CUMHURBAŞKANLIĞI seçimi ile ilgili olarak YÖK’ün açıklama yapmasını AKP sözcüleri "üzerlerine vazife değil" diyerek eleştirdiler.
Eleştirinin içeriğini onaylamayabilirsiniz. Ancak bu konuda görüş bildirmenin YÖK’ün üzerine vazife olmadığını söylemek demokrasiyi içine sindirememenin göstergesidir. Kaldı ki geçmişimizde Türkiye’nin anayasal organlarının ve sivil müesseselerinin hepsi görevlerini yapmış olsaydı, Türkiye’de darbeler de olmayabilirdi.
AKP Grup Başkan Vekili, Ankara’nın dışında Türk halkının cumhurbaşkanlığı seçimi diye bir meselesinin olmadığını söylemiştir. Ne tuhaf bir demokrasi anlayışı. Türkiye’nin sivil kurumları acaba kimi temsil ediyor? AKP’nin Türkiye’nin önde gelen anayasa hukukçularından biri olan YÖK başkanına yanıt verirken daha "özenli" olmasını beklerdik.
* * *
Cumhurbaşkanımızın seçimi bu ülkede herkesin üzerine vazife olmalıdır. Çok farklı bir yöntemle de olsa aynı dönemde Fransa da cumhurbaşkanını seçiyor. Bunun için genç yaşlı, kadın, erkek tüm Fransa sokağa dökülmüş durumda. Bizde ise kurumların susması bekleniyor.
Cumhurbaşkanımızın seçimi hepimizin üzerine vazife olmalıdır çünkü onu seçen Meclis’in çok az ömrü kaldı. Beş ay sonra genel seçimlere gidilecek ve bu Meclis'in kompozisyonu değişecek. Yeni seçilecek olanlar acaba kimi seçerdi, bunu hiç düşünmüyoruz.
Kaldı ki, Türkiye’nin antidemokratik seçim sistemi nedeniyle Meclis’in temsil yeteneği de tartışmalı. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde bizdeki gibi yüksek bir seçim barajı yok. O halde cumhurbaşkanımızı seçecek olan bu Meclis’in halkın iradesini tam olarak yansıttığını kim söyleyebilir?
Türk halkının konuya ilgisiz kalması da anlaşılır bir durum. Seçeneklerimiz nedir? Örneğin Çek Cumhuriyeti dünya üzerinde itibarlı bir ülke haline gelmesini Vaclav Havel gibi bir edebiyatçıyı cumhurbaşkanlığına getirmesine borçlu.
Biz "itibar" anlamında işin bu yönünü hiç düşündük mü?
* * *
Cumhurbaşkanlığı seçimine gidilen bir ortamda kamu vicdanında iz bırakan bazı gelişmeler var ki üzerinde yeterince durulmuyor. Bunlardan en dikkat çekici olanı Sayın Başbakan'ın 26 yaşındaki damadının en hayati devlet ihalelerine giren ya da arka planında yer alan bir holdingin genel müdürlüğüne getirilmesidir. Oğlunun gemi satın alarak armatörlüğe soyunması da ayrı.
Türk halkının sosyal genetiği bu gibi konularda müsamahalı davranmaya yatkın değil. 1951 yılında Başbakan Adnan Menderes’in 450 kişilik Meclis'te 395 milletvekili ile iktidarda iken kendisinden tarım ürünleri ticaret yapma izni isteyen oğluna şu cevabı verdiği bilinmektedir:
"Oğlum sen pamuk ya da incir üzüm satmayacaksın. Sen benim adımı alıp satacaksın. Buna katiyen müsaade etmem."