PKK kararının aslı astarı

ÖNCEKİ gün yoldayken telefon geldi, üst düzey bir gazeteci arkadaşım "Avrupa Birliği PKK’yı terörist listesinden çıkarmış, ne diyorsun?" diye sordu.

İlk tepkim, "Dezenformasyondur" oldu, ama arkadaşım dediğine inanmışa benziyordu. Ajans haberlerini görmemiştim, araştırmak gerektiğini düşündüm. Zira internette AB ve Kürtlerle ilgili o kadar çok yalan dolaşıyor ki... Üstelik en birikimli insanlarımız bile bu okuduklarına inanmaya meyilli.

Ben tedbirli davrandım, ama iş işten geçmişti. Türkiye’de insanların çoğu haberi Avrupa’nın PKK’yı gerçekten terörist kuruluşlar listesinden düşürdüğü şeklinde algıladı. "Zaten AB’nin niyeti Türkiye’yi PKK ile masaya oturtmak" yorumu yapanlar oldu, "AB yöneticileri müstemleke valisi mi?" diye soranlar da...

Olayın aslını astarını araştırınca ortaya çıkan tablo şuydu: Osman Öcalan, bundan dört yıl kadar önce PKK’nın terörist örgüt ilan edilmesine karşı dava açmıştı. Bu dava, Osman Öcalan’ın dava açma yetkisi yoktur" gerekçesiyle reddedilmişti. Bunun üzerine PKK’nın avukatları Avrupa Birliği kurumlarından biri olan Lüksemburg’daki Avrupa Toplulukları Adalet Divanı (ATAD)’a başvurdu. ATAD ise bu dava ile ilgili olarak alınmış olan idari kararın idare hukukuna aykırı olduğuna karar verdi. Davaya yeniden bakılacak.

Bu durumda PKK’nın AB gözünde terörist örgüt olma durumu ortadan kalktı mı, kalkmadı mı?

* * *

Avrupa Birliği’nin genişlemeden sorumlu baş kişisi olan Olli Rehn, PKK’nın AB nezdinde terörist örgüt olma durumunun ortadan kalkmadığını söyledi. Ama bu açıklama bizdeki olumsuz algılamayı silmeye yetmedi.

Bu birbirini anlamama ya da empati eksikliği diyebileceğimiz durumdan kim sorumlu? AB mi, biz mi? Bence her ikisi de. Her iki taraf da anlatmayı değil anlaşılmayı tercih ediyor. Her iki taraf da sürekli tetikte, birbirinin söylediklerine ve yaptıklarına kendi işine gelen anlamı yüklemekle meşgul. Bu paranoyak yaklaşım sürdükçe de iki taraf arasındaki iletişim sorunu güvensizlik temelinde devam edecektir.

Öte yandan Başbakan’ın İsveç seyahatinde Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci madde değişikliğinin Meclis’e inişiyle ilgili tarih vermesi gibi AB ilişkilerinde açılımlarda bulunması dikkati çekti. Pek çok çevrede AKP’nin başı sıkışınca rotayı yeniden AB’ye çevirdiği yorumu yapıldı.

AB ilişkileri Türkiye gündeminden düşmüşken, Anayasa Mahkemesi kapatma davasını açınca iktidarın AB’ye sığınması pek çok soru işaretini de beraberinde getirdi.

* * *

Biraz da iyi şeylerden söz edelim. Maastrich Üniversitesi’nde yapılan bilimsel bir çalışmanın başlığı "Yıl 2030, Türkiye AB Dönem Başkanı". 2030 tarihi önce bana çok uzun gibi geldi. Ancak dönem başkanlığı sırası, o zamana kadar AB 29 üye olacağından üye olsa bile Türkiye’ye en erken 15 yılda geliyor olacak.

Onların varsa bizim de AB konusunda bu tür senaryolarımız olmalı. Kimilerinin umduğu gibi AB dağılmayacak. Biz AB sürecine nasıl hákim olacağımızı düşünmeden sürekli savunmada kalıyoruz. Hiç olmazsa biraz da Fenerbahçe forvetinden ders alalım.
Yazarın Tüm Yazıları