AKP’nin zaferini geçen yüzyılın ortasında Demokrat Parti’nin iktidara gelişine benzetenler önemli bir ayrıntıyı atlıyorlar.
Demokrat Parti ile AKP’ye oy veren kitlelerin benzeştiği doğru, ama iktidara taşıdıkları insanlar farklı. Her iki partinin de "periferi" diye adlandırılan merkezin dışındaki çevre oylarla seçim kazandıkları doğru, ancak iktidara taşıdıkları grup farklı. 1950’de oylar çevredendi ama iktidar Bayar, Menderes gibi cumhuriyet seçkinlerinden oluşuyordu. 2002 ve 2007 seçimlerinin en önemli farkı burada, bu kez çevre çevreyi iktidar yaptı, ki buna Çankaya da dahil. Yaşanan sıkıntının nedeni de bu.
Türkiye’de toplumun ve siyasetin ekseninin değiştiğini göremeyenler hálá 22 Temmuz ve Çankaya şokunu yaşamaya devam ediyorlar, ama artık ülkeyi daha fazla germemek adına sakinleşme zamanı geldi. Bugün 57 yıl öncesine kıyasla demokrasiyi daha fazla özümsemiş bir toplumda yaşıyoruz, demokratikleşme ekonomide de kendini hissettiriyor, iş dünyasının orta sınıfı meydanı sadece bir avuç seçkine bırakmak niyetinde değil.
Özetle ülkenin ekseni değişti. Böyle bir ülkeyi totaliter yöntemlerle yönetmek mümkün değil.
* * *
Yeni Cumhurbaşkanı’nın Milli Görüş kökenli olmasının ülkenin laik cumhuriyetçi kesiminde endişe uyandırması doğal. Üstelik bu kesime Demirel ve Özal gibi "devşirilmiş" görüntüsü de vermiyor. Bu endişeyi Sayın Gül’ün anladığına inanıyorum, çünkü kendisini başkasının yerine koyma (empati) duygusu güçlü bir insan olarak tanınıyor.
Bir siyasetçiyi anlamak için onun sadece nasıl bir çevrede yetiştiğini, siyasi kökenlerini araştırmak yetmez. Bir de insanların kendi kişilik özellikleri vardır. Öyle olmasaydı aynı aileden ve tıpatıp aynı ortamdan çıkan iki kardeşin her zaman aynı siyasi görüşte olması gerekirdi, oysa dünya siyaset tarihi bunun farklı örnekleriyle dolu.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın geçirdiği siyasi evrimi, Milli Görüşçülerden kopuşunu ve AKP’nin kuruluşunu da hatırlamak gerekir. İleride Abdullah Gül biyografisi kaleme alanlar "Milli Görüşçü evre", "AKP ve dünya ile entegrasyon dönemi" ve "Çankaya’da uzlaşma yılları" diye bu evrimi sergileyen üç bölüm yazmak zorunda kalabilirler.
* * *
Bugünün genç politikacılarının hangi düşüncede olurlarsa olsunlar evrim geçiren siyaset insanları arasında örnek olarak sol kutuptan bir ismin yaşamöyküsünü okumalarını önermek isterim. Bu isim Fransız devlet adamı Jean Jaures.
Jaures’in hayatındaki dönüm noktalarından biri Dreyfus davasıdır. Komünistlerin haksız yere casuslukla suçlanan Dreyfus’ü burjuva bir asker diye niteleyip savunmaya değer görmeyişi, Jaures ile komünistlerin arasını açmıştır. Jaures cumhuriyetçi olarak yola çıkmış, Fransız solunun liderliğini yapmış, üçüncü evresinde ise barış yanlısı bir tutum içinde olmuştur. Dünyada sol düşüncenin geçirdiği evrim, sağ partiler ve sağ siyasetçiler için de geçerlidir.
Abdullah Gül’ün Türkiyesi pek çok Dreyfus davasına gebe.