SAYIN Başbakan’ın, "Kökümüzü kurutmak istiyorlar. En az 3 çocuk doğurun" çağrısı, çok kişi gibi beni de düşündürdü...
Hadi "kökümüzü kurutmak isteyenler"in kim olduğunu, hayalimizi geniş tutarak ve gençliğimizi anımsatan nostaljik "emperyalistler" kavramıyla üç aşağı beş yukarı anladık diyelim...
Peki "biz" kimiz? Yani 3 çocuk doğurarak çoğalması gerekenler?
Türkler adına mı bu çağrı yapılıyor?
Yoksa İslam dünyası ve Müslümanlar adına mı?
* * *
Ardından Devlet Bakanı Nimet Çubukçu çıktı, nüfusumuzun azalma eğilimine girdiğini söyledi. Türkiye nüfusunun azaldığı yok, sadece artış hızında düşme var. Her yıl 1 milyon 470 bin bebek doğuyor, dolayısıyla da her 6 yılda bir Yunanistan nüfusu kadar büyümeye devam.
Sokaklar tinerci, dilenci çocuk dolu; araba camı silen, pazarda hamallık yapanlardan kim sorumlu? Kızlar hálá başlık parasına gidiyor. Herhalde, çocuk bereketiyle doğar, diyen Başbakanımızın kastettiği bu değil.
Nimet Hanım ayrıca der ki, "Tony Blair de bizim Başbakanımızla aynı şeyi söylüyor"... İyi de Tayyip Bey, Tony Blair gibi Anglikanlıktan ayrılıp Katolik dinine mi geçti? Blair, Vatikan’a biat ettiyse orada aile planlaması yasak elbette. Ama bakın İran’da yasak değil... Üstelik o komşu, bunu en başarıyla uygulayan ülkelerden.
* * *
Başbakan’ın son Almanya seyahatinde oradaki Türk toplumuna yaptığı çağrıyı da bu resme ekleyin...
3 çocuk doğuracağız, asimile edilmeyeceğiz ve çoğalacağız.
Doğu’da ve Güneydoğu’da birçok genci ovada devşirip dağda çatışmaya sürükleyenler de böyle demiyor mu? "Çoğalın, daha çok çocuk doğurun ki Kürtler sayı olarak Türkleri geçsin..."
Peki sonra ne olacak? Bu çağda böyle bir "çoğalan çocukla milliyetçilik" anlayışının başarı imkánı var mı? Avrupa’ya göz atalım. Orada 20 yaş altında 500 milyona yakın Türk kökenli çocuk var. Bunların yüzde 80’i doğru dürüst Türkçe bilmiyor, çoğunluğu iyi bir eğitim görmüyor. Yüzde 60’ı yoksulluk sınırında. Onlar Türkiye açısından "kayıp kuşak!"
Peki Güneydoğu’da durum ne? Sayısız paketten sonra şimdi 12 milyar dolarlık yeni paket açılmak istenen bölgede doğan gençlerin ne kadarı ne eğitim gördü? Hangi dili ne kadar konuşabiliyorlar? Oradaki "kayıp kuşak" ne olacak?
* * *
Gelmek istediğim nokta şu: Avrupa Sözleşmesi’nin temel ruhu "çok dillilik ve çok kültürlülük" üzerine kuruludur. Globalleşen dünyanın gittiği yön de budur. Asimilasyon, çağımızı kavramaya yeten bir kavram değil. Asimile olma demek de yetmez, ol demek de... Geçerli olan çok kültürlü yaşamı, bir uygarlık ve zenginlik olarak hayata geçirebilmektir. Türkiye’nin gitmesi gereken yön de budur. Güneydoğu’nun sivilleşmesinin yolu da budur.
Uygarlığın ve çatışmasız bir dünyanın reçetesi, "kendi kimliğine sarılan çok sayıda çocuk" değil, "farklı kültürlerin dilini ve kimliğini bir arada bilen, öğrenen ve kullanan" nitelikli, kaliteli çocukların yetişmesidir. Yoksa cahil, ama kalabalık çocuk kitlesiyle hangi savaşa girerseniz girin, kaybedersiniz. İster Türklük, ister Kürtlük, ister Müslümanlık adına!..