BUNDAN 45 yıl önce Türkiye’de 1960 İhtilali olduğunda Türk siyaset ve iş dünyası seçkinlerinin çocukları, Lozan’da ve Paris’te ‘science politique’ ve hukuk okuyordu.
İhtilal olunca siyasetçi çocuklarının bir bölümü eğitimlerini kesip ülkeye döndüler. Bir bölümü de okullarını bitirseler bile siyasete girmediler, devlet işine ‘bulaşmadılar’.
Gerçek Türk elitinin (sonradan görme sosyete buna dahil değil) çocuklarına Fransız dilinde siyaset bilimi okutma eğilimi, 1960’larda ve 70’lerin başında da azalarak bile olsa sürdü. Sonra hiç kalmadı.
Fransa’daki Avrupa Anayasası halkoylamasından sonra iki başbakan adayı çıktı. İkisi de seçkin sınıftandı, hatta isimlerinden anlaşılacağı gibi biraz da asildiler. Adaylardan Dominique Marie François Rene Galouzeau de Villepin başbakan oldu. Nicholas Sarkozy de Nagy Bosca ise İçişleri Bakanı. Bu yazıya ilham kaynağı biraz da bu iki Fransız siyasetçi oldu.
Siyasetçileri önce Yassıada’ya, sonra da ipe ve Kayseri Cezaevi’ne gönderen 1960 İhtilali kuşkusuz ‘Benim oğlum başbakan olacak’ beklentisini azaltıcı bir sebep olmuştur Türklerin umur görmüşleri arasında...
Ardından gelen 1971 Muhtırası, 1980 Darbesi ve 28 Şubat süreci de cabası...
* * *
Türkiye’de seçkinlerin siyasetten soğumasında demokrasinin kesintiye uğraması kuşkusuz etkili oldu; ama tek neden bu muydu?
Şimdi artık parası olan çocuğunu Amerika’ya gönderiyor, işletme ve ekonomi okusun diye.
Küreselleşme kendini bu noktada da hissettiriyor. Devlet yönetmek eskisi gibi özenilen bir konum değil. Siyasal güç sahibi olmak yerine ekonomik güç tercih ediliyor. Sivil toplumda liderlik elde etmek ya da futbolcu olmak, konum olarak siyasetten daha itibarlı hale geldi.
Bugünün dünyasında küresel şirketler, devletlerden kat kat güçlü. Çokuluslu dev bir şirket parayı bastırıp en kaliteli bakanlar kurulundan daha nitelikli yönetim kurulunu gazete ilanıyla toplayabiliyor.
Hál böyle olunca siyasete olan ilgi azalıyor.
* * *
Durum tespiti böyle, seçkinler nezdinde siyaset artık prim yapmıyor. Ancak büyük devletten vazgeçtik, orta büyüklükte bölgesel bir güç olmak istiyorsak yine de Fransa örneğinden ders çıkarabiliriz. Avrupa’nın burjuva aileleri, iki çocukları varsa birini işlerin başına geçmek için, diğerini de devlet adamı olsun diye yetiştirme alışkanlığını terk etmedi. Bir üçüncüsü varsa o da sanata armağan edilebilir!
Bizde Koç Ailesi’nin üçüncü kuşağından neden siyaset insanı çıkmadı? Eczacıbaşı torunlarından hangisi siyasete yönlendirilecek? Sabancı Ailesi’nden kim siyasetle ilgileniyor? Büyük diplomatlarımızın çocuklarının neden hemen hiçbiri baba mesleğini seçmiyor?
Türkiye bunları da düşünmek zorunda. Çünkü sövüp saydığımız bu devlet bizim. Ama bu kadarla da kalmıyor; çünkü sonuçta devlet biraz da biziz.