KADIKÖY’de taksiye bindim, 35 yaşlarındaki temiz giyimli şoför burnundan soluyarak dedi ki: ‘Doğma büyüme İstanbulluyum, böyle rezalet görmedim.’ Trafik biraz tıkanmıştı, şoföre göre sebebi kadınlardı!
‘Yine ne yaptık?’ diye geçirdim içimden, şoför devam etti: ‘Kadınlar günüymüş. Yuh. Ne günü münü kardeşim. Eski köye yeni adet çıkarmasınlar.’
Baktım hiç sinirlenmiyorum, hatta adamı acıyarak dinliyorum. Eskiden olsa inerdim o taksiden.
‘Demokratikleşiyoruz’ dedim şoföre, ‘Eskiden Yoğurtçu Parkı'ndan dışarı kafamızı çıkaramazdık....’
İlk feminist yürüyüşlerin üzerinden 20 yıl geçti. Zar zor 100 kişi olunur, kaldırımlarda kenar kenar yürünürdü. Şimdi sokaklara sığmıyor kadınlar, coplanacak kadar ciddiye alındıklarına göre de ilerleme var.
* * *
8 Mart’ta Tempo Dergisi'nin paneline katıldım. Lütfü Kırdar Kongre Merkezi gün boyu hınca hınç doluydu, envai çeşit etkinlik yapılıyordu. Turkcell’in kızların eğitimini hedefleyen ‘Kardelenler’ projesinin anlatıldığı panelde Ayşe Kulin doğunun sınır köylerinden İstanbul’a TED Koleji’ne getirilen ürkek kız çocukların uğradığı büyük değişimi anlattı.
‘Kardelen kızlar’ın geldiği yerlerde anket yapmışlar, önce ‘Namus nedir?’ sonra da ‘Namussuza ne ceza verilsin?’ diye sormuşlar. Sonuç yüzde 40 en büyük namussuzluğun kadının zina yapması olduğunu düşünüyor, ‘Cezası ne olmalı?’ diye sorulduğunda ise ‘Öldürülmeli’ cevabını yapıştırıyor.
İstanbul’da kadınlar yürüdü diye öfkeden çıldıran taksi şoförü gibi ‘namus cinayeti’ni işleyen de toplumsal yargıların esiri bir zavallı aslında.
Geçen yüzyılda tüm dünyada statülerini değiştiren en önemli grup kadınlar oldu. Erkekler bu güç kazanımını kendileri aleyhlerinde gördükleri ölçüde direndiler. Gücün en yoğun olduğu yerlerde, direnç de büyük oldu, siyasetteki gibi. Türkiye’de erkek siyaset, kadına yer açmamakta hálá kararlı.
Kadınlar olarak yapılan ayıplara politik bir tavırla karşı çıkmayı beceremedik. Kendimizi suçlamak ve suçlayanlara kanmak yerine karşımızdakinin yanlışını sorgulamak gerekir.
* * *
Bazı erkek meslektaşlarımız AB’ye kızdılar. ‘Sanki onlarda izinsiz gösteri yapalar coplanmıyor mu?’ diye sordular. Olay o erkek yazarlarımız tarafından muhtemelen politik bir mesele olarak algılandı, kadın yürüyüşü olarak değil. Doğrudur, izinsiz gösteri yapanlara polisin AB’de de tavrı sert olabilir, ancak kadın yürüyüşü olarak algılandığında ben bir kadın olarak Beyazıt Meydanı'ndaki copları kendi sırtımda hissedebiliyorum. Unutmayın ki kadın meselesinin evveliyatı var! AB’ye kızmak yerine kadınları adam yerine koydukça demokratikleşmeyi de başarabileceğiz.
Kadınlar! Hakkınızı savunup toplumdaki yerinizi aldıkça bugün sırtınıza inen coplar havada kırılacaktır. Önünüzde iki seçenek duruyor: Sessizliğin rahatlığına sığınmak ya da politik bir tavır geliştirip sorgulamak.