Güncelleme Tarihi:
Yeni bir silahtan bu denli övgüyle söz edilmesi Eren Sarıca adlı okurumuzu rahatsız etmiş. Sarıca, haberle ilgili eleştirilerini bizimle paylaştı:
“2 Aralık tarihli gazetenin 8. sayfasında ‘Taliban’ın yeni kabusu’ başlığıyla yayımlanan haberin militarist bir bakış açısı ve yok etme yaklaşımını yücelttiği görüşündeyim. Haberde, ABD’nin yeni ‘akıllı’ silahı övülürken ABD’li uzmanların ‘düşman’ tanımı da benimsenerek hedefe konmuştur. Haber, bu silahın hep ‘kötü insanları’ hedef alacağı ön kabulüyle kaleme alınmış. Buna karşın ‘yerleşim bölgelerinde’ kullanılmaya dönük olduğu gizlenememiş; ancak hemen arkasından ‘direnişçilerin’ (yani silahı tutan ele direnenlerin) kaçmak veya teslim olmaktan başka çareleri kalmayacağı belirtilmiş ve adeta bir kutsamayla haber sonlandırılmıştır. Haberin yeni bir teknolojiyi nesnel bilgilerle vermekten uzak olduğunu düşünmekteyim.”
Okur Temsilcisi olarak öncelikle okurumuz Sarıca’yı gösterdiği duyarlılıktan ötürü kutlamak istiyorum. Yeni bir silahın anlatıldığı haberi bu kadar dikkatli biçimde okuyarak, görüşlerini bizimle paylaşan bir okurla karşılaşmak sevindirici.
Aslına bakarsanız, yeni teknolojik aletlerin, buluşların ve buradan giderek yeni silahların bir hayranlık diliyle anlatılması, Türkiye basınında yeni bir olgu değil. Sadece Hürriyet’te değil, silahlar konusunda tüm yayın organlarında benzer bir dil kullanıla geliyor. Nitekim Pentagon’un XM25 adlı akıllı tüfeği ile ilgili haberlerin hemen hepsinde de aynı övgü dolu yaklaşım sergilendi.
Biz gazetecilerin, insana hizmet edecek yeni teknolojik aletlere duyduğumuz hayranlığı, insan öldürecek yeni makinelere karşı sergilemememiz gerek. İki teknolojik gelişme arasındaki farkı görmememiz, yeni silahlara “sanal oyuncak” muamelesi yapmamız doğru değil. Neticede her silah, iyiyi de öldürür, kötüyü de. Yeni silahlar da daha çok insan öldürmeye yarar; o nedenle de hiçbir silah övgüyü hak etmez.
Biz gazeteciler, o yeni silahın, hangi kötüyü yok edeceği, kimin düşmanlarını temizleyeceği, kimi öldüreceği gibi gerekçelere göre pozisyon alamayız. Yeni silahlarla ilgili haberlerde her zaman mesafeli, nesnel bir dil kullanmak zorundayız. At, avrat, silah üçlemesindeki silah hayranlığının medyada da sonu gelmeli artık...
Muhabire gözdağı vermenin yeni yolu
Ankara polisi, geçen hafta bir operasyon düzenledi. Operasyon, “Türk-Kürt çatışması çıkartmaya çalıştığı, bazı gazeteci ve yazarlara da tehdit mesajları gönderdiği” iddia edilen “Türk İntikam Birliği Teşkilatı” adlı bir örgüte yönelikti. Bu operasyonla ilgili olarak bir internet sitesinde çıkan haberi gören, Hürriyet’in deneyimli polis muhabiri Toygun Atilla, şoka girdi. Bu kadar şaşırmasının nedeni, operasyonda tutuklanan sanıklardan biriyle kendisinin yan yana çekilmiş bir fotoğrafının haberde kullanılmasıydı!
Toygun Atilla, biraz sakinleştikten sonra hatırladı o fotoğrafın çekildiği gün yaşadıklarını:
“Hasan Gürbüz, Ergenekon davasında aralarında emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, avukat Hüseyin Buzoğlu, avukat Serdar Öztürk, yazar Ergun Poyraz ve emekli Albay Levent Göktaş’ın da bulunduğu birçok sanığın avukatlığını yapıyor. O nedenle de Hasan Gürbüz ile sık görüşüyorum. 17 Eylül 2009 günü Taksim’deki Süper adlı bir restoranda buluşmuştuk kendisiyle. Bu görüşme sürdüğü sırada masaya Hasan Gürbüz’ün aile dostu ve müvekkili olduğunu öğrendiğim Ozan İşleten de dahil oldu. Zaten yarım saat sonra da eve gideceğini söyleyerek masadan ayrıldı. O gün ilk defa karşılaştığım Ozan İşleten’i geçen ay yine Hasan Gürbüz’ün ofisinde gördüm. Sonra bir kere de kurduğu internet sitesiyle ilgili olarak beni aradı, konuştuk. Bütün tanışıklığımız bu kadar. O ilk günkü karşılaşma anının polis tarafından ölümsüzleştirildiğini birkaç gün önce çıkan haberden öğrendim.”
Ozan İşleten, o gün Atilla ve Gürbüz’ün oturduğu masaya geldiği sırada Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nün yürüttüğü soruşturma kapsamında mahkeme kararıyla dinleniyor ve izleniyormuş. O nedenle de polis, fotoğraflarını çekmiş.
Buraya kadar her şey normal. Polis, elbette takip ettiği bir kişinin fotoğraflarını çekecek ve o kareye giren herkesi de soruşturma kapsamına alacak. Nitekim öyle de olmuş, araştırılmış soruşturulmuş. Fakat sonuçta da ne avukat ile ilgili bir işleme gerek duyulmuş, ne de gazeteci ile ilgili.
Peki şüpheli Ozan İşleten’in, polisteki sorgusu sırasında Taksim’deki restoranda tanıştıklarını, daha önceden tanımadığını söylemesine ve aralarında örgütsel bir ilişki tespit edilememesine rağmen Toygun Atilla’nın fotoğrafı o soruşturma dosyasına neden konur? Dosyaya konulmasını da geçtim, gizli kalması gereken o dosyadan neden ve nasıl sızdırılır?
Üstelik servis edilen fotoğrafta oklar çıkarılıp Toygun Atilla, Hasan Gürbüz diye isimleri yazılıyor. Ama nedense gazeteci ve avukat oldukları belirtilmiyor! Böyle bir olayın ardında iyi niyet aramak safdillik olur.
Bir gazetecinin bir avukatla yaptığı mesleki bir görüşmenin fotoğrafını örgüt dosyasına koyup onun da bir yerlerde bu şekilde yayınlanmasını sağlamanın tek amacı olabilir, o da gazeteciyi itibarsızlaştırmak ve gözdağı vermek! Bu da gazetecilere karşı yeni bir yöntem olsa gerek. Beni asıl ürküten, bu yargısız infazın resmi makamlar tarafından aleni biçimde yapılabilmesi...
Okurdan kısa kısa
Adil Vahapoğlu: 21 Kasım’da Pazar ekinde Nijeryalı futbolcu Emenike ile yapılmış güzel bir röportaj vardı. “Fırtına gibi esen, yıldızı parlayan, büyük kulüplerden teklif alan Emenike” diye bahsediliyordu. Ancak cumartesi günü oynanan ve haberi pazar günü verilen maçta da Emenike’nin takımı K.Karabükspor, Sivasspor’a 5-1 yenilmişti. Gol kralı Emenike, maçta gol atamadığı gibi, 78 dakika oynamış ve 10 üzerinden 4 puan almıştı. Hürriyet’in 31. sayfasında yapılan bu maçın analizinde, başarısız bir futbolcu Emenike bulunuyordu. Aynı kişi hakkında aynı gün iki farklı yazı. Bu ne yaman çelişki!
Zeynep Gür: Bugünkü (26 Kasım) Hürriyet’in 17. sayfasındaki “Vahşet geçidi” başlıklı haber, daha doğrusu haberde kullanılan fotoğraflar bana kendimi kötü hissettirdi. Ölü hayvanlar, araçların üstünde. Haber çok iyi, fotoğraflarla da desteklenmiş. Ancak düşünmekten de kendimi alamadım. Hayvanların da hakları yok mudur, ölü bile olsalar? Ölü bir insanın fotoğrafını böyle basabilir miyiz? Basamıyorsak, o zavallı ölü tilkiyi öyle sunmak yanlışsa, bunu sayfa sayfa basmak da yanlış değil midir? O kadar kötü hissettim ki kendimi, fotoğrafların yanındaki Mehmet Yılmaz’ın yazısını okuyamadım.
Dilek Kocabaş: Manşetin yanındaki haberinizin spotlarından biri “‘Haydarpaşa Garı bir saatte enkaz oldu” şeklinde çıkmış. Böyle bir Türkçe katliamı daha görmedi bu memleket. Enkaz, tümüyle çökmüş-bitmiş şeye denir. Oysa bu bina olduğu gibi yerinde duruyor. Sadece çatısı yanmış. Hürriyet gibi bir gazetede böylesine fahiş Türkçe hatalarının yapıldığını görmek üzücü.