Sıkışınca AB’ye koş

AB Komisyonu Başkanı Barroso ülkemizi ziyaret ederken İstanbul’da da iki gün üst üste Türkiye-AB Karma İstişare Kurulu (KİK) toplantıları yapıldı. Bu toplantılarda amaç, AB ve Türk sivil toplum/meslek örgütü temsilcilerini buluşturmaktı.

KİK toplantısı sakin ve sessiz yapılacakken aniden ilk gün Sayın Cumhurbaşkanımızın baskınına uğradı. Ertesi gün, yani dün de Sayın Başbakan aralarında Varşova İzci Teşkilatı Başkan Yardımcısı gibi misafirler de bulunan 15 kadar yabancı katılımcıyla KİK toplantısına gelerek onurlandırdı.

Türk devletinin bu toplantıya en üst düzeyde gösterdiği ilgi karşısında başta Varşovalı izcilerin başkan yardımcısı olmak üzere orada bulunan yabancı temsilciler, "Biz neymişiz be abi" havasına girmeye hak kazandılar. Bu arada sakın izcileri küçümsediğim sanılmasın, bu satırların yazarı da bir zamanlar izciydi!

Türk katılımcılar ise "AKP’nin aklı başına ancak kapatma davası açıldıktan sonra geldi" diye aralarında fısıldaştılar. Hak-İş’ten TİSK’e kadar her kurum yüksek sesle olmasa da aynı paralelde tepki verdi.

* * *

Davul neden dengi dengine çalmadı? Aniden hem Cumhurbaşkanı’nın hem de Başbakan’ın tüm programlarını bozup bu toplantıya koşmalarının sebebini tahmin etmek zor değil. Verilmek istenen mesaj, "Biz iddia edildiği gibi AB’yi boşlamadık, bakın ne güzel en üst seviyeden ilgileniyoruz".

KİK katılımcılarının pek çoğuyla konuştuğumda bu şereflendirilmenin siyasal oportünizme örnek teşkil etmesinden yakındıklarını görmek mümkündü. Özetle ekonominin aktörleri, AKP’nin sıkışınca yeniden AB’ci kesildiğini görmekten pek hazzetmediler. Önde gelen sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, bu hükümetin AB’yi gerçekten destekleyebileceğine artık inanmıyor. Bu noktada oluşan güvensizlik duygusunu gidermek Ankara açısından kolay olmayacak.

Benzer bir filmi 2002 seçimleri öncesinde de seyretmiştik. Kendini seçime gitmek üzere fesheden Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki partiler Avrupa Birliği’ni pozitif kampanya konusu yaparak seçimlere gitme kararı almışlardı. Bir gecede Cumhuriyet tarihinin Atatürk döneminden sonraki en büyük reform yasalarını çıkarıverdiler.

Şimdi yine farklı bir bağlamda da olsa böyle bir fırsatla karşı karşıyayız. Kapatma davası yüzünden AB desteğine muhtaç kalan hükümet, bekletilen reformları gerekleştirmeye kalkıştı. Umarız bundan milletçe yarar göreceğiz. Burada rahatsız edici olan, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan ilişkilerini her seferinde siyasi iradenin değil, konjonktürün belirleyici olması.

* * *

Başbakan yaklaşık iki yıldır Ankara kriterleri diye bir söylem geliştirmişti. "AB olmazsa dert değil, Kopenhag kriterleri varsa bizim de zaten Ankara kriterlerimiz var. Biz siz olsanız da olmasanız da AB standartlarını uyguluyoruz" deniyordu Brüksel’e.

Ankara kriterlerinde kapatma davası da olduğunu, asker faktörü de olduğunu unutarak söylemişlerdi bunu... Şimdi farklı bir gerçekle karşı karşıyalar.
Yazarın Tüm Yazıları