ROY ilkokula gidiyormuş, Büyükada’da arabacının yanına oturmuş, adam ona adını sormuş, çocuk söylemiş, adam anlamamış, birkaç kere daha söylemiş, adam tuhaf tuhaf bakmaya başlayınca da "Ali" demiş çıkmış işin içinden.
Roy’un bu kısa öyküsünü ağabeyi Toni’den dinlediğimde 18 yaşındaydım, epey sarsılmıştım. O zaman bugünkü gibi çokkültürlülük vs. gibi kavramlar henüz lügatimize girmemiş.
Belki de hayatta "ayrımcılık" ve azınlık olmanın anlamı üzerine ilk düşünmeye başladığım nokta burası.
Sekiz yaşında bir çocuk, kendi memleketinde iletişim kurmak için ismini değiştirmek zorunda hissederse kendini, kuşkusuz adı konmamış, kendiliğinden ve sessiz bir baskı vardır üzerinde. Kimse öyle olmasını istemese bile vardır.
Sonra daha vahim bir örnek yaşadık. Ağabey Toni, iki yaz önce kalbi durana dek can yoldaşımdı, 1981 yazında askere gitti. Birlikte okuduğum erkek çocuklarının hepsi, Toni dahil, o yaz Burdur’da kısa dönem askerlik yapan ekipte.
Askerlik bitti, terhiste bir albüm yayınlanmış, bir gün Toni bana işte o albümü gösterdi.
Ben yine şok geçirdim; çünkü benim canım arkadaşımın isminin yerinde babasının işyerinin adı yazıyordu: Zaman Ecza... Dizgici ya da matbaacı, artık her kim ise yabancı gördüğü isme sahip bir adamın Türk ordusunda askerlik yapacağına ihtimal vermemiş olmalı ki arkadaşımın adını, verdiği adrese bakıp Zaman yapıvermişti. Buna rağmen Toni, albümü bana yeterince gururla göstermişti. Tepkim karşısında ise her zamanki hayatı hafife alır haliyle gülmüştü.
Acaba başka çaresi var mıydı?
Toni hayatta olsaydı biz bugün maç için cümbür cemaat Erivan yollarında olurduk, buna yüzde yüz eminim.
Cumhurbaşkanı’nın da maça gitmesi güzel bir jest oldu.
* * *
Türkiye’de vatandaşlık bağı yerli yerine oturmadan, çoğunluk kulluktan vatandaşlığa geçemeden küresel dalgayı yedik. Şimdi de bunun sancılarını çekiyoruz. Ermeniler hadi uç örnek, Türkiye’de Aleviler de bu devirde hálá kimliklerini gizlemek zorunda hissetmiyorlar mı kendilerini?
Neden insanlar "Ne Mutlu Türküm diyene" diyemezler? Bunu söyletebilmek için altını da doldurmak gerekir çünkü. Suçlu bunu söyleyemeyenler mi, yoksa bu sözü özündeki vatandaşlık bağının ifadesi olmaktan çıkartanlar mı? Bir yanda artık genetik bilimin çürüttüğü saf ırk olma iddiaları prim yaparken ve dinsel kimlikler saklanırken, herkesi kucaklayan bir aidiyeti nasıl oluşturacaksınız?
* * *
Artık inceliklerin zamanı... Hoyratlık ve kabalıkla ne insanla insan, ne devletle vatandaş, ne de ülkeler arasında düzgün ilişki kurabilirsiniz. Bunun böyle olduğunu çok başka bir bağlamda da olsa en iyi edebiyatçılar hissetmiştir.
Andre Maurois’ın, Shelley’nin hayatını anlattığı kitaptan şöyle bir cümle hatırlıyorum: "İçinde hal ve hareket inceliği bulunmayan bir kültür hiçtir..."
Gül’ün Erivan’a gidişini bir de bu sözle değerlendirin.