AVRUPA Parlamentosu'nun Hıristiyan Demokrat Grubu'nun Başkanı Pöttering geçenlerde gözlerden kaçan şaşırtıcı bir demeç verdi: ‘‘Müslüman Bosna Hersek mutlaka AB üyesi olacaktır.’’ Bu demecin bizim açımızdan ilginç yönü devamındaki şu cümlede gizliydi: ‘‘Ama Türkiye için aynı şeyi söyleyemeyiz, çünkü Türkiye ile kültür farkımız var!’’
Türkiye-AB ilişkilerinin önümüzdeki beş yıllık diliminde olacak ve bitecekleri anlamak için bu demeci mutlaka aklımızın bir köşesine yazmalıyız.
Avrupa bir yandan çok kültürcü akımın etkisi, diğer taraftan 11 Eylül'den alınan derslerle Müslüman kimliğini dışlamasının ayıp ve tehlikeli olduğunu öğreniyor. Sonuçta ‘‘Türkiye'yi alamayız, çünkü o Müslüman bir ülke’’ diyemeyecekleri bir noktaya geldiler.
AB üyesi ülkelerde 20 milyondan fazla Müslüman yaşıyor. 2004'te üye olacakları da katıp AB'nin en küçük yedi sekiz küçük üyesinin nüfusunu toplasan 20 milyon etmez oysa. Bu gerçekten önemli bir rakam. Üstelik Müslümanlar AB vatandaşı, oy kullanıyorlar.
Kaldı ki Avrupa kültüründe Müslümanlık Endülüs'le birlikte yüzyıllar önce var. Balkanlarda Osmanlı ile var. Yani sadece bugüne de bakmamak gerek. Sonuç olarak bütün bunları artık sağcı Avrupalı da anlamış olmalı ki Müslüman diye bir ülkeyi dışlamaktan vazgeçildi.
Ama şimdi de başımıza ‘‘kültür farkı’’ çıktı.
* * *
Dinle kültürün birbirinden ne kadar ayrışabileceği ayrı tartışma konusu. Bir İspanyol ile bir İsveçlinin ne kadar kültürel olarak birbirlerine benzedikleri de ayrı mesele, bu açıdan bakarsak en fazla birbirine benzeyen iki ulus var: Türk ve Yunanlı! Ama konumuz bu da değil.
Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkarılan gerekçe bir süredir ‘‘kültür farkı’’ olarak ortaya konuluyor. Kültür farkı gerekçesi her kademeden öne sürülüyorsa bunu ciddiye alıp derhal karşı pozisyonlarımızı oluşturmalıyız.
Bu noktada Avrupalı'nın eline koz verdiğimiz alanların başında da kadın erkek eşitliği meselesi gelmektedir. Ankara'daki AB temsilcisi Kreschmer geçen ay Tempo'ya verdiği demecinde kadın-erkek eşitliğinin üyelik yolunda ciddi bir engel oluşturduğunu söylüyor, Türk Ceza Kanunu'ndaki evlilik içi tecavüz maddesi ile kızların okur yazarlık oranındaki düşüklüğün AB standartlarına uymamasını gösteriyordu.
* * *
İddia ediyorum: Bugün TBMM'de çok değil sadece yüzde 10 oranında yani 55 kadın olsaydı, AB'den müzakere tarihi almamız çok daha kolay olurdu. Yüzde 96'lık erkek kotasına sahip meclisimiz Medeni Kanun için kadın örgütlerini bu kadar uğraştırmasaydı, kimse karşımıza kültürel fark diye dikilemezdi.
Kadın meselemiz, yazılı olmayan Kopenhag kriteri'dir. Bu kozu kullanan Avrupa'ya değil, onu kullandırtana kızalım.