Toplumu yönetenlerin bu yası örtbas edecek şekilde davranmaması gerekiyor. Aksine toplumsal hafızada belli bir yer edinmesi bakımından ve bunu sürekli hatırlatacak anıtların dikilmesi lazım bu olayların yaşandığı yerlere. Yani acı hatıralarımızla yaşamamız lazım. Onun için de bunu yaptığımız zaman daha sağlıklı bir biçimde kaybın üstesinden gelebilme durumuna erişiriz.
Bu travma hali ne kadar sürer sizce?
Bir travma yaşandığı zaman, travmanın akut ve kronik tepkileri olur. Travmanın akut tepkileri, travma sağlıklı bir biçimde paylaşılarak, konuşularak aktarılırsa bunun atlatılması o kadar uzun sürmez. Normal bir kayıp gibi, birkaç ay sonunda etkisini kaybeder. Ama bu etkisini kaybeder demek, hiçbir zaman olmamış gibi davranacağız demek değildir. Yalnızca, travmanın rahatsızlık veren etkileri ortadan kalkar. Ama şayet bu travma sağlıklı bir biçimde çözülememişse, kayıpla ilgili toplumda yeterli vicdani muhasebe yapılamamışsa, travma kronik hale gelir.
FİZİKSEL RAHATSIZLIKLAR GÖRÜLEBİLİR
Bu tür travmalar fizyolojik rahatsızlıklara da yol açar mı?
Travma sonrası kronik stres bozukluğu dediğimiz bir durum ortaya çıkar. Bunun sonucunda değişik ruhsal ve bedensel bozukluklar olur. Tansiyon, migren, migde-bağırsak şikayetleri artar. Toplum zaten, aylardır hatta yıllardır gerilim içinde. Ama toplum, son birkaç aydır daha farklı bir gerilim yaşıyor. Daha önce dağdaki teröristle mücadele ediliyordu, bu şehirlerde olmadığı için toplum o kadar etkilenmiyordu. Ama şimdi terör, Diyarbakır’da, Sur’da Cizre’de, Ankara’da her yerde ve terör toplumun yaşadığı evin bahçesine girdi. Dolayısıyla toplumun tedirginliği de katlanarak artıyor.
ÇOCUKLAR OYUNLA REHABİLİTE EDİLMELİ
Büyüklerin psikolojisinin yanı sıra bir de çocukların durumunu göz önünde bulundurmak zorundayız. Başkent’te son dönemde yaşanan üç patlamada da aileleriyle birlikte onlarca çocuk olayın birebir şahidi oldu, yakın çevreden patlama sesini duyanlar var, öte yandan bu olayları artık çocuklar da okullarda kendi aralarında konuşmaya başladı. Çocukların psikolojisinin olumsuz etkilenmemesi için ailelerin yanı sıra okullarda eğitimcilere de görevler düşüyor değil mi?
Böyle bir travma sonucunda hem toplumu yönetenlere, hem de eğitimcilere düşen bir çok görevler var. Okullarda öğrencilere, özellikle küçük çocuklara yönelik bu konuda bilinçlendirme ve algılarını artırmaya yönelik konuşmalar yapılması gerekir.
Çocuklar sorduğunda olayın üstü örtülmeyecek yani?
Tabii, aksine daha çok konuşmamız gerekiyor. Olayın üstünü örttüğünüz zaman çocukların içinde kalıyor. Buda o çocukların gerçek dışı hayaller senaryolar ve fanteziler oluşturarak onların psikolojik dünyasına işgal edebiliyor. Onların da korkularını öğretmenleriyle paylaşmaları lazım, içlerini dökmeleri lazım. Çocuklar bunu ne kadar çok paylaşma fırsatı bulursa, korkuları o kadar azalır. Burada olaya şahit olan, olayı yakından yaşayan çocuklar, buna büyükler de dahil, birkaç ay fizyolojik bozukluklar yaşayabilir. Mesela uyku bozuklukları, bazı davranış bozuklukları gösterebilirler. Bunlara dikkat etmek gerekir. Diğer yandan çocuklar, patlama sesi çıkararak çeşitli oyunlar oynayabilirler. Bunların hepsi, çocukların o travmanın üstesinden gelmek için geliştirdikleri oyunlardır. Üstünü örtmek yerine aileler de çocuklarıyla bu oyunlara katılsınlar. Çocuk, ancak oyun oynaya oynaya bunun üstesinden gelir.
GÖRÜNÜR ÖNLEMLER GÜVEN DUYGUSU VERİR
Patlamanın ardından, güvenlik önlemleri kentin her noktasında üst düzeye çıkarıldı. Zaten Merasim Sokak’taki patlamanın ardından yetkililer, önlemlerin daha görünür olacağını, polis noktalarının artırılacağını açıklamıştı. Güvenlik güçlerinin bu kadar görünür olması, caydırıcı olur mu? Diğer yandan sokaklarda sürekli güvenlik gücü ve denetimle karşılaşmak, insanlarda tedirginliği artırır mı?
Toplumda güven duygusunun tekrar oluşabilmesi bakımından, güvenlik güçlerinin bu tip kontrolleri daha görünür bir biçimde yapması daha iyidir. Toplumun korkuyu yenmesi adına önemli bir adımdır. Daha da sık yapılması lazım. Çünkü bu terörün nereden geleceği belli olmuyor. Onun için de güvenlik güçlerinin halkın gözü önünde bu tür uygulamaları yapması, halka bir güven verir. Niye korku duygusu yaratsın? Korku duygusu yaratmaz, aksine güven duygusunu pekiştirir. Korku duygusunu yaratan asıl durum, asılsız dedidoku ve söylentilerdir. Böyle durumlarda, devletin hemen karşıt propagandayla bunlara tepkisel cevap vermesi gerekir. Fısıltı gazetesinin yol açtığı kararsızlık ve güvensizlik durumunu ortadan kaldırmak lazım.
AŞIRI KORKU HALİ SOSYAL MEDYAYA YANSIYOR
Ankara halkı, patlamanın yaşandığı günden bu yana bir paranoya halinde. Herkes birbirine, “ihbar” mesajları yolluyor ve korku hali daha da yaygınlaşıyor. Bunu nasıl engelleyeceğiz?
Terörün amacı zaten insanları sindirmek, korkutmak, ürkütmek, atıl hale getirmek. Toplumu dondurup bırakmak. Aynı zamanda terörün amacı, “Bakın devlet sizi koruyamıyor” duygusunu toplumda hakim kılmak, o havayı yaşatmak. Öncelikle şunun farkına varmamız gerekiyor. Terör olayları sonrasında orada yaşananları görsel basında tekrar tekrar göstermek, aslında bir nevi teröre destek oluyor. ABD’de de ikiz kuleler yıkıldığı zaman, 3 bine yakın insan öldü. Ölenlerin, yaralananların görüntülerini gördük mü televizyonlarda? Bu arada terörün sınırı olmaz. Terör, kendi sesini duyurmak için her türlü akla hayale gelmeyecek şiddet eğilimine başvuruyor. Bundan dolayı da toplumda bir tedirginlik oluyor. Çünkü terörün bir sınırının olmadığını biliyor. Bunun yansıması, sosyal medyada da görülüyor. Bazı terör örgütü yandaşları, toplumdaki gerilimi daha da artırmak için sosyal medyayı kullanıyor. Diğer yandan korku halindeki insanlar da bunun bir aracı haline dönüşüyor. Bazı insanlar, kendi korkularını, gördüğü halüsinasyonları sosyal medyaya yansıtıyor. Örneğin gördüğü bir kağıt parçasını, gerçekten bombaymış hissine kapılarak ihbarda bulunuyor, sosyal medyaya yazıyor. Aşırı korkudan olabiliyor.
TABURCU EDİYORUZ İKİ SAAT SONRA İNTİHAR EDİYOR
Bu tür intihar saldırılarına karşı elbette ki istihbarat çalışmaları yapılmalı ve bu mümkün ancak, bazen istediğiniz kadar uğraşın bu olabiliyor. Örneğin ABD’de uçak kaçırıp ikiz kulelere saldırdılar. ABD’nin istihbaratı yetersiz mi acaba? Demek ki, bu tür kişiler kafaya koymuşsa yapacağını, bir şekilde yapıyor. Bu neye benziyor? Bizim hastalar arasında intihar eğilimi olan hastalar var. Bakıyorsunuz ki, tedavi ediyoruz, gayet iyi diyoruz. Hakikaten de sizinle güzel güzel konuşuyor, iyi performans gösteriyor. Taburcu ediyorsunuz, iki saat sonra intihar haberini alıyorsunuz. Kafaya koymuş, doktoru da, tedavi ekibini de aldatarak intihar edebiliyor. İntihar bombacıları da idelolojilerine göre gerçeği göremeyecek kadar inandırılmış kişiler olarak kendilerini ve hedefledikleri topluluğu yok edebiliyorlar.
SİYASİLER KIZILAY'DA HEP BİRLİKTE YÜRÜMELİYDİ
Toplum olarak, terörün yaydığı korkunun tersini yaparak, günlük hayatımıza devam etmeliyiz. Fransa’da ne yaptılar, bakanlar başbakanlar hepsi bir arada Champs Elysee’yi dolaştı. Burada da bu yapılsa keşke. Bütün partililer, siyasiler iktidarıyla muhalefetiyle Kızılay’da yürüseler. Ama böyle koruma ordusuyla değil tabii ki! Toplumun terörün tuzağına düşmemesi için sokaklara caddelere parklara AVM’lere gitmesini cesaretlendirecek adımların yöneticiler tarafından atılması gerekir. Unutmayalım ki terör sadece şiddet yaparak toplumu etkilemiyor aynı zamanda çok boyutlu algı savaşı yürütüyor.
ABDÜLKADİR ÇEVİK KİMDİR
Mardin’de doğan ve 1974 yılında tıp fakültesinden mezun olan Abdülkadir Çevik, 1980’de ABD’ye giderek iki yıl süre ile Virginia Üniversitesi Psikiyatri Kliniği, Çocuk ve Aile Psikiyatrisi ve Psikanaliz bölümlerinde çalıştı. Bu sırada Prof. Vamık Volkan tarafından yeni kurulmuş olan Uluslararası Politik Psikoloji Derneği’ne üye olarak bu konuda eğitim aldı. 1992’de tekrar ABD’ye giderek Prof. Volkan ile üç ay boyunca politik psikoloji kapsamında çalışmalar yaptı. 1985’te doçent ve 1992 yılında profesör oldu. 1992-1997 yılları arasında Başbakanlık danışmanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu’nda görev yaptı. Aynı süre içinde Başbakanlığa bağlı olarak Türk Politik Psikoloji Merkezi’ni kurdu ve bu kurumun Başkanlığını yürüttü. Bu merkezde büyük grupların psikolojisi, terör ve terörizm psikolojisi ile ilgili çalışmaları oldu. 1987’den bu yana Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda Psikosomatik ve Psikonevroz Ünitesi’nin Başkanlığı yanı sıra 2003-2012 yılları arası Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanlığı görevini sürdürdü. Çevik aynı zamanda 2006 yılında kurulan Politik Psikoloji Derneği’nin kurucu başkanıdır.